tarih; 21 haziran 1986 cumartesi, guadalajara-meksika stad; jalisco stadı brezilya : carlos, edinho, josimar, julio cesar, branco, junior (dk.91 silas), alemao, socrates, elzo, muller (dk.70 zico), careca. teknik direktör : tele santana
fransa : bats, amaros, battiston, bossis, tusseau, fernandez, platini, giresse (dk.84 ferreri), tigana, rocheteau (dk.100 bellone), stopyra. teknik direktör : henri michel.
16. dakikada junior'un pasını alan careca'nin golü ile 1-0 öne geçen brezilya daha sonra 42. dakikada rocheteau'nun sağdan ortasını çok iyi değerlendiren michael platini ile beraberlik golünü yemiştir. normal süre ve uzatmalar 1-1 biterken, penaltı atışlarında ilginç bir an yaşanmıştır. fransız bellone’nin kullandığı penaltı önce direğe, daha sonra breziya kalecisi carlos’un yüzüne çarpıp içeri girmiştir.
"beyaz pele" zico'nun maç içerisinde bir penaltı kaçırdığı maçtır. ayrıca brezilya'nın kalecisi carlos'un da bir hayli şansız bir günüdür. öyle ki penaltı atışlarında fransız oyunculardan birinin kullandığı atış önce direğe daha sonra kalecinin sırtına daha sonra da ağlara gitmiştir.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
çeyrek final maçları adeta "penaltı şampiyonası" halinde geçti. dört maçtan üçü yarım saat uzatıldı, gene de eşitlik bozulmadı. sonunda hep penaltı atışları, yani atan veya atamayan futbolcularla kurtaran ya da kurtaramayan kaleciler, yarı finalistleri belirledi.
bütün bunlan anlatırken, daha sonra birer hemşehrimiz hatta fahri vatandaşımız olacak iki futbolcudan niye söz etmedim? ne bileyim, schumacher'i alman kalesinde görünce, yakında "fenerbahçeli schumacher" olacağını düşünemedim mi acaba? ya pfaff'ın belçika kalesinde oynadığını seyrederken, onun da "trabzonspor'lu pfaff olacağını hiç tahmin edemedim mi dersiniz? eeee, gençlikte olmuyordu böyle şeyler... ya da meksika'nın havası böyle yapıyor... sahi hava da hiç değişmemişti. tıpkı on altı yıl önceki gibi... öğle saatlerinde yahut öğleyi biraz geçe, hani ikindiye yakıp birden yağmur. yağmur ne demek!.. sağanak... hem de nasıl!.. şakır şakır... bakıyorum etrafıma... hadi ben yabancıyım, bu meksika'nın tabiatını bilmiyorum, tedbirsiz çıktım, yağmurluk, şemsiye almadım. ya sizler? burda yaşıyorsunuz. bilmez misiniz? dayanamadım, sordum bir gün... bir kapının önüne sığınmış, sağanaktan korunmaya çalışırken, yanımdaki meksikalıya niçin şemsiye filan taşımadıklarını sordum. güldü, "şimdi geçer" dedi. zaten o cümlesini bitirene kadar da durmuştu sağanak... nasıl bir yağmur başlıyor... ve birkaç dakika sonra da bitiyor... nerden getirdiniz beni buralara? gol yağmurundan bahsederken... tamam tamam... nasıl belçika-sovyetler maçında iki saatte yedi gol seyrettikse... şimdi de çeyrek finalde, bu kez penaltı panayırına hazırlanın bakalım!
ilk iki saatlik maçımız, brezilya-fransa... ikisi de iddialı... brezilya, kendi kıtasında olmanın avantajıyla daha emin kendinden... fransa da italya gibi bir favoriyi elemiş olmanın güveni içinde... bakalım, göreceğiz. hele oyun başlasın da... ve başlıyor... 17. dakikada careca atıyor: 1-0, brezilya önde... devre böyle bitecek sanılırken... 41. dakikada, bu kez büyük futbolcu, michel platini... bir gol de platini'den: 1-1... oooo, ikinci yarıda bol bol seyredeceğiz... kim demiş? golü gören, alsın, getirsin... 90. dakika doluyor, hakem romen igna'nın düdüğü, "yarım saat uzatma"yı ilan ediyor. otuz dakikaya otuz gol sığar, eğer atan olursa!.. ama burda yirmi iki kişinin çabası, karşılıklı birerden iki golden fazlasını getirmiyor. hakemin bu kez çalan uzun düdüğü, penaltıları ilan ediyor dünyaya... dünya kupası'nda penaltı karnavalının başladığını... ilk atış ünlü brezilyalı socrates'ten... o da ne: kaleci bats yakalıyor... sonrasında goller geliyor: stopyra ile fransa 2-1 önde... alemao ile 2-2... amoros'la 3-2... zico ile 3-3... bellona 4-3... branco 4-4... of of of!.. o kadar övüp duruyoruz. sana yakışır mı be muhteşem platini? top öyle dikilir mi?... o yapar da julio cesar yapmaz mı? o da direği nişanlıyor... sıra fernandez'de... top ağları bulursa, fransa penaltılarda 5-4 geçecek veeeee... fransa yarı finale çıkarken... brezilya'ya "güle güle. güle güle..." vur be fernandez! yarına kadar seni mi bekleyeceğiz? söz dinleyen çocuk vuruyor. ve stad ayakta: fransa yan finalde...
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
meksika daki 1986 kupası, bir yandan da insanoğlunun acılara eskisi kadar dayanamadığını ortaya koymuştu. sık sık, bir takımın kupadan elenmesinden sonra, falanca ülkede intihar edenler ya da kalp krizinden ölenler olduğu haberi duyuluyordu. işte penaltılı maçlardan sonra da gene bu tür söylentiler meksika'da günün haberi oldu. brezilya'nın dramatik elenmesinden ötürü jose martinez adlı bir bakkal, tabancasını alnına dayayıp ateşlemişti. yakınlarının ifadesine göre, talihsiz bakkal, brezilya takımının bu dünya kupası'nı kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. brezilya'nın kaybetmesiyle hayatını kaybeden bir başkası da, bir vergi müfettişiydi. o da intihar etmişti maçın sonucunu öğrenince... ayrıca üç brezilyalı da, tv başında maçı seyrederken kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yummuştu. sonuçta takımları elendiği için hayatını kaybedenlerin sayısı on dördü bulacaktı.
penaltı atışları sırasında golü kaçıran fransızların yıldızı platini o gün 31. yaş gününü kutluyordu. golü atsaydı d. günü daha bir güzel olacaktı ama kaçırınca cehennemi yaşadı...
neyse ki diğer atışlar sonucunda fransa turu geçti de platini tekrar mutluluğa ulaştı...
obrigado doutor!, tanıl bora (radikal, 11 aralık 2011)
socrates'i corinthians kulübünün internet sitesinde bu sözlerle uğurlamışlar: teşekkürler, doktor! biz de buralardan şükranlarımızı yolluyoruz.
adı, özgün söylenişiyle sokrateş. o son harf portekizce telaffuzla ş-j kırması bir bal tadıyla akıyor ağızdan. orta sınıf bir ailede yetişmiş. babası yoksulluktan gelme, kendi kendini yetiştirmiş bir adam. kitap kurdu, felsefe tutkunu bir adammış. socrates’in iki kardeşinin adı da yunan filozoflarından: sofokles, sostenes. bir kardeşi daha futbolcu oldu: 1990’lardan hatırlayacağınız rai. socrates de küçükten itibaren felsefe okumayı sevmiş: ‘iş olsun diye değil, sevgiden ve meraktan’, kendi deyişiyle.
iki idolü oldu: che guevara ve john lennon. aradaki noktaları birleştirin, adamımızın sureti çıkar ortaya. profesyonel futbolculuğa başlarken tıp eğitimini de sürdürdü. 1978 dünya kupası’na, ‘okulu olduğundan’ katılamadı zaten. ‘doktor’ sadece futbol ustalığının lakabı değil yani, basbayağı hekim kendisi. futbolu bıraktıktan sonra bir süre bir yoksul semt hastanesinde çalıştı. tıp eğitiminin futbol yeteneğini, oyun aklını geliştirdiğini söylemiş bir keresinde.
muhalefet etti
gördüğü aile terbiyesi ve okuduğu felsefe icabı, askeri diktatörlükle başı hoş değildi tabii. muhalefetini kendi alanında örgütledi. futbolcuların reşit insanlar değil yarım akıllı ergenler muamelesi görmesine isyan etti evvela. 20’li yaşlarında, oynadığı corinthians’ta ‘corinthians demokrasi’ hareketini başlattı. öğle yemeğini kaçta yiyeceklerine beraber karar vermekten başlayıp, maç öncesi kamp düzeninin kaldırılmasına kadar vardırdılar işi.
her işini kendisi gördü
saha dışındaki demokrasi mücadelesiyle de alakadardı. konuşmalarında taraftarları askeri diktatörlüğe karşı çıkmaya çağırdı. 1982’de eyalet şampiyonluğunu kazandıklarında takımın sırtında ‘democracia’ yazan formalar giymesini sağladı. 1984’te bir mitingde, demokratik reform yasası meclisten geçmezse aldığı transfer tekliflerini kabul edeceğini söylemişti. yasa çıkmayınca fiorentina’ya gitti. fiorentina’yı, italya’da maçtan önce seks kısıtlamasında en hoşgörülü davranan kulüp yönetimi olduğu için seçmişti. ama orada da hali tavrı ve politik görüşleriyle ilgili kibar baskılarla karşılaşınca, bir yıl sonra döndü brezilya’ya.
hiç menajeri olmadı, yöneticilerle görüşmelerini kendi yürüttü. herkesin telefonuna çıkarmış zaten, kasmadan. botafogo’da başlamıştı, en uzun süre corinthians’ta oynadı, kupalar kazandı. flamengo ve santos’tan da geçti. 1990’da bıraktıktan sonra 2004’te tam ona yakışacak bir garabet: ingiltere 9. ligi’nde amatör garforth town’la antrenör-futbolcu olarak bir aylık sözleşme yaptı, bir maçta 12 dakika oynadı!
‘ben futbol sanatkârıyım’
socrates, tipiyle de başlı başına bir mesajdı. uzun, ince, dik duruş. uzun dağınık saçlar, çalı sakal. meşhur fotoğraflarından birinde, alnında beyaz bant. kara gözlerine hoşnut bir sükûnetin sindiği, biraz da ciddi bir çehre. ressama benzetebilirdiniz. futbol ressamı diyenler olmuştu nitekim. zarafet timsaliydi, serinkanlı bir oyun neşesinin temsilcisiydi. panoramik saha görüşüyle, pas dağıtımında altın zincirler kurardı. topuk pası, alamet-i farikası sayılıyor. topuğuyla, değme futbolcunun ayağının üstüyle yaptığından iyisini yapabiliyordu. penaltı bile atabildiği söyleniyor. keşke 1986’daki o penaltıyı topukla atsaymış! golcü vasfını unutmamalı: 60 milli maçta 22 gol, toplamda 456 resmi maçta 229.
‘eski’ brezilya’nın bir kalıntısı sayılıyordu. yeteneği ve tekniğiyle oynayan, fiziğe ve kuvvete direnen meşrebin belki son büyük örneği. antrenmanlardan kaytarırmış. “sporcu adama yakışır mı?” diyenlere cevabı: “ben sporcu değilim, futbol sanatkârıyım.” içkiyi, sigarayı zevk-ü sefayla içenlerden. 13 yaşından beri günde bir paket sigara. sıkı biracı. (iki saatte on biraymış, rutini.) ‘atın ölümü arpadan olsun’ makamından çaldığı anlaşılıyor. yine de birkaç ay önce “ben bir alkoliğim” itirafında bulunmuştu. yıpranmış vücudu bir bakteriyel enfeksiyonu atlatamadı. 57 yaşında gitti. tekrar: obrigado, doutor!
‘unvanın ne ehemmiyeti var’
alex bellos’un brezilya futbol kültürü üzerine ‘futebol’ adlı kitabında (çiğdem özlüer çevirisi, literatür yayınları) bir socrates röportajı vardır. orada demiş ki: “brezilya kültürü, bu ırkların karışması, bu dünyayı ve hayatı görme biçimi, herhalde bizim en büyük doğal kaynağımız. çünkü bu çok neşeli bir kültür ve ayrımcı değil özgürlükçü.”
socratesli 1982 ve 1986 brezilya kadroları, işte bu idealin takımlarıydı. futbolsever nazarında dünyanın en güzel brezilyalarıdırlar. 1982’de daha 2. turda italya’nın hain pususuna kurban gittiler. 1986’da final kıymeti ve karizması taşıyan o nefis çeyrek final maçında fransa’ya seri penaltılarla elendiler. socrates, penaltı kaçıranlardan biriydi. gerilmeden atmıştı, olmadı.
bu ağustosta yaptığı yeni bir söyleşiyi okudum. dünya kupası kaldıramamış olmasına üzülüp üzülmediğini soran gazeteciye “unvanların ne ehemmiyeti var” diyor: “biz oynadığımız oyunla bütün dünyayı heyecana getirmiştik. sorun bakalım insanlara, 1982 dünya kupası’ndan neyi hatırlarlar? brezilya’yı!”
1990’lardan itibaren brezilya’nın gururla sahiplendiği oyun kültürünün çöktüğünü düşünüyordu. 1994’te dünya kupası’nı kazanan brezilya’nın oyununu ‘eziyet verici’ bulmuştu. üç nedene bağlıyordu bu yozlaşmayı. bir, kentleşme; boş arazi, çayır kalmaması, meşhur plajların bile profesyonel kulüplerce parsellenmesi. iki, oyuna para girince orta sınıf ve beyaz ailelerin nüfuzlarını kullanarak çocuklarını kulüp altyapılarına sokuşturması, yetenekli sokak çocuklarının fırsat bulmakta zorlanması. üç, iyi futbolcuların tamamen avrupa kariyerine odaklanması.
genelde futbolun çirkinleştiğini düşünüyordu. koşturmanın artıp oyuncular arasındaki mesafelerin kısalması, yaratıcılığa ket vuruyordu ona göre. bunun için radikal bir reform tasarısı geliştirmişti: futbol takımlarının artık dokuz kişi olmasını öneriyordu! sao paolo üniversitesi’nde bu fikri üzerine bir tez çalışması yürütmüştü. modern yöntemlere de açıktı, kaleyi gözetleyen kameralara, hakem sayısının arttırılmasına eyvallah diyordu.
güney afrika’daki 2010 dünya kupası üzerine bir mülakatını okudum. “ispanya bugün güzel oyunun en büyük temsilcisi” diyor: “top hep hareket halinde, hep bir yerden bir yere gidiyor, arada da müthiş sürprizler yapıyorlar.” ayrıca hayatında ilk defa bir alman takımını izlemekten zevk almış. o noktada “şu geniş alınlı sarışın olanın adı neydi?” diye soruyor gazeteciye. “hrubesch’i mi kastediyorsunuz?” “evet, hrubesch” diyor: “işte eskiden alman futbolunun timsali oydu.” bir gıcıklık daha güzel nasıl anlatılır?
france: joel bats (gk), manuel amoros, patrick battiston, maxime bossis, thierry tusseau, luis fernandez, michel platini (c), alain giresse (dk. 84 jean-marc ferreri), jean tigana, dominique rocheteau (dk. 99 bruno bellone), yannick stopyra
yedekler: william ayache, michel bibard, yvon le roux, bernard genghini, philippe vercruysse, jean-pierre papin, daniel xuereb, philippe bergeroo, albert rust
teknik direktör: henri michel (fra)
goller: 1-0 careca (bra) 17' 1-1 michel platini (fra) 41'
penaltı atışları: brezilya: socrates -kaleci kurtardı-, alemao, zico, branco, julio fransa: yannick stopyra, manuel amoros, bruno bellone, michel platini -kaçırdı-, luis fernandez