fenerbahçe’yle oynanan jübile maçının son dakikalarında, can bartu’yla formalarını değiştirerek kısa bir süre kendisi fenerbahçe, can bartu ise galatasaray için oynayarak bu maçı ölümsüzleştirdiler
bu kez başlama vuruşu onun için yapılır...kısa süre sonra oyun durur ve kahramanımız omuzlarda sahayı terkeder. ertesi günkü gazetelerin yıldız tablolarında en çok yıldız ona verilir. huzurlarınızda türkiye'nin en ilginç jübileleri ve kahramanları.
-coşkun çelik
futbol tarihine ilişkin notlar, futbolcusuna jübile yaptıran ilk takımımız olarak fenerbahçe'nin ismini verir: "lefter-1964". lefter küçükandonyadis bir fenerbahçe-beşiktaş maçıyla, "çok sevdiğim formamı artık tribünden seyredeceğim" diyerek veda etti sahalara. kaya ile hüseyin'in karşılıklı golleriyle maç 1-1 bitti. o güne dair lef'ter'in omuzlara alındığı anın resimleri ve bir de kahraman bapçum'un lefter'e vedası kaldı tozlu sayfalarda: "müzelerde eserler görmüşüzdür. yan yana sırt sırta dizili eserler. bunlar arasında kaç yüzyıllık fark olduğunu ancak uzmanlar anlar. tarihin malı olduktan sonra 300 yıllık eser de 3000 yıllık eser de nasıl da eskilikte birleşivermiştir. futbolumuzun tarih olmuş isimlerine bakarken lefter'i, zeki rıza, arslan nihat, bekir, şeref bey, fikretler, gündüz ve daha binlercesinin arasına karışmış bulacağız. tarih olmuş değerlerin kaderi eskilikte birleşiverir. lefter de ilk türk futbolcusu fuat hüsnü kadar eskidir artık..."
evet, önce lefter gitti sonra diğerleri... en çok metin oktay'ın gidişi konuşuldu. gazeteler jübilenin bir hafta öncesinden itibaren metin'le ilgili büyük büyük haberler yapmaya başladılar, metin'in hayatı yazıldı, çizildi. tercüman gazetesi iki hafta öncesinden metin'in palermo'daki futbol günlerinde hayranlarından gelen mektupları yayınladı. hazırlanan bir şilt, hafta boyunca beyoğlu'ndaki galeri kristal'de sergilendi. aynı tercüman ayrılık günü geldiğinde, "sahi mi metin, bu son mu?" başlığını attı. galatasaray, metin için bir de izmir'de göztepe'yle özel maç yapacaktı ama efsanevi oyuncu istanbul'da son kez 26 ağustos 1969 tarihinde seyircisinin karşısına çıkıyordu. fenerbahçe ile oynanacak maç öncesi ilk olarak cumhurbaşkanı cevdet sunay'ı ziyaret etti sonra da mithatpaşa'nın çimlerine çıktı. 'ilk yarının son 10 dakikasında metin, can bartu'nun fenerbahçe formasını, can bartu da metin'in 10 numaralı formasını sırtına geçirdi. böylelikle metin'in 17 yıllık futbol hayatının 10 dakikası da ezeli rakipte geçmiş oldu. maçın 52. dakikasına gelindiğinde metin oktay omuzlara alınarak veda etti. maç 1-1 bitti. "sahi mi metin, bu son mu?" diyen gazete doğal olarak bir gün sonra "metin sahiden gitti" başlığını attı. islam çupi yazısında, "beyler bundan sonra bilet almak için , birbirinizi boşuna çiğnemeyin. çünkü burada artık futbol oynanmayacak" sözleriyle uğurladı kral'ı...
metin'in jübilesinde onun formasını giyen can bartu da bir yıl sonra 6 eylül 1970 tarihinde veda etti futbola. fenerbahçe-beşiktaş maçıyla son kez sahaya çıkan can için atılan gazete başlıkları maç öncesinde "buna can mı dayanır?", maç sonrasında ise "can gitti" oldu... fenerbahçe, beşiktaş'ı 1-0 mağlup etti. bartu kariyerini, "keşke futbola bu gece başlasaydım" sözleriyle noktaladı. gidişine inanılmayan isimlerden bir diğeri de yasin özdenak oldu. 1975-76 sezonu sonunda kulüp başkanı selahattin beyazıt'la tatsız bir sürtüşme yaşayan yasin özdenak, "eğer futbol yaşandığı kadar oynansaydı ömrümün sonuna kadar galatasaray'da kaleci olurdum" diyerek fenerbahçe'nin galatasaray'ı 2-1 yendiği maçla erken veda etti. futbolu bıraktıktan sonra umulmadık anda cosmos'dan gelen teklifle abd'nin yolunu tuttu...
fenerli metin, cim bomlu can 23 ağustos 1969 / fb 1 gs 1
bir devir kapanıyor, bir efsane futbolu bırakıyordu. pek de gönüllü olmasa da metin oktay birbirinden harika anlarla bezediği futbol yaşamını ezeli rakip fenerbahçe karşısındaki jübilesiyle sonlandınyordu. maçın son dakikalarına kadar topun peşinden koşmadan edemedi gerçek kral. herkes onun maçtan çıkacağını düşünürken fenerbahçe kaptanı can bartu'yla bir araya geldi ve formasını sinyor'a verdi, onunkini de sırtına geçirdi. fenerli can galatasaray'da, galatasaraylı metin fenerbahçe'de oynadı son dakikaları. bir rüya olsa bu kadar güzel olamazdı. rüyanın en güzelini de yine metin oktay yazdı.
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
"yalnız tribünlerin değil, hakemlerin de sevgilisiydi" cezmi başar hakem
metin'i izmirspor'da oynarken tanıdım. galatasaray'a geçtikten sonra pek çok maçlarda, milli takım kamplarında ve dış seyahatlerde beraberdik, onunla...
0 her şeyden önce "efendi" bir sporcu idi. engin şöhretine rağmen herkesin takdir ettiği tevazuu bir an bile elden bırakmadığı bir vakıadır. her gittiği yerde krallar gibi karşılanan, her maça çıkışta tribünleri ayağa kaldıran ve en büyük portreleri stadyumlara bayrak gibi çekilip sallandığı metin, bu te-vazuundan sonuna kadar inhiraf etmedi, asla şımarmadı.
galatasaray kaptanlığını deruhte etmeden önce takım arkadaşları hakemle konuşur, zaman zaman toplu olarak itiraz ederken, onun bir kenarda, bu çirkin hadiseyi protesto eder şekilde başını eğerek put gibi durduğu hala gözlerimin önündedir.
daha sonraları ise bu qibi hareketlere tevessül edenleri azarlayıp hakemlerin en büyük yardımcısı olduğu herkes tarafından bilinir.
çok iyi hatırlıyorum: iki mevsim önce ali sami yen'de ofsayt pozisyonunda kaydettiği bir golü iptal ettiğim için, tribünlerin muayyen bir köşesinden yükselen o çirkin tempoya doğru yürümüş ve iki kolunu açarken koca kütleyi bir anda susturuvermişti.
ona hakemlik hayatımda bir defa yazılı ihtar vermek bedbahtlığına uğradım: üzerinde büyük dedikodular yapılan bir altay-galatasaray maçı idi. metin, o güne kadar hiç görmediğim, çok sinirli bir haleti ruhiye içinde bulunuyordu.
ikinci yarının sonlarına doğru, galatasaray'ın bir golünü iptal etmiştim. o anda metin koşarak yanıma geldi ve.- - nasıl olur, top rakipten gelmişti, ofsayt olamaz, demişti. söz düellomuz biraz sertçe cereyan etmiş ve ben de defterimi çıkararak adını kaydetmiştim.
aradan iki dakika geçmeden topun avuta çıktığı sırada metin yanıma yaklaşarak şöyle konuştu:
- abicim, kusuruma bakma, şampiyonluğa oynadığımız için sinirliyim. beni affedin, ne olur.
maçın hitamında da elini uzatarak aynı sözleri tekrarlamış ve beni adeta ihtar verdiğime pişman ettirmişti.
metin oktay, işte böyle bir sporcu, böyle efendi bir futbolcu idi. onun için de yalnız tribünlerin değil, hakemlerin de sevgilisi ve en beğendiği futbolcu olarak, ebediyyen hafızalarda ve kalplerde yaşayacaktır.
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
türkiye'nin en büyük santraforu doğan koloğlu akşam gazetesi yazarı
futbolu bırakacağını ilan ettiği yıl "gol krallığı tacını" giyen metin'i jübile gecesinde de 'türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük santrforu" ilan ediyoruz. bu titr metin için bugüne kadar aldığı mükafatların en büyüğü, en doğrusu ve en değerlisidir. yarım asırlık türk futbolunun adım adım seyrettiğim yarısından fazlası ve kulisinde yaşadığım ilk yirmibeş yılında metin bütünlüğünde bir 9 numara sahalarda görülmemiştir.
türk futbolünde büyük santrforlar vardır: bunlar beşiktaş'tı bülent esel, kemal, galatasaraylı cemil, gündüz, reha, fenerbahçeli zeki, bekir, suphi, melih'tir. bunların içinde suphi'nin 100, metih'in de 200 ve 400 metrelerde milli atletizm takımında olduğu düşünülürse, metin'in ağır temposuyla "süratli santrfor" türünde bunların yanında aciz kalacağı bir vakıadır. nitekim italya'da metin'in muvaffak olamayışının bir sebebi de, italya liginin küçük takımı palermo'da oynamasıdır. daima defansına dikkat ederek ve kontraatak oynamak mecburiyetinde kalan palermo, metin'in sür'ati olmadığı için etkisiz kalmıştı. metin takımın onsekiz içine veya üstüne getirdiği topu yerden ve havadan değerlendiren santrfor tipidir. yoksa bugünkü fenerbahçeli abdullah veya suphi ile melih gibi santrhafla kaleci arasına atılacak topu deparıyla kovalamayı, hiçbir zaman denememiştir. metin palermo'da tek başına santrada kaldığı için italya'da muvaffak olamamıştır.
yukarıdaki santrforlar için de bir de cemil, reha ve kemal gibi suphi ve melih kadar sür'atli olmadıkları halde, metin'den daha hareketli sert ve "fiziklerinde yırtıcılık" olan santrforlar var... metin hiçbir zaman yırtıcı da olamamıştır.
mesela bir katır cemil gibi ayaklarının dibinde yatan kalecinin kafasına basmak ile "terör yaratan belalı" santrfor tipi de değildir. hatta bir bakıma metin defans oyuncularının tekmleleri altında hiçbir zaman büzülmemiş ancak susmuş, korkmamış fakat "tekmelerin tekniği kemiren" yıpratılıcılığına boyun eğmiştir. nitekim onun gibi italya'ya giden eski beşiktaşlı bülent esel santrfor olarak çizmede ondan daha etkili olmuştur. bülent esel'in bu muvaffakiyeti biraz da "tekme hamalı" oluşundandır. tekme, itme ve şarj bülent'e vız gelir ve çoğu zaman bütün bu sun'i silahları çiçek döker gibi yelpazeleye yelpazeleye hedefine uzanır. metin'in italya'da muvaffak olamayışının bir sebebi de bu tür şarjda zayıf oluşudur. yani metin süratti olmadığı gibi yırtıcı da değildir. halbuki ideal bir santrfor için sür'at kadar yırtıcılık ve şarja tahammül de bir meziyettir.
metin oyun içinde zeki rıza kadar zeki ve gündüz kılıç'la hakkı kadar "moral şahlandırıcı' olamamıştır. aslında kaleci, santrhaf ve santrfor mevkilerinin bir özelliği de, buradaki elemanların şahlanmasıyla bir maçın sonucunun değişebilmesidir. mesela bir bek maçın sonucunu kaleci kadar etkileyemez. bunun istisnası yok mudur? tabii ki vardır. eski galatasaray'ın majino defansındaki sağ bek faruk zaman zaman tek başına bir forveti durdurmuş ve maç sonucuna tesir etmiştir. ama bu güç çoğu zaman turgay ve cihat gibi kalecilere has bir özellikti.
metin, son iki yılki kaptanlığı hariç bu yerde bir hakkı bir gündüz kılıç olamamıştır.
peki metin nedir?
bütün bu eksikliklerine rağmen metin neden türkiye'nin en yi santrforudur. gündüz kafa toplarında ne kadar üstünse "şut atmakta" o kadar etkisizdi. üç kişiyi göğüsleyerek kaleye topla birlikte girdiği için lakabı 'tank"tı. metin kafa toplarında gündüz kadar güçlü olup, üstelik havalanarak kafa hizasından vole atacak kadar da "pozisyon cambazıydı". rakibi göğüsleyerek kaleye sokmazsa da çok ustalıkla kullandığı kalçasıyla "rakip kendini havada" yürümüş görürdü. metin "havada çarpan" adamdı. bu çarpma anında "topla buluşur" golü dengelerdi. suphi ve melih toplarla buluştukları an "rekor süratleri" top kontrolsuzluğundan randıman vermez metin kendi sürati içinde "hiç yavaşlamadan topla kaçardı."
zeki ve bekir şutlarıyla efsaneleşmiş insanlardı. ancak metin'in romanya'ya bükreş'te yenildiğimiz maçta santra yapılır yapılmaz 40 küsur metreden metreden çektiği ve direkten dönüp onsekiz çizgisine düşen füzesi ile fenerbahçe'ye arlığı ağları yırtan gol diğer iki "ayak devinden aşağı" değildi. hele metin'in 360 dereceden dönerek her pozisyonda kaleyi şutla bulması eskilerden beşiktaşlı şerefte bile bulunmayan bir "bale estetiği" hüviyetini futbolüne taşıyordu. bu incelik zeki rıza'da, küçük fikret'te vardı ama "en gole gideni" yani futbolun "gol gangsterliği" metin'de patentlenmişti. metin vücudunun her yerine isabet edecek topu "kaleye gönderebilecek gelmiş geçmiş tek büyük santrfordur" sloganı onun yukarda saydığımız bütün fizik eksiklerini silip jübile gecesinde futbol tarihinin yeni bir "krallığı" ile çıkarmaktadır.
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
bir metin vardı ki eşfak aykaç hürriyet gazetesi yazarı
metin'in jübilesi yapılıyor... bu mutlu olay beni hayal aleminde 13 yılın ötesine götürdü. tek seçici olarak macaristan'ın karşısına çıkaracağım türk milli takımını kurmağa çalıştığım günleri düşünüyorum. şurası, burası delinmiş kadronun "9" numaralı mevkiindeki kocaman istifham hala gözlerimin önünde. kim giymelidir milli takımımızın "9" numaralı formasını.
galatasaray'ın 10 numarası var... topa çok sert vuran iki ayağı, eşsiz bir "timing" hassasiyle yükselerek, uzayarak, attığı kafa şutları dikkatimi çekti. şu izmir'li genç beceremez mi işi acaba?
o ara ankara'ya giden galatasaray'dan rica ediyorum. bu genci orada yapacağınız maçlarda santrfor oynatır mısınız?
oynatıyorlar... galatasaray'ın açık farkla galibiyeti ankara'daki iki maçın santrforu izmir'li delikanlı. nefis oyununu yağdırdığı gollerle süslüyor. böyle aldı, benim ilk milli takımımın santrforu metin oktay, o yeri...
soğuk bir gün yağmurlu bir pazar günü... teknik yöneticiliğini yaptığım galatasaray, fenerbahçe ile şampiyonluğun iki maçından ilkini oynuyor, galatasaray pek güçlü değil o yıl... 0 1959 yılı... ama varlarıyla yoklarıyla mücadele ediyor bizimkiler. golsüz biten ilk devreden sonra maçın son çeyreğine geldik... ve metin sol tarafta topu yakaladı, iki rakibini ekarte ederken büsbütün sola kaymış, şut açısı neredeyse sıfırla ifade edilecek kadar daralmıştı. fakat vurdu metin, balyoz gibi vurdu. mermi hızıyla giderken duralayıp dışarı düşen topun gole bağlandığını yırtılan yan ağlardan anladık...
böyle attı metin galatasaray tarihine altın harflerle geçen bu galibiyetin tek golünü...
yıllar geçerken olgunlaşan "üstad" olmak yolundaki merhaleleri aşan metin'i başta milli takımların sorumlu, galatasaray'ın yöneticisi ve alelade bir seyirci olarak hayranlıkla, takdirle seyrettim bugün bende hasıl olmuş bulunan kanaat şudur. metin, türk futbolunda menkıbeleri nesilden nesile devredecek "dev" varlıklardan biri olmuştur. yarının ihtiyarları bugünkü gençlik elli yıl sonra o günün gençlerine başlarını iki yana sallayıp şöyle diyecekler. bir metin vardı ki...
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
metin teknik sahada da başarılı olacak samim var hürriyet gazetesi yazarı
metin için düşünüyorum da, bir türlü yazacak bir şey bulamıyorum. zira metin gerek futbolcu gerek bir insan olarak o kadar mükemmel ki hakikaten bunları kaleme almak bir hayli zor.
yılların unutulmaz gol kralını on beş yıldan beri tanırım, futbol sahaları dışında, bilhassa italya'ya transfer edildiği ilk günlerinden itibaren palermo'da başlayan ve bir ay kadar devam eden yakın bir hayatımız var. aşağı yukarı bilhassa akşamları enna adındaki kamp mahallinde birlikte oturur ve dertleşirdik. işte ben burada metin'in ne kadar hassas ve derin bir kimse olduğunu anlamıştım.
metin'in futbolculuğu hakkında fazla birşey söylemeye gerek yok, zira bütün bildiklerimiz ve gördüklerimizden sonra bu mevzuyu unutmak sadece ukalalık olur. uzun yıllar memleketin gol krallığını elinde tutan ve şahane gollerle gözleri doyuran bir futbolcu için fazla ne söylenebilir.
bence metin futbolu bırakmasının hemen akabinde yıllarca emek verdiği galatasaray'da teknik direktörlüğe getirilerek manasız yere harcanma yoluna gidildi. şahsen bu efendi futbolcunun bir mevsim sonra teknik direktörlükten ayrılması onun bu sahadaki kariyeri için çok daha iyi oldu.
kanaatimce yalnız yıllarca oynadığı galatasaray taraftarlarınca değil, bütün futbol ve spor meraklıları tarafından sevilen ve sayılan metin zihninden geçirdiği ve bana anlattığı planını tatbik imkanını bulabilirse memleketimiz iyi bir futbol adamı kazanacaktır. ben buna inanıyor ve metin'in teknik sahada da başarılı olmasını temenni ediyorum.
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
metinle beraber on beş yıl halit kıvanç spiker-tercüman gazetesi yazarı
kral'la göklerde tanıştım ben... işte yılı yılına, günü gününe, saati saatine: 6 nisan 1954 salı günü saat 15'te bir hollanda uçağındayım... ve "kemerlerinizi çözebilirsiniz" izni üzerine kalkıp arkadaşlarımı tanımaya çalışıyorum. körpecik delikanlılar arasında dolaşırken, adlarını, kulüplerini öğreniyorum... "ben" diyor mahcup bakışlı biri "metin... metin oktay... izmir yün mensucaftanım..." başarı dileği... ve geçiyorum... türk genç milli takımıyla frankfurt'a, almanya'da organize edilen dünya gençler şampiyonasına gidişim bu...
* * *
imzam altındaki bir yazıda "metin" adı ise ilk defa 10 nisan 1954 günkü 'türk spor" gazetesinde geçiyor. bonn'dan verdiğim haberde, ertesi gün oynanacak türkiye-belçika genç milli maçına çıkacak kadroyu bildiriyorum;"varol -tayyar, nihat - güngör, ergun, k.erol - coşkun, metin, yıldırım, ahmet, ali."
* * *
metinin ilk ay-yıldızlı golünü de iki gün sonra aynı gazetede veriyorum; "k.erol'un sol geriden uzattığı pası ahmet kaleye şandelledi ve sağiçimiz metin topu nefis bir kafa ile belçika kalesine soktu..." izmirli küçük metin'in bu büyük golü attığı maç aynı zamanda milli formayı ilk giydiği gün olarak tarihe geçiyor.
* * *
12 nisan 1954, günlerden... almanya'nın bergneustadt stadında alkışlanan bir başka "metin g0lü"nü telefonda anlatıyorum gazeteye; belçika'dan sonra isviçre'yi de yendik. 1-0 kazandık. galibiyet golümüzü, daha iki maçta parlayan metin attı. ne yazık ki, daha sonra sakatlandı bu büyük istidat... fakat mükemmel bir goldü. kısa bir sürüşten sonra öyle bir patlattı ki şutunu, isviçre kalecisi kıpırdayamadı bile..."
* * *
yıllar öylesine çabuk geçiyor ki... metin, istanbul'a geliyor. galatasaray formasını giyiyor. yeni bir hayatın içinde şimdi... ve daha yakından izliyorum kendisini... artık yazılarımda daha çok geçen bir isim metin...
* * *
sadece yazdıklarımda değil, söylediklerimde de çokça metin var. işte 12 kasım 1961'de mithatpa stadında mikrofon başındayım... dünya kupası elemesinde rusya ile oynuyoruz. şanssız bir başlangıç ve 18 dakikada 2 gol yiyoruz. takımımız bastırıyor, herkes bir şey yapmak istiyor. ama veremiyoruz gollerin karşılığını. anlaşılan ilk yarı böyle bitecek... kronometreye bakıyorum; 44'üncü dakika doldu... birden heyecanla konuşuyorum radyoda; "şeref daldı, güzel bir atak. ama kalede yasin var. fırladı, karşıladı... eyvah, gol kaçıyor. hayır, hayır, hayır... metin yetişti, tuttu, vurdu. ve gooooll attık golü, metin attı... devrenin son dakikası... dünyanın dev kalecisi yaşin'i mağlup etti metln'imiz...*
* * *
metin'siz günler, haftalar... birden aramızda gene... palermo ile... metin'li galatasaray oynuyor metin'in italyanları karşısında... metin'in en zor maçı belki de... değişik duygular arasında "his adamı" metin'in ayakları tutuluyor. hele mithatpaşa'da o geceki muhteşem tezahürat... stadı metin'in varlığı aydınlatıyor. 3 nisan 1962 bu maçın tarihi...
* * *
ankara'dan bir milli maç bildiriyorum "milliyet'e... küçümsediğimiz bir rakip var karşımızda; habeşistan... ama metin olmasa, iyi bir ders alacağız. bir gol... bir gol daha... bir üçüncü ardından... 3-0'ı damgalayan metin'i yazmışım sadece maç yazısında... bu da 10 ekim 1962 maçı...
* * *
nice goller, nice zaferler... hep metin markasını taşıyor. seyirciyi küstüren bir maçı kaleme alıyorum 24 ekim 1962 akşamı... balkan kupasında yunan olimpiakos önünde galatasaray 1-0 yenilgiye boyun eğmek üzere... birden notlarım canlanıyor: "top kale ağzında... metin'in ayağı... gol... mağlubiyetten kurtuldu türk temsilcisi... aslında yalnız galatasaray'ın değil türk futbolunun da bu maçtaki temsilcisi "metin..."
* * *
bir kral destanı yazmak kolay mı? arşivlerimin içine gömülmüş, şeref dolu bir tarihi yaşıyorum. bir gazete çekiyorum dosyadan... "halit kıvanç magdeburg'dan bildiriyor"... neler mi bildiriyor? iyi haberler... magdeburg takımıyla sahasında 1-1 berabere kalmış galatasaray... bir avrupa kupası maçıdır bu... takımlar okunurken metin adı duyulunca, alman seyircilerin tezahüratını bildirmişim... maçtan sonra soyunma odasında 18 yaşındaki magdeburg sanfrhafının: "büyük metin'e karşı oynadığım için gururluyum" dediğini bildirmişim... metin'in direkten dönen şahane şutunu bildirmişim... 1964'ün "9 eylül"ünde şahlanan metin'i bildirmişim...
* * *
bir yıl geçmiş aradan... bu defa metin'in şahsında "futbol 90 dakikadır" gerçeğini ilan ettiğim bir yazıda geziniyorum. daktilomun tuşları, harfleri şöylesine yan yana getirmiş: "89 dakikası golsüz bir maçtı. herkes kaçırmış kaçırmıştı. fakat sahada bir adam vardı ki, kaçırmazdı, kaçıramazdı. hakkı yoktu onun kaçırmağa... ve kaçırmadı da... bu "gol" işinin kralı olduğunu bir kere daha ispatladı metin..." galatasaray'ın beşiktaş'ı son dakikada yendiği maçtı bu...
* * *
gene bir yıl ara... 1966'nın 12 haziran'ı bu defa... galatasaray, fenerbahçe'yi yenerek kupada finale çıkarken, bir penaltı çekmiş metin... bana da şunu yazdırmış.- "bir değil, beş kaleci yan yana dursa, yerdi bu penaltı golünü..."
* * *
yalnız türkiye'de mi? sınırlarımız dışında da neler yazılmış metin için... kalesine gol attığı yabancılar da sevmiş onu, en beğenmez otoriteler bile övmüş onu... ne yazık!.. toplamamışız o şeref destanlarını... sadece almanya'nın en büyük spor dergisi "kicker-sportmagazin"de çıkmış bir yazımı ayırmışım bîr köşeye... ben "metin" diye bildirmişim. almanlar, adını milli takımlarına sembol yaptıkları uwe seeler'i sevdikleri, saydıkları kadar yüceltmişler metin'i ve yazımın başlığına "istanbuls uwe - istanbul'un uwe'si" demişler.
* * *
dedim ya, şöyle bir dolanıyorum on beş yılın gazete kupürleri arasında... radyo notlarımda ise, "metin gol, metin gol" diye kaç defa bağırdığımın hesabı yok... belki de metin için bir plak hazırlamamı, şarkısının sözlerini yazmamı, bu "metin gol, metin gol" temposundan ilham almışım... aslında "metin geliyor, metin" diye başlamak, daha hoşuma gitmiş şarkının sözlerini sıralarken... ama bir gün, gözleri yaşlı on binlerle dolu bir stadda "metin gidi-yor, metin" diye bağıran adam da, ben oluyorum... göklerde tanıştığım metin'i, gönüllere uğurlayışım bu..."
* * *
inanın, inanamamıştım önce... galatasaray kulübünün deklarasyonunu şaka sanmıştım. "metin futbolu bırakıyor" diyen bir resmi yazı bana "sahi mi metin?" başlıklı bir yazı yazdırmıştı "yeni istanbul'da... şöyle bitirdiğim bir yazı: "kolay mı sanırsınız metin olmayı? ve kolay mıdır bir metin yetiştirmek?"
* * *
veda deklarasyonundan iki hafta sonra, hem "gol kralı" hem de "şampiyon" olarak veda selamını veren metin'e, gazete sayfasında çektiğim telgraf, 26 mayıs 1969 tarihini taşıyor: "evet, ben aramıştım fono-tel'i... tamam efendim. söylüyorum. telgrafı alacak olanın ismi metin oktay... hayır hayır başına "bay" ya da "sayın" demenize lüzum yok. "kral" deyin, en doğru sıfatı odur. adres mi? "türk sporseverlerinin kalbi" diye yazın lütfen... şehir adı istemez. meşin topun ayakla kovalandığı nereye yollasanız bulur sahibini... evet, şimdi de telgrafımın metnini söylüyorum: özlediğiniz mutlu son'a başarıların en güzeli ile ulaşmanız kutlu olsun stop futbola veda selamını lig tahtından veren siz görüller kralı'na ve başarının ortaklarına takdir dolu selamlar stop döktüğünüz bunca terin boşa gitmediğini gören her sporsever gibi top yuvarlaktır yazarı da, topu bu mevsim en iyi yuvarlayanları ellerini kızartarak alkışlar..."
* * *
ve sonra, bir ışıl ışıl mithatpaşa akşamında sahanın ortasında buluvermiştim kendimi... yaşlı gözler, nemli sözler içinde "kral" bir jübileyi yaşamışım. istanbul'dan sonra izmir'de. alsancak'ta bir veda gecesi daha... mikrofonu elimden bırakırken, "metin'siz bir futbolu mü anlatacağım bundan sonra?" burukluğunu duymuşum... izmir'den istanbul'a yarım saatte getiren jet uçağına kızmışım, yanıbaşımdaki metin'imizi futbolümüzden koparıyor diye.. on beş yıl önce yarım günde almanya'ya götüren pervaneli uçağı aramışım, yanıbaşımdaki metin'imizi yüceltiyor diye... yeşilköy'de jetin motorları sustuğu anda, her şey susmuş artık... ve sadece metin konuşmuş kısacık: "haydi ağabey, eve gidelim... film bitti."
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
metin oktay deyince aklıma hep vefat ettiği günden sonraki sabah geliyor.
12-13 yaşlarındaydım ve uykulu gözlerle muhtemelen okul için hazırlanıyordum. o sırada önümden mırıldana mırıldana en büyük abim geçti. sonra bir anda durdu ve bana baktı. biraz süzdükten sonra: "metin oktay ölmüş" dedi. sanırım o günlerde sadece "futbolcu" olduğunu biliyordum. çok da büyük bir tepki vermemiştim. beni tek şaşırtan 21 yaşındaki abimin bu kadar üzgün olmasıydı...
yıllar sonra okuduğum futbol kitaplarında ya da yaptığım futbol araştırmalarında metin oktay ve lefter hakkında birçok şey okudum. özellikle dönem gazetelerinde bu iki futbolcu hakkında yazılanlardan bazıları gerçekten çok hoşuma gitti. metin'in bir yıl italya'da yaşadığı palermo günlerini kaleme bile aldım. benzer bir yazıyı lefter için de yazmak için notlar almaya başladım.
oynadıkları dönemlerde galatasaray'da (kısa bir süre) forma giyen ve hatta bir maçta lefter'e karşı görev alan özkan dallı'nın "lefter'i çok kıskanırdım. keşke o da galatasaray'da oynasaydı diye. hem ikisinin aynı takımda oynamasını düşünmek bile inanılmaz geliyor!" sözleri bile iki futbolcunun "türk futbolu" üzerindeki etkilerini çok iyi özetliyor sanırım...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
top beni bırakmadan..
"futbolu bırakmaya, bir ankara-istanbul yolculuğu sırada uçakta karar verdim. o gün ankara'da çeloviç ve gökmen'in golleriyle şekerspor'u 2-1 yenip şampiyon olmuştuk."
"artık benim de gol pabuçlarımın bağlarını çözmem gerekiyordu. en güzel zamanda, en güzel şampiyonlukta topa veda etmeye karar verdiğimi yanımdaki arkadaşlarıma söyledim. top beni bırakmadan ben topu bırakmalıydım.
"üstelik galatasaray şampiyon olmuş, ben de gol kralı. bundan güzel bir jübile armağanı olabilir mi? bir defa izmirspor'da, 10 defa da galatasaray'da şampiyonluk görmüşüm. galatasaray'ın şampiyonluklan; 2 defa istanbul profesyonel ligi, 2 defa milli lig, 4 defa türkiye kupası ve 2 defa da cumhurbaşkanlığı şampiyonlukları...
(...)
"başkan selahaddin beyazıt'ın imzasını taşıyan bir bildiriyle galatasaray kulübü, futbolu bırakacağımı kamuoyuna duyurmuştu. bu bildiri 'metin futbolu bırakıyor' başlığı altında bütün gazetelere sekiz sütuna manşet olmuştu. hala kimse futbolu bırakacağıma inanmıyor du. ama duyuru, benim duygulanım açık açık sergiliyordu. galatasaray kulübünün bildirisi şöyleydi:
"sevgili sevpli galatasaraylılar ve sporseverler;"
"profesyonel futbol şubemiz takım kaptanı metin oktay, futbolu bırakmaya karar vermiş ve bu kararını yönetim kurulu'na bildirmiştir. bu konuda kesin kararlı olduğunu bildiren metin oktay'ın bu talebi, yönetim kurulumuzca kabul edilmiştir."
"ancak metin oktay'a bu müstesna yeri kazandıran hususlar, sadece futbolculuk vasıfları ve virtiözlüğü değildir. metin oktay bu nitelikleri yanında, efendiliği, arkadaşlık ve takım anlayışı, alçakgönüllülüğü, disiplinli ve düzgün yaşayışı ve renklerine bağlı tam bir centilmen olarak kendini göstermiştir. özellikle bu son vasıflan açısından metin oktay, galatasaraylılık ruhunun yıllardır süregelen ve süregelecek olan canlı bir sembolü olmuştur. kendisini çevreleyen sevgi çemberinin nedeni budur."
"metin oktay gibi efsaneleşen bir futbolcumuzun futbolu bırakmasından duyduğumuz elem ve üzüntü elbette ki sonsuzdur. sadece galatasaray topluluğunun değil, bütün sporseverlerin duygularımızı paylaşacağından eminiz."
"bu elem ve üzüntülerimizi hafifleten tek şey, metin oktay'ın daha uzun yıllar galatasaray'a ve türk futboluna yararlı olacağı ve hizmet edeceğidir. metin oktay'la galatasaray ve türk sporu çözülmez bağlarla bağlıdır.
"galatasaray kulübü bu güzide evladına kendisine yakışır bir jübile düzenleyecektir. bütün galatasaraylılar ve sporsever halkımızı metin oktay'ın jübilesine ve bu sezon oynayacağı son maçlarına davet eder, bu müstesna ve örnek sporcumuza şimdiye kadar yaptığı hizmetler için, sizlerin ve kamuoyunun huzurunda sevgi ve şükranlarımızı sunarız."
evet, türk futbolunda bir dönem kapanmaktadır. kral artık bundan sonra ancak futbol tarihimizde yer alacaktır. doğrusu pek kolay alınabilecek bir karar değildir ama kendisinin de söylediği gibi bundan uygun zaman da az bulunur.
sarı kırmızılı takım bir yandan şampiyonluğa yürümektedir, bütün maçlarda oynayan metin oktay da futbolunun ikinci baharında gibidir. 14 mayıs'taki göztepe maçı öncesinde hem takımının şampiyon hem de kendisinin kral olmasını çok istediğini, bu şekilde bırakmanın kendisini çok mutlu edeceğini söyler.
bundan sonraki maçlarda galatasaray, renkdaşı göztepe'yi 2-0 yener, deplasmanda mersin idmanyurdu ile golsüz berabere kalır ve son maçta da şekerspor'u 2-0 yenerek mutlu sona ulaşır. metin oktay da fevzi zemzem'le gol krallığını paylaşmıştır ama göztepeli golcü tacı seve seve ona bırakacağını birkaç kez belirtmiştir.
metin oktay'ın jübilesinin şanına yakışır biçimde geçmesi için hazırlıklar hızla tamamlanmış ve 23 ağustos 1969 akşamı inönü stadında fenerbahçe ile yapılacak maç heyecanla beklenir olmuştur.
ancak ortada bir sorun vardır. o da metin oktay ile baba gündüz arasındaki tatsızlığın bir türlü ortadan kaldırılamamış olmasıdır. onu jübilesine davet edip etmeyeceği merak edilen konulardan biridir. kral, iki gün kala kılıçi davet eder ama o gelmez.
baba gündüz'ün ona kırgınlığının sadece jübile sırasında değil çok daha sonrasında bile sürdüğü bilinir. galatasaray tarihi araştırmacısı melih şabanoğlu bunu şöyle anlatır: "(...) oğlu bildiği metin oktay'la, henüz 21 yaşında kaptanlığı verdiği turgay seren çok kırdılar baba'yı. onlar yüzünden aynlmak zorunda kaldı galatasaray'dan. çünkü metin oktay ve turgay seren, baba tarafından kadro dışı bırakıldıklarında galatasaray taraftarını gündüz kılıç'ın üzerine hücum ettirdiler. nitekim baba 1976 yılına kadar metin oktay'la tek kelime konuşmadı. 1969'daki jübilesine de gitmemişti zaten. 1976'da metin oktay onu hürriyet'te ziyaret etti. baba buna çok sevindi elbette.
"ben yine de baba'nın hem metin oktay'a, hem de turgay şeren'e biraz kırgın öldüğünü düşünüyorum."
muhteşem jübile
yoğun hazırlıklar arasında böylesi kırgınlıkların verdiği yorgunluklar içinde jübile günü gelir. metin oktay'ın bu süreçte yaşadığı ilginç olaylardan biri cumhurbaşkanı cevdet sunay'ın da jübileye davet edilmiş olmasıdır. sunay, kral'ı kabul edip davetiyesini alır ve kendisine iltifatlarda bulunur. kral'ın cumhurbaşkanı tarafından uğurlanışı basında geniş biçimde yer alır.
23 ağustos 1969 gecesi .tarihi dolmabahçe stadı unutulmaz gecelerden bir yaşar. galatasaray'la fenerbahçe arasındaki jübile maçı türk futbol tarihine yazılacak ayrıntılarla doludur.
özellikle bu karşılaşmada bir süre metin oktay'ın fenerbahçe, sarı lacivertli takımın kaptanı can bartu'nun da galatasaray forması giymesi yıllarca konuşulacak bir olay olmuştur. sonraki yıllarda konuyla ilgili olarak değişik bilgiler ortaya çıkmışsa da dönemin fenerbahçe kulübü yöneticilerinden eşref aydın'ın böyle bir öneri getirdiği bilgisi ağırlık kazanmıştır.
metin oktay jübile maçında fenerbahçe ile oynamak istediğini sarı - lacivertli yönetime bildirdiğinde onlar da böyle bir koşul öne sürer. kral, 'onur duyarım' diye kabul eder ve maçta da bu gerçekleştirilir.
hakem hakkı çaktırma'nın yönettiği karşılaşma 1-1 berabere biter. goller 63.dakikada ogün altıparmak, 70.dakikada ergün acuner imzalıdır. takımlar sahada şu kadrolarıyla yer almıştır: galatasaray: nihat akbay - ali, ergün - muzaffer, talat özkarslı, turan - mehmet oğuz, ayhan elmastaşoğlu, gökmen özdenak, metin oktay (feridun), uğur köken
metin oktay karşılaşmanın 52. dakikasında yerini feridun'a bırakır ve statta tur atar. taraftarların olağanüstü sevgi gösterileri karşısında kral'm gözyaşlarını tutamadığı gözlenir.
izmir'de göztepe'ye 1-0 yenildiği maçla ikinci jübilesini de yapar. bu karşılaşma için göztepe kulübünün herhangi bir maddi talepte bulunmayışı ilginç bir noktadır. kuşkusuz ki bu, metin oktay'a duyulan büyük saygı ve sevginin sonucudur.
göztepe takımında izmirspor, altay ve altınordu takımlarından birer oyuncu yer alır. böylece metin oktay bütün izmir tarafından uğurlanmış olur. kral karşılaşmanın 50. dakikasında yerini çeloviç'e bırakarak aktif futbolculuk yaşantısını noktalamış olur. göztepe'ye maçı kazandıran gol 57. dakikada ertan'dan gelir.
izmir'deki jübilede ilginç bir olay yaşanmıştır. 18 yaşındaki göztepeli bir futbolcu metin'i çok iyi marke eder ve maçı göztepe 1-0 alır. özer adlı bu genç koşarak metin'in yanına gelir ve "ben sizin hayranınızım metin abi, bir fotoğraf çekilsek lütfen" der. metin ise "hayır, maçın kahramanı sensin. ben seninle fotoğraf çektirmek istiyorum asıl" diyerek isteğini yerine getirir.
metin oktay'ın yaşamı boyunca para-pul hesaplarıyla hemen hiç işinin olmadığı çeşitli nedenlerle defalarca vurgulanmıştır. bu, elbette ki doğru bir değerlendirmedir. onu yakından tanıyan kişiler, ölçüsüz cömertliğini her zaman dile getirmişlerdir.
o günlerde metin oktay'la ilgili olarak gazetelerde yer alan çeşitli haber, röportaj, yorum ve değerlendirmelerden birinde futboldan en çok parayı kazanan oyuncunun kendisi olduğu yolunda bir haber vardır. taçsız kral 17 yılda 3 milyon 200 bin lira kazanmıştır. bunun bugünkü parayla ne kadar ettiğini hesaplayabilmek için epeyce çalışmak gerekiyor ama o çaptaki bir yıldız için pek büyük bir para olduğunun söylenemeyeceği açıktır.
aslında metin oktay'ın jübilesinin 3 büyük kentte yapılması kararlaştırmıştır. ancak başkent'teki maç teknik direktör kaloperoviç'in isteği üzerine iptal edilir. yugoslav hoca hem lig hem avrupa şampiyon kulüpler kupası maçları nedeniyle takımın yorgun olduğunu belirterek bu maçtan vazgeçilmesini ister, metin oktay da kabul eder.
metin oktay'ın futbolculuk yaşantısının bu şekilde kapanmasının ardından yaşanan en ilginç ve önemli olay, onun eylül'de kaloperoviç'in yardımcısı olarak galatasaray teknik heyetine dahil olması ve sonrasında yeniden futbola dönmesinin istenmesidir. tartışmalara yol açan bu durumla ilgili gelişmeler 1970'in ilk ayında hızlanmış ve yine aynı şekilde noktalanmıştır.
inanılmaz gol kısırlığı
hemen şunu söylemeliyiz ki bu, galatasaray yönetimi ya da teknik heyetinin gereksiz bir zorlaması şeklinde ortaya çıkmış bir durum değildir. metin oktay'ın ayrılmasından sonra sarı kırmızılı takım öylesine inanılmaz bir gol kısırlığı yaşamıştı ki bunun tarihte bir başka örneğine rastlamak mümkün değildi.
cim bom koca bir sezon boyunca sadece 27 gol atabilmişti. yani maç başına 1 gol bile değil. kabul etmek gerekir ki bu iyi bir metin oktay'm tek başına atabileceği gol sayışıydı. takımın golcülerinin sezon sonundaki sayılan da şaka gibiydi: gökmen özdenak (6), mehmet özgül (4), turan dogangün (4), ayhan elmastaşoğlu (3).
üstelik kral'm oynaması istenen dönemde elbette ki durum daha da kötüydü. 7 aralık 1969'da fenerbahçe'yi 1-0 yenerek derin bir soluk alan sarı kırmızılı takım, sonrasında ne gol atabilen ne de maç kazanabilen bir ekip durumundadır.
deplasmandaki bursaspor ve göztepe maçlarıyla içerdeki altay maçları kaybedilmiştir. arak şampiyonluk çoktan hayal olurken sonrasında galatasaray daha büyük kayıplar ve buna bağlı sıkıntılar yaşayacaktır. o kadar ki 2010-2011 sezonunda yaşanan felaket sırasında 'daha önce böyle bir şey ne zaman olmuştu' diye bakıldığında, sarı kırmızılı takımın 10 yenilgiye uğradığı 1969-70 sezonu gündeme gelmiştir.
yani galatasaray metin oktay'ı mumla değil ali sami yen stadının ışıklarıyla aramaktadır!
öte yandan, onun gibi bir efsanenin, futboldan böyle şanına yakışır biçimde de olsa kopmasının zorluğunu bugün bile anlayabiliriz.
kral, şimdi yardımcı antrenör olarak idmanlarda yer almakta, özellikle kalecileri çalıştırırken attığı şutlarla hala herkesi etkilemektedir.
menacer turgan ece 1970'in ilk günlerinde bu konuda yönetimi de ikna eder ve metin oktay'ın ligde değilse bile avrupa maçlarında oynaması gibi bir formül bulunmaya çalışılır. bütün bunlar birer söylenti olarak da kalmaz, gazetelerde haber olarak yer alır.
'bir kral palyaço olamaz!'
açıkçası kral'ın da gönlü yok denemez. zaten gol kralı olarak kapattığı bir sezonun ardından hala oynayacak durumda oluşunu anlamak zor değildir. ayrıca henüz 34 yaşının içindedir. bütün bunların ötesinde, yeni görevinde futbolculuk günlerinin keyfini bulabilmek pek mümkün görünmemektedir. sayılarının, biraz da onun sayesinde milyonlara çıktığı taraftarların sevgisinden biraz uzak kalmış olmanın şaşkınlığı içindedir metin oktay.
bütün bunlar onun futbola dönmeye, en azından avrupa kupalarındaki maçlarda oynamaya sıcak bakmasına yol açar. kral'ın yeniden sarı kırmızılı forma ile seyirci önüne çıkması ve gollerine kaldığı yerden devamı an meselesi gibidir.
işte o günlerde spor yazarı necmi tanyolaç'ın bir yazısı bomba gibi patlayacaktır. tanyolaç'ın, metin oktay'ın futbola döndürülmesi yolundaki bütün girişimleri darmadağın eden "bir kral palyaço olamaz!" başlıklı yazısı şöyledir: "dün sabah şişliden karaköy'e gelen dolmuşta iki müşteri konuşuyordu... biri yanındakine "aaa", dedi, "habere bak. metin tekrar futbola başlayacakmış!" beriki, arkadaşının elindeki gazeteye göz atarak cevap verdi, 'palavradır, inanmam! metin yapamaz bunu, onca gürültü patırtı, tantanalı jübilelerden sonra sahaya dönerse ayıp eder!..'
"ben otomobilin önünde oturuyordum. arkadakiler konuşmaya devam ediyorlardı. şoför de girdi lafa ve metin oktay'ın hayatı boyunca tiksindiği para konusunda tabanca patlatırcasına sokuluverdi: 'ister misin, metin sahaya çıkınca halk, jübilede verdiğimiz parayı geri isteriz, diye bağırsın!'
"başka bir dolmuşta, otobüste, vapurda ve dükkanlarda bahse girerim ki metin'in futbola dönüşü ile ilgili haberler konuşulmuştur. galatasaray taraftarları, "ohh, metin bir gelsin, bizim takım kurtulur!" mu demişlerdir? dolmuş yolcuları gibi düşünenler azınlıkta mı kalmış, yoksa çoğunluğu mu teşkil etmişlerdir? henüz bilmiyoruz ama, olay metin oktay'ın kişiliğini sarsacak, halk oyunda onu küçük düşürecek bir istikamete doğru sürüklenmeye bağlamıştır.
1969 yılında doğan heves
"metin oktay'ı yeni yılın ilk haftasında spor sahifelerinin manşetine çıkaran "futbola döndürme" hevesine basında ilk defa tercüman ayna tutmuştur. ağustosun 12'sinde metin oktay jübilesine hazırlanırken, futbola devam etmesini isteyenlere 'olmaz böyle şey, komik olurum, şöhretimi yıkarım' demişti. haber haberdi ve tercüman, metin'den sonra teknik yöneticilerin görüşünü de sormuştur. 14 ağustos tarihli tercüman spor sahifesinde çıkan haberde 'metin çağrıya hayır dedi' başlığı altında bugün onu sahaya çıkarmak istediği iddia edilen antrenör kaloperoviç'in de şu demecini yayınlamıştık: 'oktay'ın yeri teknik direktörlüktür!' aynı gün galatasaray'ın teknik yöneticilerinden turgan ece ve fazıl köknar da, metin'in futbola dönüşü için yapılan baskıdan kurtulması gerektiğini hatırlatıyoruz ve şöyle diyorlardı: metin'in futbolu bırakması konusunda kimsenin tesiri olmamıştır. metin jübilesine hazırlanmaktadır, bu devir meselesidir.'
waterford'a karşı oynatılmak isteniyor
"metin oktay, biri istanbul'da diğeri izmir'de düzenlenen iki muhteşem jübile ile futbol hayatını kapamış, 15 yıl kendisine 'kral... kral' diye bağıranlara veda etmişti... bitmişti, metin oktay'ın futbolcüluğu, adı, artık galatasaraylı büyük metin'di... o ara galatasaray şampiyon kulüpler turnuvasına hazırlanırken, yönetim kurulunun haberi dışında bir oldu-bitti ile teknik direktörlüğe getirildi.
hataların başlangıcı idi bu ısmarlama teknik direktörlük. kimse tenkid etmedi. çünkü metin çok seviliyordu. bir ağabey olarak galatasaray'a yararlı olacağı düşüncesi yaygındı. sanıldı ki: galatasaray, o gelir gelmez şampiyonluğu, ya da ligin en iyi yerini vurup sarı-kırmızılı takımı oraya oturtacak. oysa hazırlık maçlarında sarı-kırmızılı takım hiç de ümit vermiyordu. 13 eylül günü galatasaray idmanında sahada birbiri arkasına şut atan metin oktay için yönetici turgan ece şöyle dedi: 'ben olsam metin'i waterford'a karşı oynatırım.'
o günden bu yana metin, kendisinin de açıkladığı gibi gerek taraftarlardan gerekse bazı üyelerden bu yolda sözler duydu, 'dön" diyorlardı metin'e "dön!'
krallıktan palyaçoluğa hayır
"galatasaray'ın lig şampiyonluğundan sonra omuzlarda giden metin oktay'ın şimdi tekrar futbola dönmesi için adeta bir oyun sahneye konulmaktadır. metin, 'efkar-ı umumiye isterse dönerim' gibi ucuz bir kahramanlık sloganı altında galatasaray'ı kurtarma masalına doğru itilmektedir. tahtlarını, taçlarını ve servetlerini kaybettikten sonra lüks otellerin helalarında yeni devir beylerinin eline kolonya döküp, havlu veren düşük kontları hatırlıyor insan gayrı ihtiyari, metin oktay bu mudur?
biz metin oktay'ın halktan aldığı yürekler dolusu sevgi zenginliğini ruletteki numaralarına yatırmasına karşıyız. galatasaray'ı legia maçında atacağı bir golle yarı finale çıkaracağı ihtimali olsa dahi... başarıya ulaşma ve eski metin olma özlemi kursağında kaldığı gün halk bir kralın palyaço kılığına girmiş olmasına ağlaya ağlaya gülecektir. 'mavi melek' filminde gençliğine ayak uyduramadığı için palyaço olmayı göze alan yaşlı kolej öğretmeni gibi..."
bu yazı sadece metin oktay'ı değil ilgili herkesi derdinden etkilemiş ve kral'ın futbola dönme konusu kesin olarak kapanmıştır.
yazıyla ilgili görüşü sorulduğunda metin oktay da tanyolaç'ın haklı olduğunu belirterek futbola dönme düşüncesinden kesin olarak vazgeçtiğini açıklamıştır.
tanyolaç'ın bu yazısı zaman içinde türk spor basınının efsane olaylarından biri olacaktır.
fenerbahçe profesyonel futbol takımı, galatasaraylı metin oktay’ın jübile maçında yavuz şimşek, şükrü birant, levent engineri (numan okumuş) serkan acar, ercan aktuna, ıon nunweiller, ogün altıparmak, fuat saner, zeki temizer, can bartu ve nedim doğan’dan oluşan kadrosuyla mithatpaşa stadı’nda galatasaray ile 1-1 berabere kalırken golünü fuat saner (dk.62 pen) galatasaray’ın golünü ise ergün (dk.65 pen.) attı.