liverpool maçının cemil’in golüyle kazanıldığı düşünülür. işin sırrı jale bayhan’daydı!, coşkun çelik
bu sezon otelul galati’ye elenerek avrupa kupalarına çok erken veda eden trabzonspor, bundan 31 yıl önce tarihinin en önemli başarılarından birine imza attı. hem de liverpool’u yenerek. evet bu ay “o maç” için hüseyin avni aker’deyiz…
1975-76 sezonunda ilk şampiyonluğuna ulaşan trabzonspor, akabinde türkiye’yi şampiyon kulüpler kupası’nda temsil etme şansını yakaladı. ilk turda rakip izlanda’nın akranes ekibiydi. bordo-mavili ekip rakibini izlanda’da 3-1 yendi, trabzon’da ise 3-2 galip geldi. ancak trabzon’daki maç öncesi 1976 türkiye güzeli jale bayhan da trabzon’daydı ve başlama vuruşu jale bayhan’a yaptırıldı. trabzon karşılaşmadan galip ve tur atlayan takım olarak ayrılınca liverpool maçı için de jale bayhan’dan randevu alındı.
trabzon cephesinde görüşler farklıydı, kimi, “aman yüz kızartıcı sonuç olmasın” kimi de “ingiltere’de ne olur bilemeyiz ama burada kazanırız” diyordu. liverpool, ilk maç için ankara aktarmalı olarak trabzon’a geldiğinde futbolcuları jale bayhan karşıladı. bayhan tüm futbolcularla yan yana fotoğraflar çektirdi.
maç günü jale bayhan yine sahadaydı. golü atacak olan kaptan cemil usta, liverpool kaptanı hughes ve rumen hakem reines’le tokalaştıktan sonra başlama vuruşunu yaptı. cemil’in 62. dakikadaki penaltı golüyle kazanan yine trabzonspor oldu. maç sonrası trabzon’un kaybedeceğini düşünen ve sayfalarını ona göre hazırlayan türk gazetelerinin birinde liverpool’un sevinç resminin altına “liverpool, trabzon’da resimde görüldüğü gibi sevinemedi” yazıldı… daily telegraph ise, “liverpool, avrupalılara garip garip bakan bir şehirde uzun yolculuktan sonra her zamanki formunu gösteremedi ve yenildi…” yazıyordu.
trabzonspor, rövanşta ilk 18 dakikada yediği üç golle elendi ve çeyrek finale çıkan takım, o sezon kupayı kazanacak olan liverpool oldu. ancak trabzon’daki zafer hiç akıllardan hiç çıkmadı…
şimdi anlatacağım kulübenin hikayesi 1976 yılında trabzon’da yaşandı. ortalığı kasıp kavuran trabzonspor o zaman ki adıyla şampiyon kulüpler kupası’nda 2.tura geçmiş. ilk turda da ben tarihe geçmişim. izlanda’nın akranes takımıyla eşleşen trabzonspor avrupa kupasının en doğudaki şampiyonu; akranes ise, atlantik okyanusu’nun ortalarında bir ada olan izlanda’nın şampiyonu yani avrupa kupaları’nın en batıdaki takımı…
avrupa kupaları’nın o ana kadar ki tarihinde ilk kez bir izlanda takımı bir türk takımıyla eşleşince ve üstelik eşleştiği türk takımı da türkiye’nin en doğusundaki takım, yani trabzonspor olunca guiness rekorlar kitabı’na bu naklen yayın altında da benim ismim yazılı olarak yer almıştır efendim... 2.turdayız… rakibimiz liverpool… avrupa’yı kasıp kavuran bu ekibin kevin keagen, graham souness, steve harvey, terry mcdermott, ray kleemann, clone hughes… böyle donatılmış bir kadrosu var.
ingiltere ligi’nin çifte kupalı şampiyonu, kimse yenemiyor onları... bu takım trabzon’a indiğinden itibaren bu kadar çok yabancı gazeteci ve televizyoncuyu ilk defa bir arada gören yöre halkına ek olarak dünyaca ünlü isimleri televizyonlarda seyrettikleri isimleri ilk defa gören trabzonlu futbol tutkunları ile hayatında ilk defa turist gören yabancı gören bazı karadenizli kardeşler özgür otel’in önünde birikmişler…
salı gecesini otelin önünde sabaha kadar davul çalmak üzere çok önceden organize etmişlerdi zaten. çünkü biri onlara demiş ki: ha bu inciluzlar uykuya tüşkündür, onları uyitmatsak maçı alduk daa!..
pazartesi trabzon trt bölge müdürlüğü haber merkezine çağrıldım ve görev tebliğ edildi. maçı bbc televizyonu ancak özet olarak bbc radyosu naklen veriyor. trabzon’dan ilk defa bir yabancı ülkeye naklen maç yayını yapılacak spikerlerin karşılamak üzere yazılı emir aldık ptt kramportör hizmetlerini ayarladı.
“stat içi organizasyon ellerinden öper ümit” kabilinden görev üstüme yıkıld. tahmin ederseniz ki ben görevi tevvellü ettikten sonra bir tek sorumlu bulamadım etrafımda.
‘ya hu ben garip bir adem’im, sıradan bir devlet memuruyum. yetkim yok, etkim sınırlı… yaktınız şimdi beni’ şeklinde içimden; “emredersiniz efendim” şeklinde dışımdan söylenerek kendimi daralttım.
şehir kulübünde birini bulduk, adı cevat… kendisi marangoz… bana dediler ki ‘kusursuz cevat’… işte bende dedim ki: doğru adamı bulduk, adam hiç kusur işlemiyor demek ki, istediğimizi yapacak!.. sol bek takoz cemil, keagan’ı ilerde karşılamazsa yanmıştan; orta sahanın dibindeki bekçi bekir, souness’ı gizlice tekmelerse mutlaka oyundan attırılmışa, kadir ve necati kornerde nerede durmalıymıştan; necmi ve ali kemal frikik atışında ‘küs’ gibi yapmalıymışa kadar çeşitli taktik varyasyonlar meze yapılıyordu şehir kulübünde…
ve orada gidip bölge yardımcısının masasına seğirttiğimde bana kusursuz cevat’ı getirdiler. kusursuz cevat yaptıklarıyla ve yapabildikleriyle, her işi tam yapardı diye düşündüm.
‘arkadaşım kusursuzluğun neredendir?’ diye sordum: yaptığı her şeyi kusursuz yapar daa hiç kusur çıkarmaz bu uşağum ama temiz iş yapar ha… hayda!.. ‘kusursuz ama temiz yapan bir uşak, iş kusursuz olsa zaten temiz sayılır diye düşünmedim’ değil. o arada sonrada yerel eşrafın istanbul türkçesi konuşan bir ferdi bana tuvalette açıkladı meseleyi:
ümit bey o arkadaş marangozdur, marangoz cevat deriz ona… lakabı da ‘küsursuz’dur. aldığı ölçü de ücrette hep tam sayı iledir onun için ‘küsursuz’ derler ona. 2 metre 10 santimlik dolap yapmaz mesela o anca 2 metre ya da 1,5 metre yapar 10 milyon alır, 11 milyon 500 bin ver almaz …
adam küsursuz cevat’mış… ama oranın diyalektiyle olmuş kusursuz cevat… bende gönül rahatlıyla ona verdim görevi çıktım. ertesi gün o gecenin kampında necati, cemil, kadir, ahmet, suat özyazıcı hoca ile birlikte turgay’ı da aralarına almışken 66 oynuyorlar takım… saat 1’de 66’yla otelin lobisinde…
horon otel’in önünde hala dolaşıyor, uyuyamıyorlar… gerginler… biraz sonra necmi perekli belini tuta tuta indi aşağı: hocam! bu yataklar çok yumuşak da belim ariyi ben eve gideorum.
ahmet hoca masadan başını kaldırmadan: git oğlum. maç yemeği kuyu restoranda unutmayasun da!..
liverpool’la avrupa eleme maçı oynanacak ertesi gün yahu!.. bu trabzonspor’un birlik dışı yapısı beni oldum olası şaşırtmıştı ama daha ne kadar şaşırtacak diye kendi kendime sual ederken bende gittim yattım.
kara haber erken geldi. bölge müdürü beni aradı: ümit bey stat için talep ettiğiniz kulübeyi yapacak arkadaş kusursuz cevat vazgeçtiğini bildirdi az önce.
efendim kulübenin bir ingiliz tarafından kullanılacağını öğrenince vazgeçmiş. düşmana kulübe yapmazmış… yıkıldım ben bu gerekçeyi ankara’ya nasıl açıklarım diye düşünürken devam etti bölge müdürü: korkmayın ümit bey yarın stada kulübe konacak portatif bir nakil yoluyla halledecek arkadaşlar. siz yalnız stada biraz erken gelin de bir kontrol ediverin eksik var mı yok mu diye…
ertesi günü zor ettim maç saatinden 4 buçuk saat önce stada girdim ve hayatım boyunca unutamayacağım şeyi gördüm.
ingiliz’in maç anlatacağı kulübe mükemmel bir açıda ve olağanüstü temizlikte pırıl pırıl parlıyordu. ancak küçük bir sorunumuz vardı. o kulübenin içinde maç anlatmak mümkün değildi. çünkü maç anlatmak için istenen kulübe şehirde kulübe kelimesinin kullanıldığı tek nesneydi. getirilip oraya konmuştu.
bu kapısı raylı ve katlanır bir kapıya sahip olan kırmızı ankesörü sökülmüş bir kulübeydi.
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
1976-1977 mevsiminde avrupa şampiyon kulüpler tumuvası'nda ilk kez üç büyükler'den biri değil, trabzonspor vardı. ve trabzonspor bu ilk sınavını da başarıyla veriyor, karşısına ilk çıkan izlanda'nın akranes takımını iki maçta da 3'er golle (3-1 ve 3-2) yenerek eliyordu. sonra bir çetin kayaya çarpmıştı. ingiliz liverpool takımı, trabzon'a turistik seyahat diye gelmiş, ama yenilip dönmüştü. futbol dünyasını sarsan bir sonuçtu bu.. mevsimin flaş takımı liverpool'u bir türk takımı yeniyordu. trabzonspor, 1-0 yendiği liverpool'la liverpool'daki rövanşta da dayanabileceği kadar dayandı. fakat bir yerden öteye dayanmak mümkün değildi. liverpool o denli güçlüydü ki, turnuvanın finalinde mönchengladbach'ı da 3 golle yenecek ve kupayı kazanacaktı. şampiyonlar şampiyonu'nu bir maçta da olsa yenmişti ya türk temsilcisi...
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
hakan dilek'in "horon oynar gibi çalım atmak" başlıklı yazısından;
1976 şampiyonlar ligi maçlarının ikinci ayağı. turun birinci ayağında finlandiya takımı akrenas'a iki maçta tam yarım düzine gol atmışız. bu kez rakip liverpool. clemens'lerin. callahan'ların, toshak'lann takımı - bu 'ler 'lar çoğaltmaları bir önem katıyor değil mi topçu isimlerine? bizde de ali kemal'ler, necati'ler, ali yavuz'lar var. sen callahan'ın karşısında horon oynamaya başladığında dalgalanmıştı karadeniz. liverpool o zamanlar bugünün moda deyimiyle 'dünya markası'. bir türlü istediğimiz topu oynayamıyorduk. bir şeyler yapılmalıydı. çıkıp sahne aldın ve o sallan saçlarınla dokundun gitarının tellerine: "bi şey yapmalııı!"
callahan'ı bir o yana bir bu yana salladın, karşısında titreye titreye horon oynarken. onlar da bizim gibi adamdı, etten kemiltendi dii mi güzel abim? yıkılmıştı avni aker... bizim liverpool olsa ne yazardı ki o gün. hem o meşhur umursamazlığımızdaki, önemsemez görünüşümüzdeki ironidir bizi cesur kılan. -bir gece samsun da uçan daire görünmüş; kameralar uykusuz gece haberlerine taşınmışlardı yörenin telaşını. hemen anneme telefon açtım uçan daireyi haber vermek için. "heyecanlanmayınn!" dedim. "uçan daire maire görmedük biz! uyiik borda!" dediydi annem. böyle bir şey işte. uçan daireyi görseler derler miydi; "bunlar da bizim gibi adam ula gaçmayın!" derlerdi emin ol.-
kural tanımaz bir adamdın. itaatsizlik insanlığın başladığı dönemlerden beri erdemdi, sen tarihi devam ettiriyordun belki. bir beşiktaş maçı öncesi seni ziyarete gelen beşiktaş taraftarı arkadaşınla 'üç kadeh üç gol' iddiasına girmiştin. ertesi gün üç tane çakmıştık beşiktaş'a. beş kadeh içsen beş tane atacağını söyleyerek... fenerle maçınız olsa faroz'da balık keyfini kaçırmamak için 'yenip gidelim balığımıza bakalım havasındaydın. sahada ısınma mevzuu bile fazlalıktı senin için. sen ayakkabılarını atsan oynarlardı, değil mi güzel abim?
not: yazıda trabzonspor'un efsane futbolcularından ali kemal denizci anlatılmaktadır...
ikinci turdaki rakip, dönemin yenilmez armadası liverpool'dur. eldiven giymeye tenezzül bile etmeyen, ortalanan topları bizim forvetin kafasının üzeriden tek elle toplayan kaleci clemence ile başlayan takım tertibinde yok yoktur neredeyse ancak takımın sembolü, ele avuca sığmayan orta saha oyuncusu kevin keagan'dır. o günden tanıdık bir isim de john benjamin toshack'tır. sonradan antrenör ve biraz da tuhaf olan toshack'ın yakın tarihli bir röportajda maçın topunun normalin iki katı büyüklüğünde bir balon gibi olduğu iddiasına bakmayın, adalının en doğru sözü "üç pası doğru dürüst yapamadık"tır. o maçtan hafızamda kalan en belirgin iki sahneden biri kaptan cemil'in clemence'i ters köşeye yatırdığı penaltı golü ise, diğeri de ali kemal ile keagan'ın el sıkıştırıldığı kurgu fotoğraftır. ali kemal'in, keagan'ı nasıl gölgede bıraktığına şehadet eder ümit aktan'ın heyecanlı sesi. ve, rahmetli cemil usta'nm soğukkanlı plasesini ciğeri yırtılırcasına anlatır, birçok trabzonsporlu gibi benim de uzun yıllar sakladığım bant kaydında. dinledikçe gözlerim tatlı tatlı dolar, o güne tekrar dönüp, o maç için ankara'dan kalkıp gelen, çok sonranın başkan yardımcısı ismet kalafatoğlu ile sevinçten kucaklaşırız, bir kez daha, bir kez daha...
dönemin güçlü ekibi liverpool, o yenilgiden sonra uzun süre mağlubiyet görmez ve avrupa şampiyonu olur. ingiltere'deki rövanşı da farklı alır. kadir özcan'ın sarı kart cezası nedeniyle savunmanın ortasında bekir barçın'ı oynatmak zorunda kalan trabzonspor, ada futbolunun yüksek toplu oyununa karşı koyamaz. ilk on sekiz dakikada gelen üç golle kupadan elenir.
ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
dozer cemil... gökhan uzunoğlu kısaca anlatmış. uzun söze de gerek yoktu zaten. bu kısa satırlar gözyaşlarımızı dökmek için yetti. buyurun, gözyaşı dökmek serbest. biz onu hiç ama hiç unutmayacağız... trabzonspor tesislerindeki antrenman sahasına cemil usta'nın ismini veren başkanımız sadri şener 'e de bu vefalı tavrından dolayı taraftarlar olarak teşekkür ediyoruz.
"yapayalnız ölmekten korkuyorum"
yüreğini sahaya koymanın ustasıydı o... cemil usta yazıyordu nüfus kâğıdında... gönüllerin kâğıdında ise; dozer cemil, kaptan cemil, takoz cemil yazılıydı... ellerinin üstünde sayısız kupa havaya kalktı. ama onun insanlığı ve alçakgönüllülüğü hiç havalanmadı. trabzonspor sevdasıyla sahaya çıkar, avni aker'in çukurlarını bile ezbere bilen bir dozer gibi mücadele ederdi sahada...
1969-70 sezonunda kadroya alınmış, 1978-79 sezonunda veda etmişti trabzonspor'daki kaptanlığına. efsane kadronun ilk şampiyonluk mücadelesinde ter dökmüş, yokluk çekmişti... hayatını kaybettiği 15.03.2003 tarihinde, mahallesindeki bir cadde üzerinde yere yıkılırken, sanki hala o dönemlerin yokluğuna dair izler vardı. cebinden çıkan 5 milyon 750 bin lira, yıkılmaz denen cemil'in yıkılışına şahitlik ediyordu sessizce. trabzonspor tarihinde iki şampiyonluk yaşayan ve yaşatan dozer cemil, "yapayalnız ölmekten korkuyorum" demişti yöresel gazetelerin birine verdiği röportajda. o çok sevdiği trabzonspor maçlarına gidememesinin sebebini ise "kuyruklarda beklemek ağırıma gidiyor." diye yanıtlıyordu!
büyük kaptana vefa gösterilemedi hayattayken. hâlbuki o, liverpool'un "pulini" alırken clamence'yi ters köşeye yatıran penaltı vuruşu ile ingilizlerin bile dikkatini çekmişti. trabzonspor'daki yönetimler ve taraftarlar, usta'ya dikkat etmedi. bu küçük yazı, dozer cemil'in trabzonspor tarihine bıraktıklarının yanında hiçbir anlam ifade etmese de, trabzonspor taraftarlarının minnet ve vefa borcu olarak bu kitapta yer alması bakımından önemli. 52 yaşında hayata gözlerini kapayan yıkılmaz dozer'in anısına... ruhu şad, mekânı cennet olsun...
ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
ali kemal denizci... o trabzonspor'un hem futbolcusu, hem taraftarıdır. bordo mavi renklere gönül vermiş bir faroz çocuğudur. biz trabzonlular ve trabzonsporlular onu hiç unutmayacağız. trabzonspor var oldukça ali kemaller de gönlümüzde var olacaktır. çocuklarımız onun hikâyeleri ile büyüyecek. gökhan uzunoğlu kardeşimizden dinleyelim.
yarı sahayı geçerlerse gol yemiş sayacağız
denize komşu daracık mahalle aralarında, top peşinde koşan çocuklar içinde inatçı bir siluet belirir faroz'da... o mahallelerde doğan her çocuğun doğuştan yeteneği vardır meşin yuvarlağa karşı... o da bu yeteneklerden biridir. ailesinin futbol oynamasına karşı olması onu bu sevdadan vazgeçiremez. on yedi yaşma geldiğinde ailesinden habersiz "kaçak" çıkardığı lisansı, onu türk futboluna ve trabzonspor'a armağan eder...
kanat oyuncusu kavramının henüz gelişmediği bir ortamda süratle sürüklediği toplar ve isabetli ortalar, tüm gözleri ona çevirir. "verkaç"ın ne olduğunu yıllar sonra öğrenecek kadar bileklerine ve çalımlarına güvenen bu hırslı adam, trabzonspor tarihine dev puntolarla yazılmış başarılı bir arşiv bırakmıştır geride...
karadeniz'in hırçın dalgalarından çıkan ali kemal, efsane kadrodaki en önemli mihenk taşlarından birisidir hiç şüphesiz... trabzonspor'un menfaatleri doğrultusunda fenerbahçe'ye ağlayarak transfer olan bu devin arkasından "satılamaz" diye yürüyen bir şehir, onun trabzonspor'a olan sevgisinden şüphe etmediği için, rakip formayla çıktığı avni aker'de onu "hoş geldin ali kemal" pankartları ile karşılar... transfer olduğu takımlarda trabzonspor'a karşı iyi oynayamayacak kadar trabzonspor sevdalısıdır o. yaşadığı şampiyonluklarla, attığı gollerle iz bırakan bu efsane, yenilgiyi hazmedemez hiçbir zaman. o nedenle hırçındır çoğu kez...
cezalı olduğu için oynayamadığı kocaelispor kupa ilk maçında, alınan 1-0'lık mağlubiyet sonrası "hamsinin kafasını ezdik" diye manşet atan gazeteleri soyunma odasının duvarlarına asacak kadar hırslı, arkadaşlarını "yarı sahayı geçerlerse gol yemiş sayacağız" diyecek kadar rövanşa motive edici bir futbolcudur ali kemal... rövanş maçında ilk 20 dakikada skor tabelasında yazan 5-0'lık trabzonspor üstünlüğünün sebebi, ali kemal'in hırsı ve dönemin birlik beraberliğidir...
1976 yılında liverpool maçında oynadığı horon hâlâ akıllardadır. efsane ali kemal denizci'nin trabzonspor tarihindeki ve taraftarların, bordo yüreklerin gönlündeki yeri de her zaman ayrı olacaktır...
bu satırlar, yeni nesillerin, trabzonspor'u yücelten futbolcuların kimler olduğunu, asıl alkışı kimlerin hak ettiğini öğrenmeleri bakımından da kaleme alınmıştır...
ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
a. c. topaloğlu'nun hikâyesi eskişehir 'de başlıyor. eskişehir 'de başlıyor dediysem günlük güneşlik bir havada değil bıçak gibi kesen bir rüzgâr ile birleşmiş buz gibi havada ve daha güneş doğmadan. eskişehir tren garı 'nda başlayan hikâye ankara tren garı 'nda devam eder. ve maç günü gelir çatar. tribündeki atmosferi ve yaşlı bir amcanın kucağına aldığı üç yaşındaki bir çocuğa liverpool maçını anlatışını topaloğlu 'dan dinleyelim:
"uşak, sene bin tokuz yüz yetmiş alti, livir pıllan oynayruk..."
maç günü kalabalık bir şekilde buluşuyoruz. herkes daha coşkulu, herkes daha istekli... bayram havası şeklinde gidiyoruz maça. cam kenarlarında oturanlar bayraklarını, flamalarını sallıyorlar ankara yollarına. yanımızdan gelip geçen arabalar kornalarıyla eşlik ediyorlar. stada vardığımızda az sayıda ankaraspor taraftarı şaşkın, trabzonspor takım başarısız, bu yıl hiç hedefi yok ancak gene de binlerce trabzonlu toplanmış takıma destek vermek için.
trabzonspor için ayrılmış bölüm ciddi oranda dolu, "bize her yer trabzon!" sloganı ile başlıyoruz her deplasmanda olduğu gibi ve gene maçın bir dakikasını bile izleyemeden tezahürat ve sloganlar eşliğinde tamamlıyoruz müsabakayı. daha önce trabzonspor tribünlerinde az görülmüş, orijinal bir tribün şovuyla hem de. herkes önce sağa dönüyor ve birbirlerinin omzuna dokunarak, küçükken oynadığımız tren oyunu pozisyonu alıyor ve yöresel bir slogan ile tribünün bir o ucuna bir diğer ucuna horon çeker gibi gidip geliyoruz. tüm stat maçı bırakmış tribündeki şovu izliyor. takımın başarısız futboluna isyan eden bir amca ise haykırıyor horon eşliğinde "ola bir kere daha şampiyon olun, seksen bir vilayeti ha böyle gezmeyen taraftar şerefsuz çocuğudur." diye. mağlubuz, iddiasızız, içimiz kan ağlıyor ama gene de trabzonspor aşkı ile gülüyoruz ve mutluyuz. tribün şovunun bitiminde tekrar yerimize dönüyoruz ve ufak bir detay takılıyor gözüme, bir başka amcamız tribünde gördüğü küçük bordo mavi formalı bir çocuğu kucağına almış bir şeyler anlatıyor. usulca yanaşıyorum yanlarına. duyduklarım suratımda tebessüme, yüreğimde özleme yol açıyor.
kucağındaki çocuk taş çatlasa üç yaşında, anlamasını beklemek elbette mümkün değil. ama amcam bunalmış, sıkılmış, özlemiş ve aradığı bir şeyler bulmuş çocukta, anlatıyor:
"uşak, sene bin tokuz yüz yetmiş alti, livırpıllan oynayruk. gazeteler öyle bir yazayi, sanırsun daha takımlar sahaya çikmadan uç sifir önde başlayacaklar. kahvedeyiz mahalleden uşaklar ile. maçtan bir gün evveli gittik bu livırpıllalarun otelinin önine başladuk horona. uyutmaduk pezevenkleri. maç günü konuşuyruk arkadaşlar ile biri deyi fark yeruk, biri deyi siler geçeruk. kafalar rahat değil anlayacağım. neyse gittik stada, deduk nedir bu livırpıl, herkes bir şey afkuruyi. içeriye bir girduk, inanmazsım yanayı stad, yanayı (amcanın anlattıklarıyla çok ilgilenmeyen çocuk, bu kısımda korkmuş bir ifadeyle amcaya döner). trabzan, trabzan bağiriyruk. çıktiler sahaya. maç başladi. bir baktuk bizim uşaklarun aşağu kalır yani yok öbürlerinden. saldurun saldurun diye bağırıiyruk. dakika 61 oldi gol yok. 61'de atacaz deyine bekleduk ama yok, bir türlü geçemeyruk adamlari. 3-4 dakika sonra bizim uşaklardan birisi düşti yere, penalti oldi. o zamanlar var dozer cemil. kodu topu penalti noktasına, deduk ha bu çok b.. yiyen bakayi, atacak onu manavın dükkanına korkarum. oni bi topa koşarken gördüm, sonra tribün bir karişti biribirine daha livırpul santra yapana kadar hiçbir şeyi hatırlamayrum. atti penaltiyi, yenduk olari 1-0. bütün dünya bizi konuşiyi. sene sonunda oldi livırpıl avrupa şampiyonu, gazetelerden okuduk hep ama kodum livırpila. biz yenduk olari, olsalar şampiyon ne olur değil mi? şimdi deyisun belki da içinden habu emice ne anlatiyi bana. ey gidi uşak, inşallah görersun sen da böyle günleri. ben senin kadar iken trabzonspor diye takim bile yok idi. bilsen ne şanslısun."
anlattığı bu küçük hikâye bana saatler gibi gelmişti. gözlerim doluydu ve amcamın yanına gittim. bütün anlattıklarını dinlediğimi söyledim ona ve öptüm o güzel ellerini. gülümsedi ve "sağol uşağum, sen da ha bu uşaktan farklı değilsun hoş. daha bir güzel gün göremedunuz. ama helal olsun size hep böyle devam edun, her maçina gidun trabzon'un." dedi ve öptü gözlerimden.
eskişehir'e dönüş yolculuğu daha bir keyifliydi şimdi. rüya gibi iki gün, geri kalan ömrüm boyunca stadyumlarda olsam dahi eşine benzerine rastlamamın zor olduğu bir başarının öyküsü, siyah beyaz eski trabzon fotoğrafları kadar samimi ve güzel bir anı ile gurbete, trabzonspor popülasyonunun az olduğu bir şehre dönüyordum. buruk sevinç dedikleri şeyi hissediyordum yüreğimde.
bir yanda tren raylarından gelen ses, bir yanda amcanın "ula biz yenduk livırpıla, olar şampiyon olsa ne olur?" diyen sesi. trabzonsporlu olmak ne güzel şeydi böyle...
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
çarşıbaşılı hüseyin hüseyin tok
1974-75 sezonu... trabzonspor'un başında salih erdem, hoca suat özyazıcı ve suat çaylı var idarecilerden. bu üçlü öze dönüş politikası gibi laflar ediyorlar sezon başında. o zamanların trabzon valisi necmettin karaduman giriyor devreye ve orduspor, beşiktaş ve ankaragücü'nün talip olduğu hüseyin'i katıyor kadroya. ardından sebatspor'dan kadir, şenol güneş, necati, rizespor'dan faruk özak, ali kemal, alı yavuz yolspor'dan turgay, necati geliyor... takımda bir öze donuş var gerçekten. bir tek ali yavuz trabzonlu değil bu isimlerden ama o da hepsi kadar trabzonlu oluyor zamanla. takım 1. lig'e taşmıyor ilk yılın şampiyonluğuyla.
sokak futbolu öldü
1974-75... ilk sezonda türkiye 1. ligi'nin bu yeni takımı sekizinci bitiriyor maratonu. 1975-76 sezonunda ise şenol, kadir, necati, takoz cemil, turgay, bekir, ali yavuz, necmi, çaycı ahmet, serdar bali, m.cemil gibi isimlerle dişli bir takım olmuştu trabzonspor ve mücadeleci, hırslı, topa basan, rakibine soluk aldırmayan, bir o kadar da iyi top tekniğine sahip bir ekipti.
hep koşardık diyor hüseyin tok: "uzunkum'da 7 km. git, 7 km. gel. ama bizim diğer takımlara göre en büyük avantajımız kendimize çok iyi bakmamızdı. trabzonluyduk birbirimizi çok seviyorduk. şenol güneş'le aynı gün evlendik ve aynı gün aynı yere balayına gittik. dostluğumuz turgay'la, necati'yle, ali kemal'le de aynı günkü tazelikte durur. o zamanlar daha iyi çalıştırılabilseydik, vizyonumuz daha geniş olsaydı, ufkumuz geniş olsaydı bizim takım daha büyük başarıların altına imza atardı. çok iyi bir takımdık çüktü. bugün de ahmet suat hocayla görüşürüz. o da daha iyi işler yapabileceğimizi kabul ediyor. kendisi de bunu açıkça söyledi, 'benim de vizyonum o kadardı, ben bu işi önümdeki kimselerden görmedim ki. her şey benim bildiğim kadarıyla ve o günkü olanaklarla yürüyordu' dedi. ama o takımın mevkilerinde en iyi adamlar vardı. dörtlü savunma ve tandemi en iyi yapan takımdı trabzonspor... o takımda kendiliğinden iyi bir top tekniği var. trabzon'un sokakları dar. dar alanda çabuk dönmek hareket etmek ve pratik zekalı olmak zorundasın. kıvraklık, zekâ, çabukluk kazanıyor insan... o zamanlar güzel futbolcuların çıkması ondan gaynaklanıyordu. sokak futbolu öldü..."
hüseyin tok çok iyi bir yere dokundu aslında: "sokak futbolu öldü!" belki son trabzonspor kalkışmasının en çok dikkate alması gereken şey bu olsa gerek. artık hamamönü'ndeki çamur sahada, çarşıbaşı'nm kumluğunda, çömlekci'nin ara sokaklarında yetişmiyor çocuklar. belki bizi bu kurtarabilir. yeniden sokaklara çocukluğumuz geçtiği o masal ülkesine dönebilir miyiz acaba?
tablalı güllizarım, sen söyle, ben yazarum iki kaşın arası olsun benim mezarum
işte o takım
o ekibi tanımak için hüseyin'e bağlanalım yine: "şenol güneş o günden iş ciddiyeti ve kavrayışı içinde idi. sanki bugünlere hazırlıyordu kendisini. o zamanlarda da korkunç prensipli ve sosyal bir insandı. ilginçtir hiçbir idmanda kaleye geçmez çift kalelerde de santrfor oynardı. onun kadar istikrarlı bir kaleci gelmedi daha türkiye'ye. turgay sokta'lıydı. garibandı. içine kapanıktı ama mangal gibi bir yürekle oynardı. modern bek anlayışını en iyi şekilde sahaya dökerdi. hiç düşmezdi oyundan. kadir ise içimizdeki en şık arkadaşımızdı. hava toplarında çok iyiydi. bir ara alkol düşkünlüğü yüzünden zor duramlar yaşadı ama şimdi aslanlar gibi sebatspor'un başında ve çok iyi gidiyor. necati hayatımda gördüğüm en mütevazı, gösterişsiz ama en yararlı futbolcudur. ali yavuz çok çalışkan ve kuvvetli bir futbolcuydu. bekir'de onun gibiydi. bir maçta marke ettiği engin'in yerdeyken gırtlağına sarılmıştı, işine çok konsantre olurdu. ali kemal ise çok hızlı, seri bir futbolcuydu. biraz golden uzak olurdu ama ona indirdiğim kafa toplarıyla iyi goller atmıştır. ileride birlikte oynadığım necmi perekli de trabzonspor'un çıkardığı iki gol kralından bindir ve yerli olanıdır." - 1977-78 17 gol, 1995-96 şota 28 gol.
"bu takıma sonraları serdar bali, çaycı ahmet, cosmos engin, m.cemil gibi isimler de katıldı. yıllarca yabancı oyuncu olmadı trabzonspor'da. bordo-mavililer hep bir kemençe havası tutturdular bu ekiple... trabzonspor'un 1976-77 sezonu şampiyon kulüpler kupası maçındaki rakibi -ve sadece keegan'ın ederi bizim hamsilerin toplam ederinden fazla- olan liverpool'un sağ beki karşısında ali kemal'in nasıl horon yaptığı dün gibi gözlerimin önünde... o maçta kaptan cemil çakmıştı penaltıyı ve ingiliz devini gömmüştük avni aker'e: 1-0... gerçi ingiltere'de 3-0 yenilmiştik ama olsun. olacak o kadar..."
ilk basımı 1997 yılında olan bülent gürkan ve m. sait orhan'ın "trabzonspor efsanesi" kitabından;
trabzon ligi salladı
trabzonspor tarihinin bu en görkemli sezonunda necmi perekli'nin 18 golle kazandığı gol krallığı bir başka gurur kaynağı olmuştu. aynı sezon trabzonspor'u ve türk futbolu'nu onore eden bir başka büyük başarı da bordo-mavili ekibin, şampiyon kulüpler kupası'nın 2. turunda, avrupa'nın devi liverpool'u devirmesi idi. avrupa'da büyük yankılar uyandıran liverpool zaferinde, kaptan cemil usta'nın penaltıdan liverpool ağlarına bıraktığı gol, radyodan trt spikeri ümit aktan'ın sevinç çığlığıyla bir anda tüm türkiye'de yankılanıyordu: "goooooool.... goooooool...... trabzonspor: 1 - liverpol : 0".
liverpool zaferi
bu galibiyet sonrası ingiliz şampiyonun menaceri bob paisley, küstahça bir laf etmiş,, " bir kasaba takımına elenirsek bu futbolda yüzyılın olayı olur" demişti. maalesef, ilk turda izlanda şampiyonu akrenas'ı eleyen bordo-mavililer 2. turun 2. ayağında bu başarının devamını getiremiyor ve anfield road'da keaganlı, kennedyli, callaghanlı, johnsonlu liverpool'a rövanşı 3-0 vererek, eleniyordu.
bu zafer, futbolda büyük bir kriz yaşayan ve siyasi bağlamda büyük çalkantılar yaşayan 1970'lerin türkiyesi'nde yüzlerde bir tatlı tebessüm bir tatlı esinti, bir gurur kaçamağı olmuştu. liverpool zaferi yıllar geçse de unutulmadı, yaşayan da duyan da bu zaferi özümsedi, benimsedi. yıllar geçse de unutulmasına olanak yok...
her iki takım 34 yıl sonra bu sefer avrupa liginde tekrar karşı karşıya gelecekler. bir ilginç ayrıntı olarak, bu maçta trabzonspor kalesini koruyan şenol güneş 2010'daki maçta teknik direktör olarak takımın başında...
trabzon’a ilk gelişim liverpool forması ile 1976’da oldu. avrupa maçlarında ikinci ayak oynanıyordu
stat tamamıyla kapalı değildi. her taraftan rüzgar esiyordu. tepelerde insanlar doluydu. ve bu insanların tezahüratları stadın içine kadar geliyordu.
tercümanımız bize “miss türkiye’nin de” maçta olacağını söylemişti. arkadaşlarla başladık esprilere. güzellerle aklımızı başımızdan alacaklar dedik. öyle de oldu. kazandılar.
bize “reds (kırmızılar)” derlerdi. o zamanın türkiye’deki politik şartları nedeniyle bizi hemen uyardılar. burada halk kırmızı rengi pek sevmez dediler. konakladığımız otelin restorantı yoktu. yatıyor, kalkıyor, şehirden uzakta başka bir yerde yemeğe gidiyorduk. maç öncesinde kentte bir yürüyüş bile yapamıyorduk.
bunları neden anlatıyorum. türkiye’nin ve trabzon’un ne kadar güzel bir gelişme kaydettiği ortaya çıksın diye... beşiktaş’ı çalıştırırken, trabzon’a defalarca gittim. ve türkiye’nin en çok gelişen şehrine tanık oldum. ayrıca futbolun, trabzon kenti için neler ifade ettiğini canlı olarak yaşadım. ingiltere’nin herhangi bir kentinde bulacağınız herşey trabzon’da da var.
her neyse karşılaşma başladı. kalede şenol güneş vardı. forvetin en etkili silahı ise ali kemal’di. topu kontrol etmek olanaksızdı. sol kulvarda yer alan, şimdi ismini hatırlayamadığım bir futbolcu öylesine sert şutlar atıyordu ki, hepimizin ağzı açık kalıyordu. karşılaşma tartışmalı bir penaltıyla trabzon’un galibiyetiyle sona ermişti. bu sonucu beklemiyorduk, ama bizim için avantajdı. nitekim, rövanşta 50 bin taraftarımız ayaktaydı. 1-0’lık yenilgiyi kabullenememişlerdi. 3-0 kazandık. zaten aynı yıl kupayı da müzemize götürdük. şunu hatırlıyorum; liverpool’un efsane olduğu yıllarda trabzon’a yenilmesi unutulmazdı.
trabzonspor başkanı sadri şener’in, çok saygı duyduğum şenol güneş’i takımın başına getirmesi olumlu hava yaratmış olabilir. ama şartlar ne olursa olsun, liverpool tıpkı 1976’da olduğu gibi tur atlar. türkler güçlü bir rakip, ancak liverpool evinde bitirici skoru alır diye düşünüyorum.
türkiye şampiyonu trabzonspor, ingiltere’nin dünyaca meşhur kulübü liverpool’u mağlup etti.
bundan tam otuz altı sene önce bugün avrupa şampiyon kulüpler kupası ikinci turu ilk ayağında trabzonspor ile ingiliz liverpool trabzon şehir stadyumu’nda karşı karşıya geldi.
bir kulüp düşünün ki; ikinci ligden birinci lige yükseldikten sadece bir sezon sonra, yükseldiği ligde istanbul’un her daim şampiyonluk yaşamış olan üç kuvvetini de geride bırakarak şampiyon oluyor. yine aynı kulüp şampiyonluk tacıyla boy gösterdiği avrupa arenasında ilk turda izlanda şampiyonu akranes’i eleyip ingiltere’nin meşhur ‘kırmızı şeytanları’ liverpool’un karşısına dikiliyor.
öyle bir liverpool ki; başta kevin keegan olmak üzere, kadrosunda ray clemence, john toshack, terry mcdermott, ıan callaghan gibi yıldızları olan ve avrupa’yı kasıp kavuran bir kuvvet. işte bu kulüp; o şöhretler topluluğunu da dize getiriyor. bu kulübün adı trabzonspor’dur.
maçtan önce istanbul basını şimdikiler gibi yenilecek gollerin hesabını yapmasa da; liverpool karşısında “türk futbolunu en iyi şekilde temsil etmek” gibi ulaşılabilir bir hedef koyuyordu bordo mavililerin önüne. liverpool’un çok klas oyunculardan oluştuğu, güçlü defansı ile orta sahasanın bir makina düzeninde çalıştığı, zaten dünyaca meşhur forvetlerini konuşmaya dahi gerek olmadığı yazılıyor, sonra da “lâkin” deniyordu “trabzon da ateşli taraftarı ile öyle kolay lokma değildir.”
gerçekten de ertesi gün stadyumu dolduran binlerce trabzonlu kolay lokma olmadıklarını gösterdi. daha ilk dakikalarda ali kemal ve necmi vasıtasıyla gole yaklaşan trabzonlular, müdafayı dengeli kurup sahaya doğru bir şekilde yayılınca liverpool’a fazla alan bırakmamıştı. ikinci devre başlarında toshack bir iki pozisyon bulsa da, şenol kuvvetli sezgisi ile zamanında çıkarak tehlikeleri önlemeyi bilmişti. necmi’nin ceza sahası içinde jones tarafından düşürülmesini romen hakem penaltı ile cezalandırmış ve kaptan cemil son derece soğukkanlı bir surette kullandığı penaltı ile trabzonspor’u öne geçirmişti. bu dakikadan sonra karşılıklı ataklar olsa da başka gol olmuyor ve müsabakayı trabzonspor kazanıyordu. penaltının gol olmasından sonra stadyumdan öyle kuvvetli bir ses yükselmişti ki; bu muazzam haykırışın stadyumdan çok uzaklarda ganita’dan bile duyulduğu rivayet edilmişti.
trabzonspor: şenol güneş, ahmet ceyhan, kadir özcan, turgay semercioğlu, cemil usta, necati özçağlayan, ali yavuz (dk. 65 engin çınar), bekir barçın, necmi perekli, hüseyin tok, ali kemal denizci
teknik direktör: ahmet suat özyazıcı
liverpool: ray clemence, phil thompson, joseph jones, tommy smith, kevin keegan, ıan callaghan, terry mcdermott, emelyn hughes, steve heighway (dk. 74 david fairclough), raymond kennedy, john toshack (dk. 71 david johnson)