eses’ler daha yeni inmişler meydana. şehrin üç amatör takımından oluşturulan kadro, bir sene sonra o zaman ki adıyla birinci lige çıkmış. istanbul’un en güçlü takımlarından beşiktaş’ı eskişehir’de ilk defa konuk ediyorlar. o günlerde eses taraftarı ün yapmış ülkenin dört bir yanında. adabazarı’nın (orada ababazarı derler) hendek ilçesindeki bir kahvehanenin sakinleri aralarında para toplayarak bir minibüs tutuyorlar ve eses’i desteklemeye gidiyorlar. şimdilerde 3 saat sürüyor bu yol ama o yıllarda 5-6 saat sürüyormuş. bir de dönüşü düşününce tam 12 saat ediyor. takdir edilesi bir futbolseverlik örneği ama onlardan biri “aslında maç izlemeye filan gittiğimiz yoktu, taraftarı izlemeye, onlardan biri olmaya gitmiştik” dediğinde, “hadi ya” diyesim geldi ve dedim. o gün kayınpederimle ilk tokalaştığım gündü. olayın kahramanları kayınpeder ve arkadaşları anlayacağınız.
-“toplaştık kahvede, bindik minibüse gittik. daha maçın başında beşiktaş 0-1öne geçti. taraftar eses çekmeye devam ediyordu. sonra ikinci ve üçüncü goller geldi. taraftar hala eses diye bağırıyordu. arkadaş dört oldu, beş oldu, sonunda altı oldu maç bitti, hala eses diye bağırıyorduk. ben hayatımda böyle taraftar görmedim” diye anlatmıştı kaptan nihat.
sevgili feti gürler’in kitabında da, o gün şöyle anlatılır;
ilk beş hafta sonunda eses, 3 galibiyet ve 2 beraberlik almıştı. her şey yolunda görünüyordu. fakat bu defa rakip çok güçlü bir takımdı. geçen yılın şampiyonu beşiktaş, eskişehirspor önündeydi. bir yıl önce 2 eylül 1965’de, atatürk stadı’nın açılışı nedeni ile beşiktaş eskişehir’e gelmiş, eskişehir demirspor’la özel bir maç yapmıştı. siyah-beyazlılar bu dostluk maçında eskişehir demirspor’a tam 6 gol atmışlardı. işte şimdi eskişehirspor hemşehrisi demirspor’un yaşadığı ağır yenilginin rövanşını alma fırsatı yakalamıştı. ne pahasına olursa olsun beşiktaş’ı devirmek isteyen eskişehirsporlu futbolcular, henüz maçın başlarında savunma güvenliğini bırakıp beşiktaş kalesine yüklenince olanlar oldu. 9. dakikada k.ahmet’le beşiktaş 0-1 öne geçti. eses beraberlik golünü ararken 42. dakikada beşiktaş’ın macar futbolcusu kuzman farkı ikiye çıkardı. ikinci yarıda bütün umutları söndüren gol 52. dakikada sanlı’dan geliyordu: 0-3... o yılı da şampiyon kapatacak olan beşiktaş’ı durdurmak mümkün değildi. ilk üç golü atan futbolcular birer gol daha atıyorlar ve skoru 0-6 yapıyorlardı. böylesine ağır bir yenilgiyi doğrusu kimse beklemiyordu. o gün atatürk stadı’nda hüzün vardı. beşiktaş altıncı golü attığında skor tabelasını değiştiren tabelacı çocuk “6” rakamı olmadığından “0” rakamı takmış ve 0-6’lık fark tabelaya 0-0 olarak yansımıştı ve bu olay istanbul basınında alay konusu dahi olmuştu...
tarih 29 kasım 2008
sabahın köründe kalkıp giyindik kuşandık ve ankara’daki arkadaşlarla denizlispor maçı için düştük yine eskişehir yollarına. sanki son üç haftada bir puan bile alamayan, sadece bir gol atmış ve yedi gol yemiş bir takımın taraftarı değil de, şampiyonluğa oynayan bir takımın taraftarları gibi şendik. eskişehir bilindik ayazı ile karşılamıştı bizleri. geçtik yerlerimize kurulduk. youla’nın 27.doğum günüymüş, tribünler hep bir ağızdan “happy birthday youla” şarkısını söylüyordu. sahadaki ilk 11’i gördüğümüzde rıca hoca “yine şekil yapmış” dedik aramızda. maç başladı, daha üçlüye başlamadan eses taraftarı, denizlispor durumu 0-1 yaptı. üstelik maçın başlama vuruşunu eses’ler yapmıştı. eses’ler ikinci golü yediğinde denizlispor ikinci atağını yapmıştı. sonra üçüncü atak ve 0-3 oldu. tribünler tıpkı 1966’daki 0-6’lık beşiktaş maçındaki gibiydi. her golden sonra daha fazla sahipleniyordu takımını. rıca hoca orta sahanın beynini oyuna soktu ve forveti tayfun ile üçledi. destek dürdü ve ilk yarının uzatma dakikalarında durum 1-3 oldu. eses’ler ikinci yarıda sahaya çıkarken muazzam bir destekle karşılandı. başarılı kaleci cenk’in sakatlanıp yerine vega’nın girmesi de, eses taraftarı için bir umut olmuştu.o dolduruşla ikinci golü atıyor ve 60. dakikaya girilirken beraberlik golü geliyordu. youla’nın hızına yetişemeyen braga çelmeyi taktığında ikinci sarıdan oyun dışı kalıyordu. dördüncü hakem uzatmaları 3 dakika olarak gösterdiğinde umutlar bitme noktasındaydı ama taraftar hala bağırıyordu. ve poljak’ın akıl dolu pasında youla geri dönüşü taçlandıran vuruşu yapıyordu. maçın sonunda “happy birthday youla” şarkısı yeniden söyleniyordu. taraftar olgunluğunun ödülünü maç sonunda almıştı.
bir kentin taraftarlık ruhu bu kadar uzun süre yaşatılabilir miydi? taraftarlık genlerle taşınabilen bir ayrıcalık mıydı? bilemiyorum... bildiğim şey, 1966’daki taraftarların ruhları geçen cumartesi günü oradaydı. gördüm, işittim, dokundum. kaptan nihat ve arkadaşları görselerdi şaşırmazlardı belki ama kim ispatlayabilir ki, onların o gün orada olmadıklarını.
bülent gürsoy'un yazdığı "yaşamaya mecbursun" isimli romanda, o gün şöyle canlandırılmaktadır. zeynep, metin amca'nın yoğun bakımda yatarken bile maça gitme isteği karşısında kemal ile tartışmaktadır. kemal ise zeynep'e metin amca'yı anlayabilmesi için ona bir hikaye anlatmaya başlar.
***
-sizin bu futbol sevdanızı anlayamıyorum. anlamaya çalışıyorum ama olmuyor. altı üstü bir maç. iyileşsin de sonraki maçlara gider nasıl olsa. -evet, böyle düşünmen normal. ama sen metin amcanın yaşında değilsin. insan o yaşlara gelince böyle düşünmüyor işte. senden benden daha farklı bakıyor. ama şu anda biz de metin amca gibi düşünüyoruz. -siz kim? -bizim tayfa işte. maç kaçırmak, bizim kitabımızda yer almaz. -kemal, odaya gireli 2 dakika oldu, nasıl hemen futbol muhabbetine girdik, anlamadım. peki, anlat bakalım, neden maç kaçırmak bu kadar önemli. -metin amca birgün bize “yaş geldi 70’e dayandı, yarın ölüp gitsem, bir daha maça gidemeyeceğim, zamanım azaldı” demişti. o yüzden gittiği her maçtan zevk almaya çalışıyordu. yine bir maç günü tribündeydik. daha 12. saniyede golü yedik iyi mi. sonra bir gol, sonra bir gol daha. kendi sahamızda 3-0 yeniliyoruz. yarım saatte maç gitti. her golden sonra sigara yakan oturuyordu. 3.golü yedikten sonra tüm stad sustu. bir tek metin amca bağırıyor. görsen sanki 3-0 önde olan biziz. millet metin amcaya bakıp gülüyordu. deli bu diyorlardı. metin amca da herkese, “haydi kalkın bağırın” diye telkinde bulunuyordu. maç yarım saatte 3-0 olmuş, kimsede umut kalmamış ki. levent abi dedi ki, “metin amca kafayı yedi, şunun yanına gideyim de, bir kendine getireyim”. levent abi gitti yanına, “abi kendine gel, yeniliyoruz, maç gitti, harap etme kendini” dedi. sonra metin amca levent abinin kulağına bir şey söyledi. levent abi geldi, “kalkın lan, hepimiz tüm gücümüzle bağırıyoruz, teslim olmayacağız” diye bağırdı. -neymiş peki levent’in kulağına fısıldanan şu sihirli cümle. -metin amca “yarın öleceğini bilsen ve bu senin geldiğin son maç olsaydı, yine de böyle götünün üzerine oturur muydun” diye sormuş levent abiye. insan düşünmeden edemiyor. ya o maç senin gittiğin son maçsa. sonra biz bir başladık şarkılara. anam anam görmeliydin. yeniliyoruz ama tribünler desteğe devam ediyor diye futbolcular da şaşırdı. arada bir oyun durunca kafayı kaldırıp kaldırıp tribünlere bakıyorlardı. bizim taraf bağırmaya başlayınca, tüm stad başladı desteğe. devre bitmeden bir tane attık. ikinci yarı başladı. bir tane daha attık mı? tribünleri göreceksin, çıldırdık. takım da nasıl oynuyor ama görmelisin. dünyanın en iyi takımı gelse, o baskıya dayanamazdı. sonra bir gol daha, beraberlik geldi. artık son dakikalar, maçı almamız lazım, bağırıyoruz ama ses kalmadı kimsede. gürültü yapmak için koltukların üzerinde tepiniyoruz. son dakikalarda bir gol atınca, ayaklarımızın altından stadyum kayıyor zannettim. deprem gibi bir şey oldu. herkes birbirinin üstünde, herkes tuttuğuna sarılmış “gooooool” diye bağırıyor. oyuncakçı şevket, gole sevineceğim derken peruğunu koparmış kafadan, elinde peruk, “goool” diye bağırıyor ama sesi gitmiş, ses çıkmıyor. maç bitti, biz de bittik. kazandık ama ne kazanmak. o maçı metin amca sayesinde kazandık, çoğu kimse bilmez. maç bitti ama eve gitmeye halimiz yok. metin amca kısılmış sesiyle döndü dedi ki, “leventcim, işte hayatı da böyle yaşayacaksın. sanki son gününmüş gibi, dibine kadar. sonra kazanmışsın, kaybetmişsin önemi yok. şimdi ben dün ölmüş olsaydım, şu maçı kaçırsaydım, düşünsene neler kaçıracaktım. şimdi anladın mı beni” -ben bile anladım, levent kesin anlamıştır. -hah anladıysan sorun yok abi. -sen hani bana artık “abi” demeyecektin. ***