1996-97 sezonu… ankara amatör kümede en yakın arkadaşımla beraber futbol oynuyoruz. gençlerbirliği taraftarıyım ve o günlerde gençlerbirliği ile yatıp kalkıyorum. bir gün yine antrenmandan çıktık, arkadaşım (tunç) o çok okuyan bir çocuktu. sürekli gazete, dergi, kitap eline ne geçerse okurdu. günlük spor haberleri de ilk ondan alırdık. antrenmandan çıkışta tunç “ankaragücü baroni ile bozinovski diye iki futbolcu almış, atillla abiye söyleyelim de bizi ankaragücü maçına soksun, baroni ile bozinovski’yi izleyelim” dedi. gittik atilla (diken) abi’den rica ettik. (ankara amatör camiasının sevilen ismiydi, esnafspor’da çalışıyordu, 2014 yılında aramızdan ayrıldı. ) o da bizi kırmadı, hemen stadın altındaki kulübün kapısının önüne çıkıp bizi maça sokabilecek bir tanıdık aramaya koyuldu. çok geçmeden kızı ile tenis kulübünden çıkıp arabalarına binmeye hazırlanan birine söyledi (muhtemelen spor bakanlığında bir bürokrat) o da bizi gişeciye kadar götürüp, bizzat içeri girmemizi sağladı. antrenman sonrası güzel bir maç bizi bekliyordu. henüz üstü kapatılmamış olan 19 mayıs stadında, 2-3 bin kadar ankaragüçlü ile beraber (ki o zamanlar da ve ankaragücünün her maçına gittiğim 97*98 sezonunda ortalama rakamlar böyleydi) maratonun göbeği sayılabilecek bir noktaya oturduk ve ısınan futbolcuları izlemeye başladık. ankaragücünün kadrosu hiç fena değildi. kaleci adnan, hasan şaş, ahmet yıldırım, kalenga ve bizim merakla beklediğimiz baroni ile bozinovski! antalyaspor’da ise hem gençlerbirliğinden, hem de ankaragücünden tanıdık bir isim vardı: cafer aydın! ben her ne kadar ismini ve daha önce gençlerbirliği ile ankaragücünde oynadığını biliyor olsam da cafer’i daha önce çıplak gözle dikkatli izlememiştim.
maç başladı ve dakikalar ilerledikçe ankaragücü geriye düştü, umut bağlanan baroni ile bozinovski ne yaptığını bilmez şekilde sahada dolaşıp top kaybediyorlardı. sonra nedendir bilinmez, ankaragücü taraftarları cafer’e sarmaya başladılar. cafer gerçekten çok etkili bir oyuncuydu. topla her buluşmasında mutlaka yararlı bir şeyler yapıyordu. ya pozisyon hazırlıyor, ya bir oyuncuyu geçip pozisyon buluyordu. baroni ve bozinovski biraz tırt çıkmış gibilerdi, buna karşılık cafer antalyasporu taşıyordu. bu yazıya başlarken maçta iki gol attı diye hatırlıyordum ancak yazı bittikten sonra kontrol edeyim dedim, bir gol atmış.
ankaragüçlü taraftarlar cafer’in gole sevinmesine bir hayli içerlediler ve daha fena küfür etmeye başladılar… hatta maçın bir yerinde bütün ankaragücü taraftarları hep bir ağızdan “piç piç piç cafer” diye bağırınca, cafer tribünleri tiyatro selamı ile selamladı. maç 3-1 bitti, ankaragücünün tek golü hasan şaş’ın hemen önümüzde kullandığı duran topa kafa vuran ahmet yıldırımdan geldi. hasan şaş serbest vuruşu kullanmadan önce, tribünden gür sesli bir taraftar “hasannnn, hasannnn… o kazmaya atma, vermeyin pas o kazmaya” diye baroni’yi şikayet ediyordu. o gün maçtan çıktıktan sonra ankaragücü taraftarının cafer’e haksızlık yaptığı, caferin ise mthiş bir oyuncu olduğu, hatta hemen milli takıma alınması gerektiği görüşü oluşmuştu bende…
bu maçtan 3 sene sonrasına gidiyoruz. 99-2000 sezonu, ankaragücü gençlerbirliği maçı oynanacak. bizim kadroda golcü ve oyun kurucu eksiği var (ne kadar tanıdık eksikler). o zamanlar transfer bitmiyordu, sezon boyunca takımlar transfer yapabiliyorlardı. önce tarık daşgün gençlerbirliğine dönecek dedikodusu olmuştu ama ama ses çıkmadı. o hafta içi ise serdar uluer (o zamanları yaşayan bütün gençlerbirliklilerin bildiği bir gazeteci, tek haber kaynağımızdı) gençlerbirliği’nin caferle anlaştığını ve transferin derbiye yetiştirileceğini yazmıştı. tabi bu habere ne kadar sevindiğimi anlatamam. maç gününe kadar başka hiçbir haber yok. ne bir tanıdık var, ne de bugünler gibi internet. maç gününe kadar sadece bu haberle ve cafer’in transfer edildiği ümidiyle stattaki yerimizi alıyoruz. bu kez stadın üstü kapalı. maça, dayım ve o zamanlar 10 yaşındaki kuzenimle gidiyoruz. dayım “ben maçı kale arkasından izlemem” diyince de mecburen ankaragüçlüler tarafından daha yoğun olarak doldurulan maratondaki yerimizi alıyoruz. gençlerbirliği tribünlerinin belki de en boş olduğu yıllar. gecekonduya sıkışmış 1000 kadar taraftara karşılık, 3-4 bin civarında ankaragüçlü var. ben cafer’in bir umut da tarık’ın alınmış olma ihtimalinden dolayı heyecanlıyım. tribündeki yerimizi alır almaz hemen kadroya bakıyorum. gözlerimle tek tek tarıyorum ısınan futbolcuları ama ne yazık ki cafer yok. tarık zaten yok. derken maratonun sağ tarafındaki saatli kale arkasındaki ankaragüçlülerin tezahüratı ile şoka giriyorum “cafer gelecek özür dileyecek” diye bağırıyorlar. ne oluyor diye sahaya baktığımda ise gördüğüm manzara ile şoka giriyorum. cafer üzerine ankaragücü eşofmanları ile tribüne gidip taraftarları alkışlıyor. sahaya gençlerbirliği forması ile çıkacağını umduğum taş gibi forvet cafer’i, bir anda o zamanlar kendilerine yenilmeyi çok daha fazla kafaya taktığım ankaragücü eşofmanı ile gördüğümde yaşadığım şoku anlatmaya kelimeler yetmez. peşinden bakıyorum tarık da ankaragücünde, dünya başıma yıkılıyor.
maç başlıyor. maçın başlarında phiri çarprazdan sert vuruyor ve top yan ağlara gidiyor. bulunduğumuz açıdan dolayı yanılıyoruz, top da öyle bir yerde kalıyor ki, hepimiz gol sanıyoruz. ben “gollll!” diye seviniyorum, çevremdekilerin hepsi ankaragüçlüymüş, bir kısmı bana atarlanıyor, ortam geriliyor, birazdan üstüme yürüyorlar “siktir git”li cümlelerden sonra dayım toparlayıcı konuşmasıyla, işleri büyümeden engelliyor. bu arada pozisyonun aslında gol olmamış olması da büyük şans tabi benim için… ankaragüçlülerin bir kısmı sahaya doğru dönerken “gol değilmiş la” diye konuşuyorlar “siktir edin ipneyi, pozisyon gol değilmiş” gibi de anlayabiliriz o vücut dilini… derken devrenin sonuna doğru attığımız golü mecburen sessizce izliyorum. 1-0 öndeyiz, golü atan futbolcu caferin yerine transfer edilmiş bir kuzeyli. kendisiyle ilgili hatırladığım tek an golü attığı an. bir daha hiç görmüyorum. devre arasında tepki gösteren ankaragüçlülerden biri “kardaş, biz gençlerliye bir şey demeyiz ama git arkadaşlarının arasında sevin sevineceksen” diyor bana ve bizimkilerin toplandığı gecekondu tribününü gösteriyor… dayım da “ben ankaragüçlüyüm, yeğenim gençlerli, beraber maç izleyemeyecek miyiz bu şehirde!” diye adama sertçe çıkışınca, hemen dizginler iniyor. durum bir şekilde onaylanıyor. tabi ilerleyen dakikalarda bizimkiler “1923te ankarada kurulduk” pankartını açsa, ankaragüçlülerin tüm gençlerbirlikliler niyetine beni kurban edeceklerinden adım gibi eminim! dayım ankaragüçlü değil bu arada ama maçın geri kalanını ankaragüçlü gibi davranarak izliyor.
ben bunların hiçbirini kafama takmıyorum. aklımda cafer ve tarık’ı nasıl kaçırdığımız var sadece. kaçırdığımız yetmiyormuş gibi, bir de tarık ve cafer ankaragücündeler, ezeli rakipteler, tarık maçta çok iyi oynuyor cafer ise tutuk. caferin bulduğunda affetmeyeceğini biliyorum. sorun yaşayacağımızdan emin gibiyim. derken önce ikinci yarının ortasında, sonra da maçın sonlarına doğru iki kez iki güzel gol atarak sahneye çıkıyor cafer, 2-1 kaybediyoruz ankaragücü’ne… ilk golde tolga doğantez’in büyük hatası var, nasıl sallıyorum tolga’ya anlatamam! ikinci golden sonra cafer bizim yedek kulübesine gidip, futbol sahalarında görmek istemediğimiz bir hareket yapıyor. (tam bu noktada sevinen yüzlerce ankaragüçlü arasında mutsuz bir insan hayal edin, dayım başlarda numaradan ankaragüçlü gibi davranıyordu ama maç ilerledikçe gerçekten ankaragücünün kazanmasını isteyen vbir hale büründü! )
sonradan öğreniyoruz, cafer gençlerbirliğine imzalamak için ankaraya geliyor ama pecze son anda cafer yerine maçta golü atan schandl’ı almaya karar veriyor. sonra boşta kalan cafer’i ankaragüçlüler kapıyor, daha önce aynı senaryo tarık için de yaşanmış. ikisini de elden kaçırıyoruz. ertesi hafta cafer beşiktaşa da iki tane sallayınca, ilhan cavcav karol pecze’yi ilk mağlubiyetinde kovmaya karar veriyor. tam da öyle oluyor. neyse ki iki sene sonra gençlerbirliği cafer’i alıyor da, şöyle yarım sezon da olsa doya doya bir cafer izliyoruz.