alıntıdır “ezeli rakiplerin 23 şubat 1934 tarihinde yaptıkları istanbul ligi maçı futbolcular arasında çıkan büyük bir kavga nedeniyle yarıda kaldı. taksim stadı’nda yapılan maçın 60. dakikasında galatasaraylı kadri dağ’ın, fenerbahçeli m.reşat nayir’e attığı attığı tekme ve kadri’nin üzerine doğru koşan fenerbahçeli fikret arıcan’ın, galatasaraylı tevfik tarafından kucaklanıp, saha kenarına atılmasıyla saha bir anda karıştı. iki takım oyuncuları arasında başlayan kavgaya tribünlerdeki seyirciler de katılınca, olaylar iyice büyüdü. yarıda kalan maçın ardından toplanan ”mıntıka futbol heyeti”, türk spor tarihinin en ağır cezalarından birisini verdi ve fenerbahçe’den 9, galatasaray’dan 8 futbolcu olmak üzere toplam 17 futbolcuyu uzun süreli cezalandırdı
galatasaray kaynaklarında ise biraz daha farklı bir senaryo vardır bu maçla ilgili.
galatasaray’ın ilk tarihçilerinden süleyman tekil’in eserinden izleyelim bu farklı bakış açısını:
“iki takımın da normalin çok üstünde olan kazanma çabaları, oyunun, daha başında, çok çetin ve çok sert cereyanına neden oldu. daha ilk dakikalarda başgösteren sert hareketleri önleyebilmek hakem için güç bir hale geldi. nitekim çok geçmeden karşılıklı fauller birbirini kovaladı. oyun her dakika hakemin düdüğü ile durdu ve her iki tarafa da ihtarlar verildi. nihayet sahadaki mücadele tribünlere sirayet etmekte gecikmedi. yer yer olaylar başgösterdi. balkonda oturan galatasaray antrenörüne hücum edildi. sahanın hali ise bambaşkaydı. oyuncular birbirine girdi, saha harp meydanına döndü. bu durum karşısında hakemin yapacağı tek şey maçı tatil etmekti ve öyle yaptı.”
anlatım bu kadar. ne bir isim geçiyor anlatımda, ne de bir suçlamaya yer veriliyor. olabildiğince tarafsız ve soğuk bir anlatım bu, tarihçiliğe daha yakın düşen.
(bu tarihçeyi yazan süleyman tekil, bir galatasaray liseli’ydi. futbola fenerbahçe’de başlamış, bu maçta da sarı-lacivert formayı giymişti. o gün oradaydı, sahadaydı. daha sonra galatasaray’a geçti, sarı kırmızı formayı giydi ve galatasaray tarihiyle ilgili eserler verdi.)
“karşılaşmanın 60. dakikasında kadri’nin sürüklediği bir atakta mehmet reşat onu sert biçimde durdurmaya çalışır. topu kaybeden kadri dönüp boşa giden bir tekme savurur. olayı engellemeye çalışan kaptan fikret arıcan, kadri’yi tutup savurur. o arada kalesinden fırlayıp gelen hüsamettin, tevfik’i yere yıkıp yumruklamaya başlar.”
spor yazarı ahmet çakır bu anlatımın sahibi. bu konudaki en detaylı ve canlı anlatım onunkisi. “maçın havası son derece gerilimlidir. tribünlerde yer yer itişip kalkışmalar olur. daha 4. dakikada zeki rıza’nın kaleci avni’ye çok sert girişi üzerine futbolcular birbirine girer. zorlukla ayrılıp oyun yeniden başladığında 1 dakika sonrasında da fikret arıcan’ın kaleci avni’nin baygınlık geçirmesine yol açacak kadar aşırı sertliği ortalığın karışmasına yol açar.
“iki takımın da sahada üçer dörder kişi kalmasına yol açabilecek kadar şiddetli bir kavganın ardından yine oyun sürer ve ilk yarı güçlükle tamamlanır.
23 şubat 1934... günlerden cuma... taksim stadı'nda yapılan ve "kavgalı maç" olarak spor tarihine geçen fenerbahçe - galatasaray karşılaşmasında beklenmeyen olaylar patlak verdi.
maç yağışlı bir havada ve çamurlu sahada oynandı. taraflar oyuna çok iddialı başladı. gerçekten iki taraf arasındaki ezeli rekabet gereği de buydu. seyirci tribünleri tıklım tıklım doldurmuş, heyecan son haddini bulmuştu.
hakem nuri bosut'un yönetiminde takımlar sahada şu kadrolarıyla yer aldılar:
iki takımın normalin çok üstünde olan kazanma çabaları, oyunun daha başında, çok sert gidişine neden oldu. ilk dakikalarda başgösteren sert hareketleri önleyebilmek, hakem için çok güç hale geldi. karşılıklı fauller oyunu sık sık duraklatırken, hekemin ihtarları da etkisiz olmaya başladı. ve bundan sonra da olan oldu. sahadaki itiş kakış, tribünlere sıçramada gecikmedi. yer yer olaylar başgösterdi. sahanın hali ise bambaşkaydı. oyuncular birbirine girdi, saha bir anda harp meydanına döndü. bu durumda hakemin yapacağı tek şey maçı tatil etmekti. o da onu yaptı.
iki dost kulübün, kurulduklarından bu yana sürdürdükleri centilmenlik havası burada noktalanıyordu. halbuki bu iki takım, bundan önce yaptıkları maçlarda ne kadar dostane çizgiler çizerler, kardeşlik görüntüleri sergilerlerdi. rekabet yine vardı, mücadele yine vardı, ama dövüşme yoktu. nasıl olabilirdi ki, fenerbahçe, taksim stadı'ndaki maçlarda, galatasaray kulübü'nde soyunur; galatasaray, kadıköy'e geçtiği vakit fenerbahçe tarafından misafir edilirdi. iki kulübün beraberliği bu maçla noktalanırken bu maçla noktalanırken, spor toplumunun merakı, futbol heyetinin vereceği karardaydı. ve mıntaka futbol heyeti, maçtan sonra hemen toplanacak ve kararını verecekti. ne var ki, verilen kararla yaşın yanında kuru da yanacak ve saçma bir hükümle masum futbolcular da cezaya çarptırılacaktı.
ertesi gün gazetelerde şu duyuru yayımlandı.
"cuma günü taksim stadı'nda yapılan galatasaray - fenerbahçe maçındaki dövüşme hadisesine vaziyet eden mıntaka futbol heyeti, gece geç vakte kadar meseleyi tetkik etmiş ve 17 futbolcunun cezalandırılmalarına karar vermiştir. olayda en ziyade kabahatli görünen fenerbahçe kalecisi hüsamettin'e müebbet boykot, fenerbahçe'den fikret, galatasaray'dan tevfik beylere 6'şar ay boykot, hadiseye iştirak ettikleri heyetçe tespit olunan, fenerli yaşar, cevat, esat, reşat, süleyman, muzaffer ve lebip beylerle, galatasaray'dan, avni, nihat, kadri, lütfü, necdet ve fazıl beylere ikişer ay boykot cezası verilmiştir."
görüldüğü üzere, iki takımın da büyük kısmı cezaya çarptırılmıştır. ancak, itiraf etmek gerekir ki, olayla ilgilenen heyet, teşhisinde öylesine yanılmıştır ki, olayla hiç ilgilenmeyen oyunculara da ceza verilmiştir. böylece gelişigüzel verilen karar, fenerbahçe'yi 9, galatasaray'ı 8 oyuncusundan yoksun etmiştir. bu suretle avantajlı duruma geçen beşiktaş şampiyon olmuştur.
o günlerde 5 takımla futbolcu imalathanesi gibi çalışan fenerbahçe, cezalıların yerlerine gençleri koymakta gecikmedi ve dönem sonunda lig ikincisi oldu.
derbide kavga dendiğinde akla bu sahne gelmeli: galatasaraylı tevfik'in fenerbahçeli fikret'i kucaklayıp saha kenarına atması! her şey 60. dakikada galayasaray raylı kadri'nin fenerbahçeli mehmet reşat'a attığı tekmeyle başladı. fikret, kadri'nin üzerine koşarken tevfik'e yakalanıp saha dışına gönderilince saha tam anlamıyla karıştı, hem futbolcular hem de tribündeki seyirciler birbirine girdi. maç yarıda kaldı, acil olarak toplanan mıntıka futbol heyeti tam 17 futbolcuya ceza verdi.
23 şubat 1934 günü taksim stadı’nda, kadri beyin yönetiminde fenerbahçe ve galatasaray takımları istanbul ligi için sahaya çıkmışlardı.
galatasaray’ın avni- tevfik, lütfü- kadri, nihat, ibrahim- necdet, muslih, rasih, fazıl, danyal dizilişindeki onbiri, sarı-lacivertlilerin hüsamettin- yaşar, cevat- mehmet reşat, semih, esat- süleyman, muzaffer, zeki rıza, fikret arıcan, lebib kadrosu karşısında çamurlu ve kaygan sahadaki yerini aldığında tribünleri dolduran binlerce seyirci yine zevkli bir fenerbahçe-galatasaray rekabeti izleyebilmeyi umuyorlardı.
karşılaşma golsüz devam ederken, 60. dakikada kadri dağ’ın mehmet reşat nayır’a attığı bir tekme ve olası bir kavgayı ayırmak için olay yerine koşan fikret arıcan’ın galatasaraylı tevfik tarafından kucaklanıp saha kenarına atılması bir anda sahanın karışmasına neden oldu.
iki takımın oyuncuları arasında başlayan kavgaya tribündeki seyirciler de katılınca ortalık bir anda savaş alanına dönmüştü.
bu arada fenerbahçe kalecisi hüsamettin böke’nin stat balkonuna sıçrayıp, sarı-kırmızılı takımın antrenörünün üzerine yürümesi olayı daha da alevlendirmişti.
güvenlik güçleri sahada ve tribünlerdeki arbedeyi güçlükle yatıştırabilmişlerdi. böylece karşılaşma yarıda kalmış ve hemen sıcağı sıcağına toplanan istanbul mıntıkası futbol heyeti geç vakitlere kadar olaylı maçı görüşmüş ve sonuçta kavgaya karıştığı sabit görülen tam 17 oyuncu ceza almıştı.
verilen cezalar 24 şubat tarihli gazetelerde yayınlanan bildiriyle şöyle belirtilmişti:
“.... hadisede en ziyade kabahatli görülen fenerbahçe kalecisi hüsamettin bey’e müebbet boykot, fenerbahçe’den fikret ve galatasaray’dan tevfik beylere altışar ay boykot, hadiseye iştirak ettikleri heyetçe tesbit olunan fenerli yaşar, cevad, esad, reşad, süleyman, muzaffer ve lebip beylere galatasaray’dan avni, nihat, kadri, lütfü, ibrahim, necdet ve fazıl beylere ikişer ay boykot cezası verilmiştir.
ancak verilen bu cezalar nedeniyle kendisine haksızlık edildiğini düşünen fenerbahçe’de, 23 şubat’taki kavgalı galatasaray maçı, kulübün idari yapısında esaslı değişikliklere varıncaya kadar, bir çok sonuç doğurmuştur.
istanbul futbol heyetinin kaleci hüsamettin’i müebbet, fikret’i 6, cevat, yaşar, esat, reşat, lebip, muzaffer ve süleyman’ı da ikişer ay boykotla cezalandırma kararına fenerbahçe kulübü itirazla karşılamış, bu arada olaya karışmayan bazı futbolcuların ceza almalarını ve kararın kesinleşmeden uygulamaya geçilmesini protesto etmiştir. istanbul bölgesi fenerbahçe’nin bu itirazını haklı buldu. cezalarda oransızlık olduğunu, bazılarının masum bulunduğunu ve bir kısım cezaları affetme yoluna gidilmesi eğilimini gösterdi. fakat, futbol kurulu “şahıslar üzerinde durmanın disiplin ve otorite bakımından zararlı olacağı” iddiasıyla, kararın hiç değiştirilmeden uygulanmasında ısrar etti.
fenerbahçe kulübü, bu durum karşısında, itirazını türkiye idman cemiyetleri ittifakına da sunmuş ve gerekirse hakkını mahkeme yolu ile aramaktan geri kalmayacağını bildirmiştir. fenerbahçe’nin bu tarz şiddetli tepkisi, spor çevrelerinde pek tanınmamış teşkilat üyelerini sinirlendirmiştir. genel merkez ikinci başkanı olan zamanın ünlü bir milletvekili fenerbahçe kulübünü sindirmek yolunda, ilk iş olarak, 3 kişilik yönetim kurulundan hayri celal (atamer)’le cafer (çağatay)’i boykotla cezalandırdı. sonra da kulübün “milli emlak idaresi”nden bedeli 10 yılda ödenmek üzere, satın aldığı stadı geri almak yoluna gitti.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray-fenerbahçe rekabetinde yeni bir evre
birbirlerine çok yakın tarihlerde kurulmuş olmalarının yanı sıra spor dünyasına doğrudan futbol ile adım atmaları ve hep öncü rolünü oynamaları dolayısıyla galatasaray ile fenerbahçe kulüpleri arasında başından itibaren canlı bir rekabet vardı. iki kulübün yöneticileri, finansman kaynaklarını ve siyasetle ilişkilerini, diğer tüm kulüplerden farklı olarak, sadece kendi durumuna göre değil, diğerinin durumuna göre de ayarlamıştı. her iki kulübün hem futbol sahalarında hem de spor örgütlerinin oluşturulması sürecinde, birbirlerine üstünlük sağlama mücadeleleri her zaman canlılığını korumuştu. ancak türk futbol dünyasının iki büyük öncü kulübü, bir müddet sonra aralarındaki ilişkiyi, birbirlerini bertaraf etme çabası yerine, belidi ölçülerde koruyup kollamaya ve soğuk savaş yıllarının meşhur tanımlamasıyla bir "dehşet dengesi"ne oturtmayı esas almışlardı.
iki kulüp arasında bu dengenin sağlanmasında, bugün de geçerli olan etkenler arasında, arkalarına aldıkları kitle desteği, sağlamayı başardıkları maddi destek, kazandıkları ulusal ve uluslararası basanlar yer almaktaydı. elbette siyasetle ilişkileri de bu etkenler arasında çok önemli bir yer tutmaktaydı.
siyasal çevrelerin kimi zaman doğrudan, kimi zaman da hami, yani koruyucu görünümü altında destek verdikleri bu iki kulübün mücadeleleri, genelde bu dengenin korunmasıyla yürümüş ve mevcut dengenin taraflardan biri lehine tamamen bozulmasına fırsat verilmemişti. böylece 1930'lara kadar kimi zaman galatasaray, kimi zaman da fenerbahçe sahalarda üstünlük sağlamış, ortaya açık bir fark çıkmamıştı. iki kulüp arasındaki ilişki, şilt meselesi örneğinde olduğu gibi, zaman zaman gerilimli bir hâl alsa da yıkıcı boyutlara varmamıştı.
ancak galatasaray ile fenerbahçe arasındaki ilişki, 1930'lar-da daha sertleşecek ve taraftarlar arasında şiddet olayları görülmeye başlanacaktı. 1920'lerde ülkeye hâkim olan nispi liberal ortam en çok galatasaray'a yaramıştı. kulübün hamileri olan hanedan mensuplarının yurt dışında olmalarına rağmen maddi desteğe devam etmelerinin yanı sıra spor örgütlerinin başında ağırlıklı olarak galatasaraylıların yer alması galatasaray'a hem maddi hem de manevi anlamda önemli bir avantaj sağlamıştı. galatasaray'ın üstünlüğü en çok aralarındaki dengenin artık bozulmaya yüz tuttuğu fenerbahçe'yi rahatsız ediyordu.
tırmanan gerilimin ön işareti, daha 1927 yılının mayıs ayında oynanan bir galatasaray-fenerbahçe karşılaşmasında çıkan kavga ile kendisini gösterecekti. lig şampiyonunu belirleyecek olan bu maçın gerilimi haftalar öncesinde başlamıştı. daha önceki galatasaray-fenerbahçe maçlarında da futbolcular arasında ufak tefek kavgalar olmuşsa da, bu seferki çok daha şiddetli cereyan etmiş, futbolcular arasında başlayan kavgaya bir müddet sonra iki takımın taraftarları hatta güvenlik güçleri de katılmışlardı. iş çığırından çıkmıştı.
olaylarla ilgili olarak hakem ve her iki takımın kaptanları karakolda ifade vermişlerdi. bu, o güne kadar eşine rastlanmış bir durum değildi. sonrasında da gerilim tam anlamıyla yatışmamış ve iki kulüp arasındaki söz düellosu gazete sayfalarında devam etmişti. tartışma uzadıkça nitelik değiştirerek bambaşka noktalara ilerliyordu. sonunda galatasaraylılar bundan sonra fenerbahçe ile maç yapmayacaklarını söyleyerek ipleri koparmışlardı. ancak galatasaraylıların "koşullar değişmedikçe bir daha fenerbahçe ile oynamayacağız" açıklamaları, kamuoyuna "fenerbahçeliler ile bir arada bulunmamak için milli takımda da yer almayacağız" şeklinde yansımıştı. bunun üzerine meseleye milli takım, dolayısıyla "milli görevden kaçmak" ve "milli şeref gibi kavramlar karışmıştı. bozulan "dehşet dengesi", işin içine milli değerler katılarak sağlanmaya çalışılıyordu.
bunun üzerine galatasaraylılar, milli takıma oyuncu verme mek, milli görevden kaçmak gibi bir durumun söz konusu olmadığı yönünde açıklama yapacaktı. hatta daha ileri gidilerek, daha birkaç yıl önce fenerbahçelilerin moskova'ya yapılan turneye katılmadıkları, yerlerinin bizzat galatasaraylılar tarafından doldurulduğu dile getirilmişti. iki kulüp arasındaki çekişme, işin gelip "milli meselelere" dayanması üzerine hızını kaybetmiş ve yavaş yavaş gündemden düşmüştü. hatta 1928 yılında tayyare cemiyeti tarafından mustafa kemal'in adına düzenlenen gazi büstü karşılaşmasıyla tekrar barış ortamına girilmişti. futbolun yabancılara karşı bir olgu olarak kullanılmasının geride kalmaya yüz tuttuğu günlerde içe dönük bir işlev üstlenmesinin tipik örneği olan gazi büstü, bu tartışmaları bir ölçüde dindirmiş, ancak bitirememişti.
galatasaray ile fenerbahçe arasında her meselede tartışma ve gerilim olduğu söylenemezdi. belirli bir menfaatin sağlanması söz konusuysa, karşılıklı dengelerin korunması kaydıyla, iki kulübün işbirliğine gittikleri ve ortak hareket ettikleri de görülmüştü. bunun en tipik örneklerinden birisi 1931-1932 sezonunun başlangıcında yaşanmıştı. kulüpler arasında eşit olarak dağıtılan hasılatla ilgili olarak galatasaray ve fenerbahçe, günümüzde televizyon gelirlerinin paylaşımında olduğu gibi bazı ayrıcalıklar talep etmişler, ancak bu istekleri kabul edilmemişti. bunun üzerine iki kulüp, ligden çekildiklerini açıklamışlardı. bir müddet sonra, benzer gerekçeyle beşiktaş kulübünün de ligden çekildiğini açıklamasıyla, istanbul ligi sekiz takım yerine beş takım ile oynanmak zorunda kalmış ve o sezon tüm cazibesini yitirmişti. diğer kulüplerin böylesi bir girişimde bulunmayı akıllarından bile geçiremeyecekleri göz önüne alınırsa, bu girişim söz konusu iki kulübün neden büyük ve etkin olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. dikkat çeken bir başka nokta, beşiktaş kulübü'nün de artık üçüncü büyük olarak benzer bir davranış tarzına girebilecek boyuta ve güce ulaşmış olduğudur.
ancak galatasaray ile fenerbahçe arasındaki gerilim tam anlamıyla hiçbir zaman yatışmayacaktı. 1934 yılında bir galatasaray-fenerbahçe maçında yaşanan olaylar ateşi bir kez daha alevlendirecekti. 23 şubat 1934 günü taksim stadı'nda oynanan lig maçı esnasında önce futbolcular arasında başlayan kavga, tıpkı 1927 yılında olduğu gibi kısa sûre sonra tribünlere de sıçramış ve ancak güvenlik güçlerinin müdahalesiyle kontrol akına alınabilmişti. yarıda kalan maç sonrasında toplanan istanbul futbol mıntıkası, her iki takımdan toplam on yedi futbolcuya çeşidi cezalar vermişti. olayların tribünlere sıçramasından birinci derecede sorumlu tutulan fenerbahçe kalecisi hüsamettin (böke) müebbet boykot cezası alırken, diğer futbolcular da ala aydan başlayan değişik boykot cezalarına çarptırılmışlardı.
siyasi çevrelerin her iki kulübe gözdağı vermek amacıyla esaslı bir yaptırım uygulanmasını istedikleri bu sürecin sonun da, neredeyse ceza almayan futbolcu kalmamış, hatta olaylara karışmayan kimi futbolcular bile değişik cezalara çarptırılmışlardı. hükümet çevrelerinden bir açıklama yapılmaması dikkat çekiciydi. olaylar siyasi müdahaleyle değil spor kuramlarının yaptırımlarıyla kapatılmaya çalışılmıştı. ancak hazır fırsat çıkmışken eski hesapları görmek amacında olanlar sahnedeydiler ve olaylar, kapanmak şöyle dursun, daha yeni başlıyordu.
fenerbahçe kulübü'nün verilen cezaların ağır ve haksız olduğu yönündeki itirazının kabulü beklenirken futbol heyeti'nin cezalann hafifletilmesine karşı çıkması üzerine fenerbahçeliler bu kez idman cemiyetleri ittifakı nezdinde itirazda bulunmaya karar vermişlerdi. oradan da bir sonuç alınamayacağının anlaşılması üzerine, fenerbahçe yöneticilerinin işi mahkemeye taşıyarak hukuk yoluyla sonuç almaya çalışacaklarını açıklamaları, dönemin spor yönetimiyle ilgili siyasetçileri çok kızdıracaktı. spor teşkilatının otoriter bir anlayışa sahip yöneticilerinden (doğu) bayezit milletvekili halit bayrak, bazı fenerbahçe yöneticilerinin ebedî hak mahrumiyeti ile cezalandırılmasını sağladıktan sonra, kulübe yönelik çok ciddi bir tehdidi gündeme getirmişti: fenerbahçe kulübü'nü kapatmak ve sahasını elinden almak. bu beklenmedik tehdit karşısında, fenerbahçe kulübü de o günlerin koşullarında yapılabilecek olan tek şeyi yapacak ve siyasal çevrelerden gelen bu tehlikeye aynı silahı kullanarak karşı koyacaktı. fenerbahçeliliği ile bilinen ve siyasi itibarı giderek yükselen şükrü saraçoğlu, fenerbahçe kulübü'nde başkanlığa getirilecekti. nitekim bu girişim olumlu sonuç verecek ve tek-parti iktidarının sona erdiği günlere kadar pek çok kulübün başvurduğu geçerli bir yöntem olacaktı.
1930'lar aynı zamanda iki büyük kulübün arasındaki rekabet ve güç mücadelesinde ibrenin fenerbahçe'den yana döndüğü yıllardı. tıpkı önceki on yılda galatasaray'ın mevcut koşullan çok iyi değerlendirerek üst üste başarılara imza atması gibi, bu sefer de fenerbahçe belirgin bir üstünlük sağlıyordu. fenerbahçe'nin üstünlüğünde, galatasaray'ın maddi ve manevi sıkıntıları kadar, güneş meselesi dolayısıyla ikiye bölünmüş olmasının da büyük payı vardı. bu durumun farkına varan fenerbahçelilerin, bu yıllarda (devlet destekli) güneş kulübü ile yakın ve sıcak bir ilişki kurmaları ayrıca dikkat çekiciydi.
fenerbahçe, daha resmen kurulmadığı ve sarı-kırmızı adını taşıdığı aşamada güneş ile ilk maç yapan takım olmuştu. çoğunluğunu galatasaray'dan ayrılanların oluşturduğu bir kadroya sahip olan sarı-kırmızı ile fenerbahçe arasında 15 eylül 1933 günü oynanan bu maçı fenerbahçe 1-0 kazanmıştı. ikinci maç ise 22 eylül 1933 günü oynanmış ve 2-2 berabere sonuçlanmıştı. dahası, güneş kulübü'nün taksim'deki kulüp merkezinde fenerbahçelilere de yer ayrılmış ve iki kulüp henüz güneş'in gerekli formaliteleri halledip lige katılmaya hak kazanmamış olduğu günlerde muhtelit takımlar oluşturarak yurt dışında turnelere çıkmıştı.
fenerbahçe'nin güneş ile ilişkileri, bu kulübün varlığını sürdürdüğü altı yıllık zaman zarfında son derece olumlu bir çizgide süregitmişti. güneş kulübü'nün zaman zaman beşiktaş kulübü'yle de sürtüşmeleri olmuş ancak fenerbahçe ile herhangi bir sorun yaşadığı görülmemişti.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
şükrü saraçoğlu'nun başkanlığı döneminde fenerbahçe
on altı yıl boyunca başkanlık yaparak fenerbahçe kulübü'nün bir dönemine damgasını vuran mehmet şükrü saraçoğlu, 1887 yılında ödemiş'te dünyaya gelmişti. eğitimini sürdürmek için gittiği izmir'de ittihatçı çevreler ile yakın ilişki kuran, milli mücadele'ye katılan, bu arada iyi bir eğitim alan ve genç sayılabilecek bir yaşta cumhuriyet'i oluşturan kadrolar içinde yer alan şükrü saraçoğlu, mübadele heyeti başkanlığında bulunmuş, maliye, adliye (adalet) ve hariciye (dış işleri) bakanlığı yapmış, daha sonrasında başbakanlık ve meclis başkanlığı görevlerini de üstlenmişti.
şükrü saraçoğlu, 1929 yılında adalet bakanlığı görevini yürütmekte olduğu sırada fenerbahçe'yi stat sahibi yapma yolunda önemli bir adım atmış ve bizzat öncülük ettiği bir yasanın çıkarılmasıyla, bugün kendi adını taşıyan fenerbahçe stadı'nın bulunduğu sahanın ittihatspor kulübü'nün elinden alınarak milli emlak'a devredilmesini, oradan da uygun bir bedelle fenerbahçe'ye kiralanmasını sağlamıştı. önceki bölümde işlendiği gibi, bu işlemin perde arkasında farklı bir hesaplaşma yatıyordu. bir zamanların meşhur "ittihatçı" takımı altınordu'nun kurucusu aydınoğlu raşit beye ait bulunan sahanın fenerbahçe'ye kazandırılmasıyla; fenerbahçeliler, zamanında arkasına talat paşa'nın desteğini alarak fenerbahçe'yi yıkmak isteyen aydınoğlu raşit bey ile eski bir hesabı kapatmış oluyorlardı.
fenerbahçe, bu sahanın kiracısı olmuştu. esas amaç ise, türkiye'de bir ilke imza atarak mülkü kendilerine ait bir sahaya sahip olmaktı. böylece, futbolun artık taksim stadı'na kaymış bulunan merkezi tekrar başladığı yere, kadıköy'e kaydırılabilecekti. bunun için fırsat, 1932 yılında, -yine önceki bölümde değinildiği gibi-, fenerbahçe'nin kuşdili semtindeki kulüp lokalinin yanması sonrasında ortaya çıkacaktı.
fenerbahçe spor kulübü'nün lokali, 5-6 haziran 1932 gecesi bilinmeyen bir nedenle yanmıştı. bu yangında fenerbahçe'nin o güne kadar kazandığı pek çok kupa, ödül, hatıra eşyası ve mustafa kemal'in 1918 yılındaki ziyareti esnasında imzaladığı defter de dahil olmak üzere pek çok eşya yanıp yok olmuştu. bunun üzerine şükrü saraçoğlu'nun başını çektiği fenerbahçelilerin girişimiyle bir yardım kampanyası açılmıştı. bu kampanyaya ilk günden itibaren kanlım ve ilgi büyük olmuştu. sarı-lacivertliler, cumhuriyet gazetesi başta olmaküzere tüm önde gelen gazetelerde kampanyayı kamuoyuna duyurmak için büyük çaba sarf etmişler, bağışta bulunanların adlarını her gün listeler hâlinde yayımlamışlardı. ancak katılımcıların çoğunluğunun halktan kişiler olması nedeniyle yardımın beklenen maddi boyuta ulaşamayacağı aşikârdı. bu noktada mustafa kemal atatürk devreye girmiş ve 21 haziran'da yaptığı 500 liralık bağışla kampanyanın gidişatını değiştirmişti. bunun üzerine kampanyaya katılımlar artmış ve fenerbahçe'ye hatırı sayılır bir maddi destek sağlanmıştı.
yardım kampanyası bununla sınırlı kalmamış, yine şükrü saraçoğlu'nun çabalarıyla fenerbahçe stadı arazisinin mülkiyetinin kulübe devredilmesi için girişimler başlatılmıştı. hükümet, söz konusu sahanın istanbul valiliği tarafından belirlenecek bir bedel üzerinden on taksitte tahsil edilmek üzere, 1080 sayılı yasa uyarınca kamu yararına faaliyet gösteren kurumlar kapsamında değerlendirilen fenerbahçe kulübü'ne devrini kararlaştırmıştı. bunun üzerine maliye bakanlığının 6 temmuz 1932 tarih ve 1213 sayılı yazısıyla, söz konusu arazi 9 bin lira bedelle fenerbahçe'ye verilmişti. böylece fenerbahçe, tam anlamıyla yangının küllerinden daha güçlü doğmuş oluyordu. fenerbahçe'nin türkiye'de mülkiyeti kendisine ait stadı olan ilk kulüp olması, elbette rakiplerinde rahatsızlık yaratacaktı. o günün koşullarında bu uygulamaya ses çıkaramayanlar, uygun bir fırsat beklemişlerdi. bu fırsat 1934 yılındaki olaylı galatasaray-fenerbahçe maçıyla doğacaktı. özellikle fenerbahçelilerin verilen cezalara razı olmamaları ve hukuku kullanarak spor otoritelerinin karşısına dikilmeleri, bardağı taşıran damla olacaktı.
eski ittihatçıların aralarındaki hesaplaşmaları, güncel argümanlar ve konular üzerinden görmeye taşıdıkları bilinen bir gerçekti. fenerbahçe'nin eski ittihatçı aydınoglu raşit bey'in elinden stadını alması, böylesi bir hesaplaşma örneğiydi. 1934'teki gerginlikte de halit bayrak'ın başını çektiği bir grup siyasetçi, fenerbahçe'ye istanbul'un işgal günleri de dahil olmak üzere o güne değin eşine benzerine rastlanmadık bir tehdit yöneltmişlerdi. kulübün kapatılması, o günlerin koşullan göz önüne alındığında olmayacak bir şey değildi. tapulu bir mülkün, mülk sahibinin elinden alınması ilk bakışta o kadar kolay gözükmese de, türkiye'de sermayeden spora her alanda devletin gözetim ve müdahalesi söz konusu olduğundan, bunun tersine işlemesi ve devlet eliyle verilenin aynı el tarafından geri alınması da pekâlâ mümkündü.
bu durum karşısında fenerbahçelilerin yapabilecekleri tek şey doğrudan siyasetin desteği altına girmekti. nitekim öyle yapıldı. şükrü saraçoğlu'na kulüp üyeliği ve kulübün başkanlığı teklif edildi. kulüplerin siyasal çevreler ile ilişki içinde olmasına ve bundan özellikle büyük kulüplerin maddi ve manevi avantajlar sağlamasına alışılmıştı. ancak cumhuriyet döneminde üstelik hükümette görev üstlenmiş bir siyasi kişiliğin bir kulübün başına geçmesi görülmüş bir uygulama değildi. sporun devlet hatta bir süreliğine parti kontrolüne girerek siyasetin dümen suyunda yol almaya başlaması, bu kapıyı açmıştı.
şükrü saraçoğlu, başkanlık teklifini "fenerbahçe gibi yurdun övünç kaynağı bir spor kulübüne hizmet etmek benimiçin en büyük şereftir," diyerek karşılayacaktı. sonuçta fenerbahçe kulübü, müessisan heyeti'ni (kurucular kurulu) toplayarak üç kişiden oluşan yönetim kurulunu yedi kişiye çıkartıp, şükrü saraçoğlu'nu oy birliği ile kulüp başkanlığına getirmişti. bu girişimin sonuçlan etkisini kısa zamanda gösterecek ve fenerbahçe'yi tehdit eden spor kurumu yöneticileri söylediklerini fiiliyata dökme fırsatı bulamadan geri adım atmak zorunda kalacaklardı.
fenerbahçe lehine açıkça bir destek söz konusu olmasa da, saha içinde fenerbahçe'nin aleyhine olacak bir yanlışa sebebiyet vermek saraçoğlu'nun kulüp başkanlığı altında artık herkes için daha "zor"du. o dönemde fenerbahçe'nin finansman kaynağı olarak da devreye ünlü şekerci ali muhiddin hacı bekir sokulmuştu. günümüzde de ticari faaliyetlerini sürdüren hacı bekir şekercisi'nin o günkü sahibi muhiddin bey, saraçoğlu'nun başkanlığı döneminde fenerbahçe kulübü'nün bir nevi kasası işlevini üstlenecekti. bu model, spor dünyasında dikkat çekici bir yenilikti. siyaset ile -"büyük" olmasa da-, sermayenin birlikteliğine dayanan bu yönetim modeli, fenerbahçe'nin o dönemde sorunlarını aşmasına imkân sağlayacaktı.
tüm bu desteğin yanı sıra şükrü saraçoğlu, 1946 yılında başbakanlık görevinde bulunduğu sırada başbakanlık kupası'nı kazanan fenerbahçe için örtülü ödenekten bir defaya mahsus olmak üzere beş bin liralık bir tahsisat çıkaracaktı. fenerbahçe kongrelerinin etkin isimlerinden biri olan hayrullah güvenir'in sümerbank'ta müfettiş olarak görev yaptığı 1940'lı yıllarda da kimi fenerbahçeliler bu kurumun bünyesinde görev alacaklar ya da sümerbank'la ile ticari ilişki içinde olacaklardı. örneğin futbolculardan büyük fikret (arıcan) sümerbank'm eyüp'teki fabrikasında bir müddet ambar müdürlüğü kadrosunda yer bulunmuştu. maddi ve manevi sıkıntılarını halleden fenerbahçe için saraçoğlu'nun başkanlık yaptığı 1934 ile 1950 yılları arasındaki dönem sportif anlamda başarılı bir dönemdi. bu on altı yıllık zaman zarfında fenerbahçe, üçü 1934 ile 1936 yılları arasında üst üste olmak üzere toplam altı kez istanbul şampiyonluğu'nu kazanacaktı. türkiye şampiyonluğu'nu 1935 ve 1944 yıllarında olmak üzere ancak iki kez kazanabilen fenerbahçe, buna karşın 1937 ile 1950 yıllan arasında oynanan milli küme maçlarında ise beş kez şampiyon olacaktı.
23.02.1934 - 83 sene önce bugün, galatasaray ve fenerbahçe arasında, tarihe "kavgalı maç" olarak geçen ve yarıda kalan maç taksim stadı'nda oynandı. karşılaşma golsüz devam ederken, 60. dakikada galatasaraylı kadri dağ ile fenerbahçeli mehmet reşat nayır arasında çıkan kavga bir anda sahanın karışmasına neden oldu. iki takımın oyuncuları arasında başlayan kavgaya tribündeki seyirciler de katılınca ortalık bir anda savaş alanına döndü ve fenerbahçe kalecisi hüsamettin böke’nin stat balkonuna sıçrayıp, sarı-kırmızılı takımın antrenörünün üzerine yürümesi olayı daha da alevlendirdi. güvenlik güçleri sahada ve tribünlerdeki arbedeyi güçlükle yatıştırabilmişlerdi. böylece karşılaşma yarıda kalmış ve hemen sıcağı sıcağına toplanan istanbul mıntıkası futbol heyeti geç vakitlere kadar olaylı maçı görüşmüş ve sonuçta kavgaya karıştığı sabit görülen tam 17 oyuncu ceza almıştı. verilen cezalar 24 şubat tarihli gazetelerde yayınlanan bildiriyle şöyle belirtidi:
“.... hadisede en ziyade kabahatli görülen fenerbahçe kalecisi hüsamettin (böke) beye müebbet boykot, fenerbahçeden fikret (arıcan) ve galatasaraydan tevfik (baha) beylere altışar ay boykot, hadiseye iştirak ettikleri heyetçe tesbit olunan fenerli yaşar (alpaslan), cevad (seyid), esad (kaner), reşad (nayır), süleyman (tekil), muzaffer (çizer) ve lebip (elmas) beylere galatasaraydan avni (kurgan), nihat (bekdik), kadri (dağ), lütfü (aksoy), ibrahim (tusder), necdet (cici) ve fazıl (özkaptan) beylere ikişer ay boykot cezası verilmiştir.”
futbol heyeti, daha sonra fenerbahçe kalecisi hüsamettin böke'nin boykot cezasını kaldırarak, 6 ay sahalardan men cezasına çevirdi.
bu cezaların ardından, bir anda ligin kaderi değişmiş ve fenerbahçe neredeyse b takımıyla çıktığı beykoz maçında 1-1 berabere kalırken, beşiktaş büyük bir avantaj yakalamıştı. buna rağmen fenerbahçe ligin sonuna kadar mücadelesini bırakmadı ve ligin son maçında, 11 mayıs’ta oynanan tekrar maçında galatasaray’la 0-0 berabere kalınca şampiyonluğu 1 puan farkla kaybetti ve beşiktaş ligi 31 puanla, sarı-lacivertli takımın 1 puan önünde ikinci kez şampiyon olarak tamamladı.