sadece bir hafta önce ziya adnan hocamın bir sözünü aklımın bir köşesine mıh gibi çakmıştım. tuttuğum takımın hiçbir zaman şampiyon olamayacağını hatta çocuklarımın-torunlarımın bile bunu göremeyeceğini sözlerinden sonra anlamıştım. yaşamam gerektiğini de biliyordum. bunları da ancak anılarımla yapabilirdim.
aslında her şeyin nasıl başlayıp nasıl geliştiğini, olaylarda benim ne rolümün olduğunu da bilmiyorum. sadece biriken muhasebe işlerinden dolayı "korona benden korksun" ayakları yaparak gittiğim iş yerimde önüme konacak birkaç kap yemeği almak için bile hareket etmeden evraklarla boğuşmam gerekecekti. evet yapmıştım. deli gibi çalışmanın verdiği sinir katsayısı ve bir şeylere olan özlem beni başka yerlere itiyordu. takımımdan uzak kalmıştım mesela birçok şeyden uzak kaldığım gibi. onlarca film arasından bir tane film bulamamak, okunacak onlarca kitap olan raftan bir kitap seçememek gibi bir seçeneğim de yoktu. zaten korkuyordum olası kötü sonuçlarla yine o travmayı yaşar mıyız diye düşünmeden edemeyecek, nordfeldt'in kurtardığı maçlara karışık rodallega'dan yediği gole sinirlenir gibi yapacak, deplasmanlar düşünüp belki de en kötü sonuçları alacaktım. zira istanbul deplasmanında flavio'unun şutu haricinde hiçbir şey seyretmeyip ikinci dakikada olmadık bir şeyden gol yedikten sonra hiçbir şey yapamamak ve üzerine 75. dakikada nadir'in girmesiyle tamamen maçın bitmesiyle arabamıza doğru gidip iki saattte istanbul'dan çıktığımızı hatırladıktan sonra neler yapabilirdim? gerginlik değil azıcık huzur istiyordum.
telefonum çaldığında odada kendimi yırtarak çalışırken ekrandaki ismin ibrahim kırkayak olduğunu gördüğümde şevkle telefonu açtım. yeni odanın yerini tarif ettim sonra da yanıma davet ettim. bütün bunlar olup kendi işini halletmeye çalıştıktan sonra da gayri ihtiyari söylemiştim. "ağabey. malum karantina var. eski maçları yayınlıyorsunuz. bizim maçlardan da yayınlar mısınız?" "tamam yayınlayalım seve seve." demişti. işte o anan sonra belki de yeniden yaşayabileceğim bir çocukluk anım, o günleri anmanın verdiği bir huzur içimde olacaktı. bir taraftan çalışırken yayınlanması muhtemel parma maçını düşününce kendi kendime adeta gülerken bir yandan da o anın hayaliyle uzun zamandan beridir olmamış duygularımı yeniden canlandırıyordum. her şeyin iyi olacağına inancım ise az daha inanmıştım.
günler böyle geçerken yayından önceki günün öğle sonrası tekrar aramak zorunda kalmıştım ibrahim ağabey'i yarım kalan işi için. konuşmamızın iş bölümü bittikten sonra utana sıkıla sormuştum "ağabey bizim maç ne zaman yayınlanacak?" ertesi gün yayınlanacağını duyduktan sonra içimde coşan kelebekler kendini daha bir belirgin hale getirmişti. bir taraftan diğer insanlara haber vermek için cep telefonuna sarıldım, bir taraftan akşam yayınlanacak maç için hangi formayı giysem diye düşünmeye başladım. ertesi gün ise haftada bir gün gittiğim iş yerine başka bir şevk ile gitmiştim. hayatımı kazandığım yer ile hayatımı verdiğim yer arasında bağ kurabilmiştim. bu benim için en önemli mutluluklardan birisi olacaktı. yoğun bir çalışmanın arasında ibrahim ağabey'in gelip maç hakkında konuşması da ayrı bir motive etmişti ve zar zor akşamı edebilmiştim. servis bile hızlı gidiyordu sanki şoför ile astral bir ilişkimiz başlamıştı ancak doğukent bulvarı'ın üzerinde olan kaza ve yaralı insanları gördükten sonra kaza olmaması için biraz daha dua ettim. eve gittiğimde ise serkan'ın formasını üzerime geçirmiştim ama ön moil baskısı neredeyse çıkacağından dolayı hemen üstümden attım ve yedek olarak beklettiğim sertan formasını üzerime geçirdim. maç başladığında ise apayrı bir duygu benimleydi.
seneler önce seyrettiğim maçlar geldi aklıma, oyunlarım, ödevlerim, bir şeyler için uğraşılarım belki de ilk defa sevmeye çalıştığım kızlar... onların bütün bir izdüşümü önümdeki beyaz camın üzerindeydi. goller ise beni yeniden bağlıyordu onlara, daems, ferrari, ali tandoğan. bu insanlarla yeniden hayata tutunur gibi sevinmiştim. ve biliyordum benimle birlikte birçok insan seviniyordu. onlarla birlikte ben bir kat daha seviniyordum. resim paylaşanlar, gollerin heyecanını yaşayanlar, parma'yı alaya alanlar, bekle bizi uefa diyenler...
oturduğum yerde kalakalıyordum. koltuk, iftar sofrası tekrar koltuk. kumandayı elimde tutuyordum başka birisi çevirmesin, büyü bozulmasın diye. bir saniyesini bile kaybetmek istemiyordum hiçbir anın. hatta daems golü atarken ışığı açmak için ayağa kalktığımda vuruş anını kaçırmıştım. şimdi yazmaya başlayınca ona bile üzüldüm.
spiker kerem öncel'in özellikle son dakikalarda takımımız adına sarf ettiği sözleri ise yeniden hatırlamaya çalışıyorum. o kadar güzel şeyler söylemişti ki sadece birkaç ay önce her maçı için bir şekilde yollara düştüğüm takımla bu takım aynı mı diye düşünmüştüm. içinden çıkamadım. elimden ise hiçbir şey gelmiyordu. oyunun kuralları oynanıyor ve ben anılarımın taraftarı olmaya devam etmeye çalışıyordum.
şimdi olan şeyler ile on beş sene önce olanlar... ben elimden geleni yapmaya çalışıyordum. iyi de ne içindi bütün olanlar? ben sadece anılarımın taraftarı mı olacaktım?
eğer böyle olacaksa... bilemiyorum. boşa mı kürek çekiyorum?