oben kaymakçalan'ın ortakafagol.com'da yayınladığı dünya kupaları tarihi (1954-1978) adlı yazısındaki bu maçla ilgili bölüm şöyle;
wembley'de batı almanya ile efsanevi bir final oynandı.. nesi efsane demeyeceksiniz, çünkü bu siteye girip bu yazıyı okuyan herkes o maçı bilir.. maç 2-2 biter ve ilk kez bir dünya kupası uzatmalara kalır.. uzatma dakiklarında hurst'un vurduğu şut üst direğe çarpıp yere düşer ve çizgiyi geçti mi, geçmedi mi tartışmaları hala sürer.. sonuç: gol geçerli sayılır ve ıngiltere ve bir gol daha bularak (gene hurst atıyor ve maçta da hat-trick yapıyor) 4-2 ile dünya şampiyonu olur.. gol gol mü derseniz, ben değil derim.. ama hala tartışılıyor ve kesin bir karar çıkmış değil..
bu maçta uzatma dakikalarında gelen tartışmalı golü veren hakem aslında bir azeridir.orada sscb ülkesini temsilen bulunmaktadır ve maçın yan hakemidir. sscbli olması nedeniyle "rus yan hakem" lakabıyla tarihe geçen tevfik behramov, ingiliz geoff hurst'in üst direğe çarpan şutunda topun çizgi üzerine düşmesinden sonra kaleyi terk etmesine rağmen pozisyonun gol olduğunu düşünmüş, tereddüte düşen maçın isviçreli orta hakemi gottfried dienst'i de yanıltarak, dienst'e golü verdirmiştir.uzatma dakikalarının sonlarında artık tüm riskleri alarak savunma oyuncularını da ileri çıkaran alman takımına karşı ingilizlerin geliştirdiği bir ani atakta geoff hurst kendisinin üçüncü takımının dördüncü golünü atarak durumu 4-2'ye getirmiş ve maç böyle bitmiştir.ingiltere 1966 dünya şampiyonu olmuştur.tevfik behramov adı, bugün bakü'de azerbaycan milli takımının da maçlarını oynadığı çok amaçlı bir stadyumda yaşatılmaktadır.
nobby stiles, sağ kanattaki alan ball’a bir pas atar. ball schnellinger’i geçer ve topu geoff hurst’e ortalar. hurst’ün şutu üst direğe çarpar ve çizgiye düşer. roger hunt bunun bir gol oldu ğunu iddia ederek elini kaldırırken, wolfgang weber topu kornere atar. hakem gottfried dienst emin olamaz ve yardımcısına danışır. tofik bekramov kafasını sallar ve orta sahaya koşar.gol verilir.
teknoloji bunun bir gol olmadığını kanıtlıyor. fotoğraflar topun çizginin gerisinde doğru düştüğünü gösterirken, israil’in geliştirdi i bir teknoloji ile topun çizgiyi tamamen geçemeyeceği kanıtlandı. fakat hunt topu takip etmek yerine neden elini kaldırdı ve gol diye sevindi? “topu alamazdım” diyor hunt. almanya için üzülmeden önce weber’in son dakikada skoru eşitleyen golünden önce schnellinger’in elle oynadığını hatırlatalım. geoff hurst daha sonra bir gol daha attı ve hat-trick yaptı. ingiltere maçı 4-2 kazandı.
bu hakem dienst’in büyük bir finaldeki ilk kritik kararı değildi. 6 yıl önce benfica barcelona’yı şampiyon kulüpler kupası finali’nde devirirken enrique gasena’nın üst direk ve yan direğe çarpan topunu gol olarak geçerli saymıştı. bekramov ise azeri olmasına rağmen hep “rus” hakem olarak hatırlandı. ölüm döşeğinde o pozisyon sorulduğunda ise cevap olarak sadece “stalingrad” dedi.
sonunda kraliçe elizabeth’in kupa vereceği ünlülerle dolu finalde kimler yoktur ki?
elizabeth, sonraki tarihlerde ankara’yı resmî ziyaretinde adına koşulan at yarışının “ikilisini” atlara önceden bakarak –bu işi çok iyi bildiğinden, küçük başlılar hızlı koşar gibisinden– tahmin edecek, ama “statü” icabı “ganyan bileti” alamayacaktı.
100 bin kişi staddadır. jackie ve bobby charlton, kırmızı formalı, göğsü üç aslanlı forma giyen ingilizlerin en asları gibi durmaktadırlar kaptan westham’lı bobby moore’un altındaki dizilişte –sanki aslan yürekli rişar için oynayacak gibidirler...
karşılarında da şöhretler boldur: ortada, sonra milan’da uzun yıllar oynayacak schenllinger, bologna’dan haller, gencecik beckenbauer, kurtlar kurdu golcü uwe seeler, yanında held, overath ve diğerleri... hakemlerin yan olanı bahramov da, iki buçuk saat sonra tüm dünyaca en çok konuşulan ve tanınan kişi olacaktır.
saat 16:44
altmış saniye kalmıştır wembley’de.
kutlamalar başlamış, ilk kez o maçta “when the saints go marching ın” şarkısı, “when the reds go marching ın” diye çınlamaktadır semada.
sevimsiz ve baştan savulacak bir an oluşuverir, hiç beklenmedik bir biçimde.
bobby’nin kardeşi, külhanbey tavırlı, hırçın ve zaman zaman acımasız oynayan jackie charlton, kale sahasının oldukça dışında (sonranın şanssız galatasaray çalıştırıcısı) sigi held’e yükselip abanarak gereksiz bir faul yapar. üstüne üstlük, hakeme itiraz edecektir, “kambura yattı” diye.
hakem dienst, faulu tereddütsüz çalmıştır.
kale otuz metre uzakta ve soldadır. ite kaka, dirsek dirseğe itişerek oyunun son barajı dizilir. emmerich yaklaşır. ceza sahası alman kaynamaktadır. 2-1 yeniktirler ve kupa ezeli rakipleri ingilizlere gitti gidecektir.
yumuşak keser. top barajı aşar, geçer. alan ball tam yetişecektir, ayağı kayar. top onu geçer, schnellinger’e çarpar. uwe seeler uzanır, yetişemez ve savunman wilson da ardından boş bir hamle yapar. gordon banks kalededir, o da seyircisidir topun bir an için. bakakalmıştır. ta ki wolfgang weber’in son hamlesini, yani “felaketi” görene kadar... ingiliz kalesine kupanın son golü işte böyle atılmıştır, saat 16:44’te, 1966’nın 30 temmuz’unda...
bitmeyecek tartışmaları yaratacak olan uzatmanın otuz dakikası gergin başlayacaktır. almanlar, aralarında plan yapamayacak kadar yorgundur. “içgüdü” oyunu olacaktır. alf ramsey durumu görmüştür. arada, soğukkanlı soğukkanlı “bir daha yenin” der adamlarına, “bitik onlar”...
o günlerin televizyon yayını bugünkü kadar gelişmiş değildir, ama futbol her zaman sürprizler yaratabilecek, şaşırtıcı bir görsellik cümbüşüdür. birazdan tartışması yıllarca “gol mü, değil mi” diye sürecek o anı yaratacaktır.
11 dakikası oynanmıştır uzatmanın. top nobby stiles’dedır. hırçın, dişsiz, sert, belalı manchester united’lıda. alan ball’un sağdan kayacağını kapalı gözle bildiğinden, otuz metrelik bir top yollar, o sağlam, volkswagen lâkaplı sarışın schnellinger’in arkasına. alan ball, sonradan “ya hiç yetişemeseydim” diyeceği bu topa sadece beş metre uzaktadır ve birinci dakikadaymışcasına şevkle dalar.
buluşması ve anında ortasını yapması şimşek hızıyladır. futbol bazı hareketlerin beklemeksizin yapılmasını gerektiren bir spor olayıdır.
isimsiz bir forvet, hiçbir şekilde üstün bir “usta” olmayan hep “yerini niye jimmy greaves almadı?” sorusunu sorduran westham’lı geoff hurst, altıpasın yakın köşesinde, hafif yatıkça topla buluşur.
tilkowski, korku içinde, kalede bir adım öne çıkar. ümitsizce. hurst sağıyla, alan ball’un ortasına durdurmadan patlatmıştır, vahşice, alman kalesine.
tilkowski’yi yırtıp geçen top, üst direkle kale çizgisi arasında gidip gelecektir.
hurst kutlarcasına ellerini havaya atacak ve orta hakem isviçreli gottfried dienst, o saniyede buz gibi donup kalacaktır. aynen adı bugün bakü’de stad olan bıyıklı, gümüş beyazı saçlarıyla bir satranç üstadı görüntülü o muhteşem “sovyet” yan hakem “azeri” tevfik bahramov gibi.
bahramov kımıldamamıştır: bu, “gol değil” demektir. “gol”se santraya koşması gerekmektedir. dienst’in bahramov’a koştuğunu gören bir alman seyircinin, yanındaki ingiliz arkadaşına ümitsizce “golü verecek, komünisttir o” dediği duyulurken önce, başını bir anlık “değil” diye iki yana sallayan “tevfik hakem”, sonra “evet” anlamında aşağı yukarı sallayınca dienst hemen santraya yönelecek, o da çizgisinde dienst’i izleyecek ve 3-2 londra’yı patlatacaktır.
hurst’ün dünya kupası finalinde ilk “hat-trick” yapan oyuncu olarak anıldığı, ingiltere’nin ilk kez evşampiyon olduğu; o tartışmalı golün “gol” olmadığı ancak 1996’da oxford üniversitesi’nde yeni teknikle yapılan ağır çekimlerde anlaşılacağı, ama hemen ardından fifa’nın “çıplak göz esastır” dediği bu dramatik final, muhteşem bir dördüncü golle son bulacaktır.
* turnuva başlamadan önce kupa londra'daki sergiden çalınır, "pickles" adlı köpek tarafından çalınan kupa, ön bahçede bulunur.
* maç topu da çalınmıştır! geoff hurst'un final maçındaki başarısından sonra onu bir hatıra olarak sakladığını düşünebilirsiniz. ama bunun yerine alman oyuncu helmut haller, ülkesinin ilk golünü kaydettiği bu topu alıp tişörtünün içine yerleştirmiş ve almanya'daki evine götürmüştür.
* ingiltere takımının kaptanı bobby moore, kraliçe'den dünya kupası'nı almak üzere giderken ellerinin çamurlu olduğunu farketti. sonra ellerini kraliçe'nin önündeki kadife kumaşa sildi.
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
nihayet büyük final günü gelmiş, çatmıştı. bütün dünya "kim yenecek?" sorusunun peşine takılmışken, bizler de londra'da "maçı verebılecek miyiz?" bulmacasını çözmeye uğraşıyorduk. trt'den finali nakledeceğimizi bildirmişlerdi bana... "maçın spikeri" olarak görevlendirildiğimi söylemiş, "fakat naklen yayın için gerekli girişimi londra'da sen yapacaksın" diye.de eklemişlerdi. ilk başvurumda "olamaz, mümkün değil" karşılığını almakla kalmamış, bir de alaya hedef olmuştum. bu işlere bakan ingiliz yetkilisi "dünya kupası finalinin oynayacağını dün mü öğrendiniz?" diye sormuştu. bizde işlerin 12'ye 5 kala ele alındığını söyleyememiştim tabii. büyükelçimiz haluk bayülken, diplomatik kurallar içinde elinden geleni yapıyor, basın ataşemiz nejat sönmez telefon üstüne telefon ediyor ben organizasyonun başı harold mayes'in karşısında adeta nöbet bekliyordum. fakat olacak gibi değildi. wembley stadı'ndaki bütün spiker yerleri doluydu. bizim için yeni bir spiker kabini inşa ettiremeyeceklerini söylüyorlardı. uykusuz geceler geçiriyordum. çünkü memleketten "nasıl olmaz?" diyorlardı telefonda... "naklen yayını nasıl yapamayız?" yapamıyorduk, çünkü herkes kaç yıl önceden angaje olmuştu. bir ara ankara ile konuşurken karşımda sevgili arkadaşım güneş tecelli vardı. "teknik bakımdan yayının telefonla yapılıp yapılamayacağını" sordum. olumlu karşılık alınca, doğru organizasyon komitesi'ne koştum. "peki" dedim, "bana basın tribününde bir telefon verin." yetkili ingiliz yüzüme şöyle bir baktı, sonra hayretle sordu. "neee? yeni bir icat mı? yoksa maçı telefonla mı naklen yayınlayacaksınız?" aynı soruyu, basın tribününde telefonu elime alırken, yakınımdaki bir alman spor yazarı da sormuştu: "ne yani, maçı telefonla mı anlatacaksın?"
maçın sonunu bekledim kendilerine cevap vermek için... ingiliz'in alman'ın kafası almazdı, ama türk her türlü çaresizlik karşısında bir şeyler yapardı. ingiliz'e, "evet" dedim, "maçı telefonla anlattım. türkiye'deki teknisyenler ellerinde en güçlü aygıtlar olmasa da, kafalarını kullanır, azmeder ve yapılmazı yaparlar. işte böylece maçı, uzatmalarıyla, kupa törenleriyle baştan sona hiç aksaksız anlattım. sizin dünya şampiyonu oluşunuzu türkiye gayet iyi dinledi."
almana da yaklaştım: "maçı telefonla anlattım. size garip gelen şey, milyonların bu finali izlemesine fırsat verdi. hatta sizin yediğiniz üçüncü golün gol olmadığı görüşünü de duyurdum türkiye'ye.." ikisi de şaştı kaldı bu işe... dünya kupası organizasyonu'nda basın işlerinden sorumlu harold mayes elimi sıktı. "kutlarım" dedi,"bizim, yapmak şöyle dursun, düşünemediğimizi başardınız. büyük finalimiz yayınlandığı için teşekkür ederim." iyi hoş da, maç uzatıldığından iki saat sürmüştü. devre aralarıyla birlikte, başıyla, sondaki töreniyle şöyle böyle iki buçuk saate yakın aralıksız konuşmuştum. yayın bittiğinde baktım: telefon ahizesini iki buçuk saattir tuttuğum kolum ovuşmuş, indiremiyorum, hareket ettiremiyorum. bir süre bekledim. baktım, karşıdan samim var geliyor. koşa koşa geldi, "şimdi telefonla konuştum. yayın harikaymış" dedi. ve elimi tutarak indirdi. mosmordu dirseğimin iç tarafı. iki buçuk saat öyle durmaktan. indik samim'le aşağıya... namık sevik, doğan koloğlu, semai şatıroğlu, bülent bergamalı bekliyorlardı. mutluluğumu paylaştım onlarla... ingilizleri, almanları güldürecek bir işi başarmıştık. ankara'da tüm teknik kadromuz, ptt'de görevliler, merkez stüdyoda güneş tecelli, ne bileyim bir avuç insan, bir mucizeyi gerçekleştirmiştik işte.
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
federal almanya ile ingiltere arasındaki 8. dünya kupası finalinde 90 dakikalık normal süre çok mücadeleli geçmiş, ingilizler'in maçı 2-1 kazanarak kupayı aldıkları sanılırken son dakikadaki gol, durumu 2-2'ye, finali uzatmaya götürmüştü. sonrasında yıllar boyu uzayacaj tartışmalı gol gelmişti. top önce üst direğe, sonra da kale ağzında yere vurup çıkmıştı. isviçreli hakem dienst, yan hakem sovyet bahramof'la konuştuktan sonra ortayı göstermiş, "gol" kararı vermişti. almanlar sonrasında pozisyonun çeşitli fotoğraflarını bastılar, filmini gösterdiler. hepsi de gol olmadığını ortaya koyuyordu. ama hakem "gol" deyince "gol" olmuş ve bu golle kupanın kaderi de çizilmişti.
bozulan almanlar dördüncü golü yemekte gecikmiyor ve 120 dakikalık finali 4-2 galip bitiren ingiltere, dünya kupasfnın sahibi oluyordu.
banks-cohen, jackie charlton, bobby moore, wilson - stiles, bobby charlton, martin peters, - alan balı, hurst, hunt düzeniyle 4-3-3 oynayan ingilizlerin 4 golünden üçünü hurst, birini martin peters atmıştı.
tillkovvski-höttges, schulz, weber, schnellinger - beckenbauer, overath - haller, uwe seeler, held, emmerich kadrosuyla 4-2-4 uygulayan federal almanya'nın iki golünü haller veweber kaydetmişti.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında akif kurtuluş'un "'74, '78 ve dükut-der'in şanlı mücadelesi" başlıklı yazısından;
türkiye'de dünya kupalarını "seyir tarihinin" 1974 haziranıyla başladığını söylemek, benim gibi 1950'li yılların sonunda doğmuş olan kuşağa mensup biri için, yanlış değildir. ama küçük bir eksik var burada.
bu eksiğe işaret etmezsem, dışkapı'daki nur sinemasının tahta koltuklu loş salonuna; dahası, "şahsi" tarihime haksızlık etmiş olurum. aydınlık subayevleri'nde ("oleyis" mahallesi de deriz) üçpınar sokaktan bir kamyonet kasasını dolduran ilkokul öğrencileri, yanlarında ortaokul seviyesinde birkaç ağbisiyle birlikte üç dört hafta üstüste kinova filmlerine bu sinemada gitmişse, bu, filme gösterilen tezahüratın eseri değildi, kuşkusuz. her filmden önce giren ziraat bankası'nın reklam 'parçası'nda -o yıllar reklamlardan bahis açılırken "kuşak" tabir edilmezdi- bu kez, '66 dünya kupası'nm gollerini, tüm zamanların duayeni halit kıvanç anlatıyordu. almanya son dakikada maçı 2-2'ye bağlamıştı. 7 temmuz 1966 günü, üst direğe vurup çizgiye inen, sonra da dışarı çıkan top, hakeme göre; o gün wembley'de üç gol atan hurst'un ikinci golüydü. ama tartışma, ne bizim izlediğimiz gün sinema salonunda bitti, ne de yarım saat yürünen yoldan sonra geldiğimiz mahallede. haftalarca tartıştık, hâlâ tartışıyoruz. çünkü o final, suya doymayan bir pilavdır.
ama küçük bir not: bizim kuşak eusebio diye bir adamı belleğine aşağı yukarı bu dönemde almıştır. bir not daha: "mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi" retoriğinden hareketle, "kaizer" beckenbauer'm telif hakkının '66 kupası'nda olduğunu da unutmayalım.
(tayfun öneş, four four two dergisi’nden alıntıdır)
1966 yılında ingiltere’nin westminister şehrinde bir kültür sarayı’nda anneler günü kutlanıyor ve 3 milyon pound değerindeki pul koleksiyonu halka teşhir edilmekte. daha sonraları “şakacı” olarak anılacak bir hırsız aynı saatlerde binaya girmeyi başarıyor ama onun derdi 3 milyon pound değerindeki pullar değil. o, bir alt katta duran ve topu topu 2 bin pound değerindeki dünya kupasının peşindedir. 6 güvenlik görevlisi tarafından korunan kupa yine de çalınıyor ve fifa için utanç günleri başlıyor.
prestij kaybı, kupanın parasal değerini bir anda 2 binden 15 bin pounda çıkartıyor. bulup getiren bu para ile ödüllendirilecek. olaydan 7 gün sonra david corbett adlı bir ingiliz londra’nın güneyinde pickles adlı köpeğini gezdirmekte. pickles bir ara bir çöplükteki kağıtları karıştırmaya başlıyor ve sarı bir kesekağıdını yıtmasıyla ortaya çıkan şey, uğruna ulusların göz yaşı döktüğü dünya kupası’dır. kupayı bulup fifa’nın şerefini kurtaran bir köpek olunca, cimri ingilizler ödülü kırpmaya karar veriyorlar. pickles’ın sahibi 6 bin poundla yetinmek zorunda kalıyor.
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
futbolu icat eden ingilizlerin dünya kupasını yalnızca bir kez kazanmış olmaları şaşırtıcı değil mi? her kupaya şampiyonluk parolasıyla başlayıp hayalkınklığına uğrayan ingiltere 30 temmuz 1966'da kendi evleri wembley'deki finalde uzatmalarda federal almanya"yı 4-2 yenerek şampiyon oldu. ingiltere'nin üç golüne imza atan geoff hurst şampiyonluğu garantileyen 4. golünü şöyle anlatıyor: "artık son dakikalardı, hakem bitiş düdüğünü bir türlü çalmıyordu. topu mümkün olduğunca uzağa atmak için vurmaya niyetlendim. ama istediğim gibi vuramadım, gol oldu."
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
şampiyonanın tamamı ilk kez uydu aracılığıyla naklen verildi ve hakemlerin "şov"unu bütün dünya siyah-beyaz olarak izledi. daha önceki dünya kupasında avrupalı hakemler yirmi altı maç yönetmişlerdi, o yıl kıran kırana geçen otuz iki maçın yirmi dördünü yöneticiler onu şampiyonada oynatmamaya karar verdiler.
final maçını kraliçe elizabeth de izledi. gerçi "gol!" diye bağırarak ayağa kalkmadı; ama gizli gizli alkışlamayı sürdürdü. final karşılaşması ingiltere'nin bobby charlton'u ile almanya'nın beckenbauer'i arasında bir mücadele gibi görünüyordu. charlton tehlikeli, deneyimli bir "kanat" oyuncusuydu; beckenbauer ise mesleğe yeni başlamıştı ve kâh ileride kâh geride oynuyordu. rimet kupası birisi tarafından çalınmıştı, fakat pickles adlı bir köpek onu londra'da bir bahçeye atılmış olarak buldu. bu şekilde kupa zamanında sahibinin eline geçti, ingiltere maçı 4-2 kazandı. portekiz üçüncü oldu. dördüncülüğü de sovyetler birliği aldı. kraliçe elizabeth ingiliz karmasını şampiyon yapan alf ramsey'e asalet unvanı verdi ve pickles adındaki köpek de halkın gözbebeği haline geldi.
66 dünya kupası savunma taktikleriyle dolu olarak geçti. bütün ekipler "sürgü" taktiğini uygulayıp durdular; "süpürge" adı verilen bir oyuncu beklerin arkasındaki final çizgisini taramakla görevliydi. buna rağmen portekiz'in afrikalı oyuncusu eusebio rakiplerinin artçı birliklerinden oluşan bu aşılmaz duvarı dokuz kez aşmayı başardı. onun ardından alman haller altı golle golcülük listesinde ikinci sırayı aldı.
ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
wembley mazi oldu
yerine yenisi ve daha büyüğü yapılmak üzere, ingiltere'nin en büyük futbol mabedi wembley kapatıldı. 2000 yılının milenyumu sayılan bu yeniden oluşumu ile wembley kapasite olarak kalabalıklaşacak ama, mana olarak mazinin ihtişamı içinde bakıldığında hatıra zenginliğine hiçbir zaman ulaşamayacak.
benim kuşağımın ilk gençliğinde ezbere bildiğimiz türk futbolu yanında, bizim dışımızdan tek haberimiz patlayan ikinci dünya savaşı'nın barut kokuları, takım ve stad olarak arsenal ile wembley idi. londra olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız şampiyonluktan olmasa bile finalden o kadar emindi ki, o ekibin en büyük yıldızı fenerbahçeli lefter'in şu konuşması önüne tarih düşülecek kadar önemliydi: "finale çıkmak türk futbolu için şereftir, şampiyon olmak türk futbolu için şereftir. ama türk futbolcusu için wembley'in çimenlerine basmak en büyük şereftir." bu final hayali bu şampiyon olma niyeti, hele hele wembley çimenine basma emeli türkiye'ye wembley kadar uzak kaldı. çin'i 4-0 yenen ve eleyen milli takım yugoslavya'ya 3-1 yenildi ve şampiyonaya veda etti. ama türk futbolcusu için wembley çimeninin o zaman böyle esatiri bir ürpertisi vardı.
ingiliz futbolunun ve milli takımın en yüce futbol mabedi olarak anılan ve sayısız zaferlerin altındaki çimen olarak ünlenen wembley stadı, ayrıca son 50 yılda avrupa'nın en büyük yıldızlarının futbol gezdirdiği bir mesire yeri oldu. wembley stadı birçok ingiliz sevinçlerinin yanında asrın en büyük top üzüntüsüne görgücü olarak macaristan'ın ingiltere'yi kendi topraklarında ilk defa 6-3 yenmesine de tanıklık yapan stad oldu. wembley, ingiltere'nin futbol tarihinde ilk ve son defa kazandığı dünya kupası şampiyonluğu ve maçları ile, ingiltere ve batı almanya arasında oynanan finale ev sahipliği yaptı.
1990'dan sonra üstünde sadece ingiliz milli takım maçları ile kral kupası finallerinin oynandığı wembley kapılarını ünlü müzik gruplarına ve solo şarkıcılara açtı ve salt futbol stadı olan tarihi yer, açık hava müzikholü olarak hizmet vermeye başladı. futboldaki payitaht kaybolmuştu artık.
bizim futbolcuların sıradan olanlarının bile son yıllarda sekizlik yenilgilerle çimenine ayak sürdüğü emektar wembley, artık elli yıllık eski itibar ve futbol tapmağı olma gizini kaybederek içine mikrofon ve her türlü enstrümanın konduğu bir açıkhava müzik gösteri merkezi oldu.
şimdi yeni çehresiyle açılacak ve futbolla birlikte dünya müziğine de hizmet verecek olan yeni wembley stadı, eski günleri ve o eski hatıraları artık kendi arşivinde bulacak. bakarsın futbol yerine bir vakitte real madrid'te kaleci oynayan julio ıglesias'ın torunu ispanyolca şarkılar okuyacak. bir tarihte sekiz yiyerek wembley çimenine ayak basan türk futbolcuları yerine ibrahim tatlıses sahneye çıkıp bir urfa uzun havası patlatıp alkışlanacak.
ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
alf ramsey 1966 yılında dünya kupası'nı kazanan ingiliz milli takımı'nın oyuncularını anlattığı kitapta, tribünlerde ingiliz seyircilerinin sonuncu aşkı olan nobby steils'i şöyle anlatıyordu:
"oyuncularımın posterleri londra metrosunun girişindeki asırlık gazete bayiinin dar perceresinden eller içeri sokularak kapışılacak. bu postlerler başkentin caddelerinde bir başucu kitabı gibi insan kafalarının en büyük belgesi ve gururu olarak futbolun aktüel aksesuarını teşkil edecek.
ingilizler puplarda bu posterlerin duvara yapıştırılmış görüntülerine bir ikona saygısı göstererek biralarını yudumlayacak, evlerdeki çocuk odalarını yatılı okullardaki soğuk ve kasvetli yatakhanelerin devasa surlara benzeyen tuğlalı çerçevelerini bu posterler, (gelecekte olunması gereken ilah) esatiriliği içinde süsleyecek.
ama o tarihi gazete bayiini az geçip metronun merdivenlerini iner rutubetli ve küf kokulu antreye vardığınızda ilk yere atılmış ve hemen basılmış poster nobby'nindir muhakkak...
çünkü o seyirciye ve gösteriye değil, sadece takımı ve futbol için yaşadı..."
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
behramov tevfik, almanya'da henüz unutulmayan, ama futbol dünyasının geri kalanında hiçbir zaman gündeme gelmemiş olan bu kafkasyalı, bir keresinde bir dünya şampiyonası final maçına uzakltan karar bildirmişti. ama bu durum sözümona ancak behramov'un malezyalı bir fifa görevlisine iki kutu havyar vermesi ve bu sayede 1966 dünya kupası final maçı için yan hakemliğe atanmasıyla mümkündü -en azından hakem nikolay latişev böyle olduğunu iddia etmişti otuz yıl sonra.- maçın kaderini belirleyen o ünlü gol, almanya'da on yıllardır üçünü gol olarak anılıyor; gerçekteyse 1966 dünya kupası'nın 3-2 biten uzatmalı finalinin beşinci golüydü. bir tek alman cumhurbaşkanı lübke görmüştü "topun fileye çarptığını" ve tabii ki bir de "çizginin bilmem kaç mil uzağında" olduğunu söyleyen şutu atan hurst. ne var ki topun nerede olduğu tam anlaşılamadığından futbol tarihinin en ünlü diyalogu geçmiş oldu. hakem dienst'in yan hakem behramov'a sorusu: "was the ball behind the line? (top çizgiyi geçti mi?)" behramov başını kuvvetlice sallar ve "yes, behind the line (evet top çizgiyi geçti)" der ve orta noktayı işaret eder. gerhard henschel ve günter willlen, birlikte yazdıkları "içeride mı, çizgide mır adlı kitapta "üçüncü gol tıpkı üçüncü dişler gibi -kâh içeride kâh içeride değil", diye yazdılar. 1996'da oxford üniversitesi'nin yaptığı bir araştırma bilimsel sonuca ulaşmıştı: içeride değil.
ingiliz golcü geoff hurst, batı almanya ile oynanan ve 4-2 kazanılan final maçında 3 gol birden atarak bir final maçında hat-trick yapan ilk oyuncu oldu.
wembley deki finale çıkarken tarih ingiltere'nin yanındaydı. ingilizler 1901 yılından beri almanlar karşısında hiç kaybetmemişlerdi. ama 13. dakikada golü atan taraf batı almanya. siggi held'in kornerinde ray wilson'ın kafasından seken top haller'in vuruşuyla ağlara gidiyor. altı dakika sonrasında ise bobby moore'un hızla kullandığı serbest atışta geoff hurst nefis bir kafa vuruşu yapıyor. helmut schön'ün sepp maier sakat olmasa oynatmayacağı kaleci tilkovvski. topu ağlarda görüyor. 77'de peters'in golü ve son saniyelerde weber'le gelen dramatik beraberlik. uzatmada yaşanacaklar olmasa bugün herkes weber'in karambol golünü konuşacaktı. 100. dakikada yaşananlar ise belki 100 yıl daha unutulmayacak cinsten. ball'un sağdan ortasına geoff hurst ön direkte şutluyor. top, kaleci tilkowski'yi geçip üst direğe çarpıyor.
ardından yerden seken topu almanlar kornere atıyor. hurst, gol atmış gibi ellerini havaya uzatıyor. maçın hakemi dienst, yan hakemine gidiyor. sovyetler birliği futbol federasyon u'ndan tevfik bahramov (bugün azerbaycan'ın bakü kentindeki stat onun adınadır), topun içeri girdiğini belirtiyor. uzatmanın ikinci yarısında hurst, bir dünya kupası finalinde hattrick yapan ilk futbolcu olmayı başarıyor ve maç 4-2 bitiyor. yıllardır bilimsel çalışmalarla o pozisyonun gol olup olmadığı kanıtlanmaya çalışıldı. ne var ki hepsinde farklı sonuçlar . elde edildi. bahramov da artık yaşamadığına göre gol olduğunu kabul etmekten başka çare yok.
#12 1966'daki o gol ingiltere vs batı almanya, 1966
tüm zamanların en anlamsız futbollarından biriydi belki ama ingiltere'nin perspektifinden en önemli maçlardan biri oldu. 1966 finalinin uzatma dakikalarının onuncusunda, geoff hurst'ün vuruşunda top direğe ordan da çizgiye çarpmıştı. tartışmalı bir ortamda, aralarında anlaşabilecekleri ortak bir dil bile olmayan azerbaycanlı yan hakem tevfik behramov'a danışan isviçreli hakem gottfried dienst on saniye boyunca gol kararı verip vermeme konusunda tüm wembley'in soluğunu tutmasına yol açü. hurst tedirgin bir şekilde yavaş yavaş ilerlerken, alan ball "gol" diye çığlık atıyordu. bu gol kararı ancak iki hakemin ailelerinin ikinci dünya savaşı'ndaki kimi hatıralarının bir sonucu olabilirdi, başka tutarlı dayanağı yoktu. sebebi ne olursa olsun, "rus" yan hakem, hurst'ün vuruşuna gol diyerek, ingilizler için çok saygıdeğer bir kişilik haline geldi.
1966 dünya kupası'nı ingiltere'ye getiren isimlerden geoff hurst'ün final maçında giydiği forma 2.7 milyon euro karşılığında satışa çıktı
ingiltere'nin ilk ve tek dünya kupası şampiyonluğunu yaşadığı 1966'nın final karşılaşmasında sir geoff hurst'ün giydiği formaya gelmiş geçmiş en yüksek fiyat biçildi: 2.7 milyon euro. almanya karşısında ingiltere'nin 4-2 kazandığı final maçında hat-trick yapan hurst'ün 2000 yılında 106 bin 750 euro'ya sattığı formayı 2008'de açıklanmayan bir fiyata satın alan koleksiyoncu andrew leslau, önceki değerinin yaklaşık 25 katına satma kararı aldı. 44 yıllık formayı 1.16 milyon euro'ya sigortalatan leslau'nun, istediği rakamın ödenmesi durumunda tarihe en pahalı forma olarak geçecek. daha önceki rekor 2002 yılında 183 bin 500 euro'ya satılan pele'nin 1970 dünya kupası'nda giydiği formaya aitti.