mehmet yüce'nin, "romantik yürekler: futbol tarihimizin yeni devreleri: 1952-1992, türkiye futbol tarihi - üçüncü cilt" kitabından;
mazlum uluç anlatıyor:
“çok radikal bir karardı trabzonsporlu oluşum. o sıralarda on yaşlarındaydım ve trabzonspor 1. lig’e yükselmişti. o yaşlardaki her çocuk gibi, daha önce 2. lig’de yer alan bir takımdan bihaberdim doğrusu.
idman yurdu, idman ocağı isimleri ise istanbul’a uğramamıştı. en azından bizim mahalleye! fenerbahçe’den vazgeçmek hiç de zor olmamıştı benim için. zaten ne kadar fenerbahçeli olduğum da tartışılırdı doğrusu.
‘cemil turan nereye, ben.oraya’ şeklinde bir taraftarlıktı benimkisi. cemil ağabey rumelikavaklı, yani ‘bizim köyün çocuğu’ydu. içimde futbol taraftarlığıyla ilgili ilk duyguların uyandığı sularda kendimi istanbulsporlu bulmuştum o yüzden.
annemin ördüğü, enine san-siyah çizgili bir kazağım bile vardı o zamanlar. ne vakit cemil turan adresini kadıköy’e taşıdı, ben de o gün fenerbahçe’ye yazıldım.
ama o da bir yere kadar...
gitmediğim, görmediğim ama babamdan ısrarla ve heyecanla dinlediğim memleketimin takımı, o dönemin 1. ligi’ni teşrif ettiğinde kesip atmıştım içimdeki tüm bağlantıları. artık sıkı bir trabzonsporluydum.
şenol’la başlayıp turgayla devam eden, içinde ali kemâl’in mutlaka geçtiği o efsane kadro ezberimdeydi artık. pazar günleri dedemden yadigâr grundig marka mobilya şeklindeki radyonun başına geçer, trabzonspor maçlarını abidin aydoğdu’dan dinlerdim.
artık sapına kadar trabzonsporluydum, ancak şaşırtıcı bir biçimde yalnızdım. ne okuduğum sınıfta ne de erenköy’deki mahallemizde birlikte doyasıya trabzonspor tezâhürâtı yapabileceğim bir arkadaşım vardı. tek sığınak, erenköy’ün maçkalı yorgancısıydı benim için. duvarları bordo-mavi bayraklar ve takım posterleriyle süslü yorgancıda duymuştum ilk kez ‘şen ola trabzon şen ola’ marşını...
gururla dinlerken, tüylerim diken diken olurdu.
bu arada trabzonspor şampiyon da olmuş, gelin görün ki etrafımdaki trabzonsporlu sayısında bir artış sağlanamamıştı. koca erenköy’de bir ben, bir de maçkalı yorgancı kardeşler. oysa aralarında akrabalarımın da bulunduğu bir dolu trabzonlu tanıyordum.üstelik trabzon onlar için benim gibi ‘gitmedikleri, görmedikleri’ bir memleket de değildi. hepsinin tuttuğu bir istanbul takımı bulunur ve hepsi, ‘canım, bizim ikinci takımımız da trabzonspor’ derlerdi. en çok da onlara kızdığımı hatırlıyorum.
bir gönüle iki aşkı nasıl olup da sığdırdıklarını anlayamazdım bir türlü.
yaşım biraz daha ilerleyip benden 5-6 yaş küçük çocuklar top oynama çağma geldiklerinde ‘mahallenin abisi’ pozlarıyla bir takım kurma vakti gelmişti. apartmanın arka bahçesinde çocuklarla birlikte koşuyor, antrenman yapıyor, diğer mahallerinin takımlarıyla maç alıp top oynuyorduk. bizim çocuklara anne babalarının koydukları isimler vardı ama benim için biri ali kemâl, biri şenol, biri hüseyin, biri necmi’ydi...
çok geçmedi, trabzonspor’un bütün kupalara ambargo koyduğu sezonların da yardımıyla bir trabzonsporlu grubu oluştu bizim mahallede. mahalle takımının oyuncuları bilecikli hüseyin, tokatlı alp, hopalı hamdı, istanbullu sadettin, afyonlu hakan artık koyu birer trabzonspor taraftarıydı.
hiç unutmam, aradan birkaç yıl geçtikten sonra, o günlerde 12-13 yaşlarında olan alp yanıma gelip, başı önde, gâyet mahcup bir edayla ‘abi benim trabzonspor’dan çıkmam gerekiyor’ demişti. amcaları koyu beşiktaşlıymış, bastırıyorlarmış, çaresiz kalmış. içimden gülerek, ama görüntüde gayet ciddi, ‘ne yapalım, öyle olsun’ dediğimi hatırlıyorum. o günden bugüne bizim ‘devşirme trabzonsporlular grubunun’ verdiği tek fire oldu; alp. diğerlerinin babalan ise bugün bile beni yakaladıklarında ‘oğlum senin yüzünden şampiyonluk görmedi,’ diye serzenişte bulunur.
içimdeki trabzonspor aşkı hiç tükenmeden, kalbimde bir de sarıyer sevgisi peydahlanmıştı o aralar. sene 1982’ydi. sarıyer o sezon 2. lig’de şampiyonluk mücadelesi veriyordu ve trabzonspor’u yılda ancak üç kez izleyebilme şansını yakalayabilen bir futbol hastası için bulunmaz bir nimetti. ne de olsa rumelikavaklı olmamız hasebiyle sarıyerliydik aynı zamanda. 2. lig’de yusuf ziya öniş’teki hiçbir maçını kaçırmadım sarıyer’in. sezon bittiğinde trabzonspor’la 1. lig şampiyonluğunu kıl payı kaçırmanın kalbimde açtığı yaralan, sarıyer’in 2. lig’deki şampiyonluğuyla sarıp sarmalamıştım.
ancak önümde ciddi bir sorun vardı. trabzonspor’la sarıyer artık 1. lig’de rakipti. acaba ben de trabzonspor’u tutmayan trabzonlular gibi, sarıyer’e ‘ikinci takımım’ diyebilecek miydim?bu sorunun cevabını almak için uzun süre beklemem gerekmedi. ne tesadüftür ki, sezonun ilk maçında trabzonzonspor ile sarıyer karşı karşıya geliyordu. inönü stadı’nın yolunu tuttum büyük bir heyecanla.
‘kim yenerse yensin’ mi diyecektim acaba?
kapalı tribünün deniz tarafındaki ucunda oturuyordum, neredeyse yalnız başıma. birkaç ay önce şampiyonluğu birlikte kutladığımız sarıyer taraftarları ise gazhane tarafındaki açıkta konuşlanmıştı. birbirimizden alabildiğine uzaktık yani. ama ben onların içinde bol miktarda ‘pis kokan hamsi’ geçen, küfürlü bağırışlarını çok net biçimde duyabiliyordum. öfkemi büyüten ise trabzonspor’a küfür edenlerinin hemen hepsinin aslında ‘bizim oraların uşakları’ olmasıydı belki de. içimde öfke yükseliyor, ama sahadaki trabzonspor benim öfkemi dindirecek golü bir türlü bulamıyordu. ta ki 89. dakikaya kadar. ya da ben öyle hatırlıyorum. hafızamdaki pozisyona göre cemil sağ kanattan sıfıra inip ortalıyor, sinan kafayla golü atıyordu. havaya zıplayıp ‘goool’ diye bağırdığımı hatırlıyorum büyük bir hınçla. hani fenerbahçe’yi yensek o kadar sevinmemecesine.
ve o an anlıyorum ki, bir gönülde ancak bir aşka yer varmış. delikanlı adam iki takım tutamazmış!”