ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
bu kupada italya'nın kısmeti 2-1'den açılmıştı. 2. turda nijerya'yı uzatmada 2-1 yenmişti italyanlar... çeyrek finalde ispanya'yı 2-1'le geçtiler. şimdi yarı finalde gene 2-1'lik bir galibiyet... ve baggio'ların takımı, kupayı bir kulpundan tutmuştu artık... "baggio'ların takımı" deyişim sözgelimi değil... son maçlarda takıma tur atlatan goller, roberto baggio'dan gelmişti. sonra iki baggio (roberto ve dino) paylaşmışlardı galibiyeti getiren iki golü... şimdi yarı finalde de italya, kupanın sürpriz takımı bulgaristan'ı gene 2-1'le geçerken, iki gol de gene roberto baggio imzalıydı. üstelik bu kez sonucu çok çabuk almıştı baggio ve arkadaşları... 21. dakikada ilk golü atan roberto, beş dakika sonra da gollerini ikilemişti. ancak hemen kaydedelim, bulgarlar güzel futbol gösterisini bu maçta da sürdürmüşlerdi. italya iyi dayanmış, ünlü golcü stoichkov'un bir penaltı golünden fazlasına izin vermemişti. maçı 2-1 kaybeden bulgarlar, fransız hakem quiniou'nun final şanslarını çaldığından şikâyet edeceklerdi. maçı izleyenlerin pek çoğuna göre de, bulgar futbolcuları bu yakınmada pek haksız değildi.
tarih: 13 temmuz 1994 çarsamba, new york/new jersey / giants stadyumu hakemler: joel quiniou (fransa), roy pearson (ingiltere), carl johan meyer christensen (danimarka)
ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
romario ve türkiye...
yunanistan'ın dünya kupası finaline gelişi, romanya'nın çeyrek finale kadar yükselişi, hele bulgaristan'ın yarı finalist olarak amerika'ya sürpriz bir futbol sancağı dikmesi, bizim federasyon'un onurunu mu kaldırıyor, yoksa naim'in halterini mi?
yunanistan, romanya ve bulgaristan'ın insan kalabalığını bir sayım disiplinine soksanız, türkiye'nin yarısını bulamayan nüfusu ile futbolda bu mucize tünellerini açıyor da, biz niye hâlâ bir köstebek yuvası kazamıyoruz.
benim 30 yıldan beri ister seçimle, ister tayinle gelsin, ankara'da futbol federasyonu başkanı ve yönetimi diye, bu oyunun yetki kaftanını giyenlerle hiçbir kaş göz surat ihtilafım olmadı. 30 yıldan beri bu makama gelen başkan ve şürekasının, insan olarak, arkadaş olarak, rakı olarak asgari müştereken ayrıldığımız hiçbir derin kavganın yumrukları sıkılmadı da, gene prensiplerde uzlaşılmaz büyük bir savaşın, ayrı siperlerinden kurşunladık birbirimizi... 30 yıldan beri bu makama gelenler futbol federasyonu başkanlığını, iyi temsil edilen iyi giyinilen, her gün tıraş olunan bir manken podyumu zannettiler. benim ise, bu koltukla ilgili değişikti, tarifim...
her gün iş, her gün gayret, her gün yaratıcılık, her gün bir öncekini beğenmeme... 30 yıldan beri bu makama gelenler futbol federasyonu başkanlığını, politikacıların, büyük kulüplerin, türkiye'deki gizli güçlerin mavi boncuk dağıtan dükkânı yaptılar, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" ya da "gelen ağam giden paşam" atasözlerini, bu makamın üstüne serinletici bir klima diye astılar. benim sesim değişikti, bu umursamazlık karşısında...
politikayı ve politikacıyı sokmayın futbolun içine, berbat edersiniz gelişmeyi... bu oyunun büyükleri başımızın tacıdır ama, onları yönetilen konumundan çıkarıp yöneten pozisyonuna getirirseniz, futbolun geleceklerindeki direksiyonunu ileriye değil, geriye çevirirsiniz. gizli güçlerin nüfus alanı daraltılıp kolları kesilmezse, futbola şike girer, hakem müessesesi bir kara denetime bürünür, federasyon'un kullanmakla yükümlü olduğu yetkileri, yetkisiz çetelerin patlattığı silaha dönüşür.
federasyon başkanları ve yönetimler bir 30 yıldır, politika ile büyük kulüplerle, bürokratik tortu ile gizli güçlerle koyun koyuna yaşadıkları için, onları "bünye dışı" yapmak konusunda gereken cesareti gösterip çok lüzumlu bir savaşı veremedikleri için, türk futbolu gereken sıçramayı yapamadı. kulüpler, çok işlerli bir profesyonellik tarifi içine sokulup, amansız biçimde denetlenemedi. profesyonel futbolculuk için ne sağlık, ne beceri normları bir aranan şart olarak, kulüplerin karşısına bir zorunluluk olarak getirilmedi ve 50 yıl önce arsada oynayacak kapasitede olmayan insanlara, türkiye'de lig futbolcusu unvanı verildi. avrupa ile aramızdaki korkunç çalışma açığı hiçbir gün gündeme gelmedi, "niye bu kadar geriyiz" sorusu hiç sorulmadan türk futbolcusu çalışma diye, 19 mayıs hareketlerinin komik rehavetine teslim edildi.
bütün uyarılara rağmen, kalite geri gelsin diye futbol istihdamı daraltılmadı türkiye'de... profesyonel ve amatör kulüp sayısı hiçbir bilimsel araştırmaya tâbi tutulmadan azaltılacağına çoğaltıldı, birinci lig'te ilk beş hariç, dünyanın hiçbir ülke profesyonelinde pabuç giymeyecek takımlarından 18 takımlı bir suni blok teşkil edildi ve türkiye'nin medar-ı iftiharı olarak sunuldu, medyaya ve yazılı basına... altyapı ve kaliteli üretimi sağlayacak tek yaratım biçimi olan futbol okulları türkiye'de hem bu oyunun özel sektörü olan kulüplerce hem devletçe büyük ihmallere uğradı. devlet, meslek okulları yolu ile tornacı, tesviyeci, elektrikçi ve turizme garson yetiştirdi de, eğitim denetiminde futbolcu yetiştirmedi türkiye'ye... 30 yıldır türkiye'de futbol federasyonu başkanları ve onların yönetimleri ile ihtilafım, şahısların boyları ile yüz maskları yüzünden değil, bu bir türlü konulamayan genel prensiplerden ötürüdür. bu prensipler konulmadan, futbolda süper kalite üretimi sağlanmadan, türkiye'nin avrupa ve dünya yarışı yapamayacağını bağırıyorum 30 yıldır...
kulüpler, federasyon ve bir kısım basın "yarışırız" inadını sürdürüyorlar ama, 30 yıldan beri her kopan takvim yaprağı bomboş düşüyor türkiye'nin üstüne ve her defasında ben haklı çıkıyorum. bir uzak mesaj yolluyor ünlü romario amerika'dan türk futbol toplumunun üstüne... "tanrı beni 24 yıldır ağlayan brezilya'ya gol, sevinç ve şeref kazandırmam için yarattı. beni bu işle görevlendiren tanrı, eğer karar verir benimle birlikte sahaya inerse, o gün süper oynarım. tanrı yoksa o gün sahada, ben de yokum."
futbolculuk, büyük oyunculuk, biraz büyü biraz sihir, bazen derunilik, ilahilik ve de tanrısallıktır. türkiye futbolculuğu, kriteri daha hassas ve duyarlı bir teraziye oturtacak yerde, "fadime'den ve fazıl'dan olma" diye bir ebe imalatı kaderciliğine bağlarsa, 2010 yılında avrupa'nın nüfus yönünden en kalabalık ülkesi olur ama, bu kelle ve ayak yığınından gurur duyacağı bir takımı çıkaramaz asla... bazı daktilo ütopyacıları, futbol konusunda "büyük düşünmeyi" emrediyorlar türkiye'de...
siz bir konserve kutusu içinde büyük düşünen (!) bir sardalyaya rastladınız mı hiç?..
"tanrı bulgar, ama hakem fransız'dı." bu sözler, kupanın gol kralı bulgar stoichkov'a ait. italya, bulgaristan'ı roberto baggio'nun nefis iki golüyle geçerken stoichkov, fransız hakem quiniou'nun en az iki penaltılarını vermediğini iddia etti.
yedekler: emil kremenliev, daniel borimirov, plamen nikolov, nikolai iliev, petar mikhtarski, petar alexandrov, georgi georgiev, velko yotov, ivaylo andonov
teknik direktör: dimitar penev (bul)
italy: gianluca pagliuca (gk), antonio benarrivo, alessandro costacurta, paolo maldini (c), roberto mussi, roberto baggio (dk. 71 giuseppe signori), demetrio albertini, dino baggio (dk. 55 antonio conte), nicola berti, roberto donadoni, pierluigi casiraghi
yedekler: luigi apolloni, franco baresi, lorenzo minotti, mauro tassotti, luca marchegiani, alberigo evani, daniele massaro, gianfranco zola, luca bucci