15 yaşındayım daha. tüplü televizyon karşısında ya sevinçten, ya da üzüntüden, gözyaşı döktüğüm, aykut'lu, rıdvan'lı güzel yıllardan 1992 . kupa finali ankara'da bursa'yla... bizim mahallenin fenerbahçeli abileri ile kale arkasından izlemeye çalışıyoruz maçı... herkes ayakta tribünde. "çök,çök,çök" tezahüratıyla çöküp çıplak betona, arada sırada fırsat buluyoruz da görüyoruz futbolcuları.
bir darbuka modası vardı o aralar, okula bile darbukayla gidiyorduk... benim darbuka da tribünde yanımda. sesi duyulsun diye nasıl abanıyorsam artık, parmaklarım daha maç başlamadan su toplamıştı kasnağına çarpmaktan. (haa o zamanlar para yok, pul yok, maraton, kapalı falan oturmak hayal. fenerbahçe gelince ankara'ya sabahın 8'inde girersin kale arkasının sırasına. içeri girer girmez de başlardık 5 saat öncesinden bağırıp, çağırmaya) öylesine, ölesiye heyecanlıyız.
heyecanımız kursağamızda kaldı tabi. bursa aldı kupayı. üzüntüden saçımızı başımızı yoluyoruz. yenilginin ve hayalkırıklığının üzerine, tribünden çıkmamızla birlikte polis coplarının arasında kaldık, bir grup bursa otobüsünü taşlayacakmış, 15 yaşındayım, taşlı, sopalı, manyakların arasındayım, önde birileri koşuyor, bizde arada kalmış, korkmuş koşuyoruz. koca darbuka da koltuğumun altında bir ton olmuş. tandoğan alt geçidine doğru gidiyoruz büyük kalabalık. nereden bileyim o güne kadar yediğim en esaslı dayağa doğru yol aldığımı.
hayatımın şokunu, alt geçide girer girmez önde koşan fenerbahçelilerin dönüp bize tekme tokat saldırmasıyla yaşadım. "abi dur ben fenerbahçeliyim" diye bağırıp, "biz de zaten fenerbahçeli dövüyoruz" cevabı aldığımda ayıldım. ve karnımda patlayan ilk tekme sayesinde aydınlandım. meğerse herkesi o alt geçide koşturup, sonra bir güzel benzetenler ankaragücü taraftarlarıymış.
yediğim tekmelerin acısını da, kaybettiğim darbukanın üzüntüsünü de unutamam hala.