ankara rüzgârı kitabı için kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiden sonra, meraklı gözlerle bakarak, hafif kuşkucu bir edayla, “evladım, sen kuşyemiyle mi besleniyorsun, bir şey almayacak mısın?” diye sormuştu. bu çalışmayı zevkle ve gururla yaptığımı, para istemediğimi söyleyince üstelemedi. sonra da toplantılarda falan, ankara rüzgârı her söz konusu olduğunda hep aynı şeyi tekrarladı (kendi çapında bir “ankara tava” hikâyesi gibi!) : kitabı “bilabedel” yapmış olduğumu övgüyle zikretti her seferinde.
ilhan cavcav’ın dillere destan “eli sıkılığının” bir fıkrası gibi kabul edebilirsiniz bu masum anekdotu. gerçekten, kitaptan bahsederken onu en fazla heyecanlandıran yanı buydu sanırım: “bilabedel”!
ama “bilabedel”e sevgisi kadar, o “kuşyemiyle mi besleniyorsun?” yoklamasını da hesaba katmak gerek, ilhan cavcav’ı anlamak için. “hak geçmesin” endişesi vardır orada, emeği karşılıksız bırakmama kaygısı vardır.
gençlerbirliği’ni de öyle yönetmedi mi? mümkün olduğunca “bilabedel”e yakın olanı arayarak, fakat kimsenin hakkının kalmamasını daima gözeterek…
tabii bir de o “evladım,” hitabındaki, o “bilabedel” sevincindeki samimiyet vardı. köpürüp yatışmalarında da görülen, bazen demeçlerinde gaf yapmasına yol açan, yalın samimiyet. kuru, plastik bir resmiyet figürü değil de “renkli şahsiyet” olması, bu sayedeydi.
başkan’ı “bilabedel”iyle ve onu “sahici” kılan samimiyetiyle hatırlayacağım.