fc barcelona: pello artola; rafael zuviría, miguel bernardo “migueli”, quique costas (francisco martínez 68’), joaquín albaladejo (jesús antonio de la cruz 57’); johan neeskens, carles rexach, josé vicente “tente” sánchez; hansi krankl, juan manuel asensi (c), francisco josé carrasco
teknik direktör: joaquim rifé
dtsv fortuna 95: jörg daniel; dieter brei (josef weikl 24’), gerd zewe (c), gerd zimmermann (flemming lund 85’), heiner baltes; egon köhnen, hubert schmitz, thomas allofs; rudi bommer, klaus allofs, wolfgang seel
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
avrupa kupa galipleri turnuvası finali 16 mayıs 1979 günü basel'de oynanıyor, ispanyol barcelona ile federal alman fortuna düsseldorf takımları karşılaşıyordu. baştan sona heyecan kasırgası halinde geçen oyunda yedi gol, bir de gol olmayan penaltı vardı, ne yazık ki, bizim naklen yayın geç başlamıştı. halk televizyonları başında, ben de basel'in st. jakob stadı'ndaki mikrofonun başında, çileden çıkıyorduk. "neden yayına girmiyoruz?" diye bağırıyordum mikrofonda ankara'ya. halk da ekranlan karşısında bağırıyordu: "neden yayına başlamıyorlar?"
karşımdaki görevli arkadaş da benim kadar üzgündü. o da sinir küpüne dönmüş, "yarın millet yine bize, spor servisi'ne küfür edecek," diyordu. ben, "hayır" karşılığını veriyordum. "bana söverler. spiker maçı niye geç anlattı, diye..." o kızgınlık içinde gülüşüyorduk. hesapsızlık kitapsızlıktı olayın nedeni... bir avrupa kupası finalinin yayınlanması planlanmış, fakat o yayın öncesi reklamlar uzamış, anonslar uzamış, program altüst olmuştu. aksine maç da gollerle başlamamış mıydı? deli oluyordum, "goller oluyor burada... anlatamıyorum" diye...ertesi gün bu gecikmeyi basın ağır dille eleştirecekti. haklıydı da... ne var ki, bir gün önceki tahminim doğru çıkmıştı. bu arada beni, maçın spikeri olarak suçlayanlar da vardı. meslekte gerçek büyüklerimden çok saydığım, çok sevdiğim, babıali'yi girdiğim gündenberi ağabeyliğiyle gurur duyduğum, sevgili tahsin öztin bile eleştirenler arasındaydı. oysa ben ve ankara'daki spor görevlisi, olayın masum kurbanlarıydık. maç naklen yayınını başlatmayan gerçek kusurlulara hesap soran yoktu. ne basından, ne trt'den...kabak, çoğu kez olduğu gibi bizim başımıza patlamıştı.
fakat o maç için kim ne derse desin, değerdi. şahane bir futbol mücadelesiydi. işte milyonların önüne çıkan kişi, tüm eleştirilerin boy hedefi olmaktan kurtulamaz. sunuculuk yapmak güzeldir. programı bazen sizin adınızla anarlar. programın ismi söylenmez de, "falancanın programı" derler. ama bunun karşılığında o programda veya o yayında ne aksaklık olursa, onu da size yüklerler. böyledir bu... hatta lig maçlarını birkaç şehirden naklen yayınladığımızda, bulunduğumuz şehirdeki maç henüz yayına girmemişse veya az bölümü nakledilmişse, staddaki seyirci spiker kulübesine döner ve spikeri protesto etmeye başlar: "niçin buradaki bizim maçı vermiyorsun?" diye... sanki yayına girmek oradaki spikerin elindey-miş gibi...merkez bağlamazsa, oradaki spikerin bir şey yapamayacağını düşünmez kimse... neyse basel olayında da sineye çekmiştik. başka çaremiz yoktu.
biz yayına girdiğimizde durum 1-1 olmuştu. geciktiğimiz dakikaları özetleyeyim derken... birde penaltı... çok özendiğim, hazırlandığım bir maç anlatımına tepeden inme girmiştim. moralim epey bozulmuştu. bu yüzden ilk cümlelerimin hiç de derli toplu olmadığını bugün bile hatırlıyorum. neyse çabuk toparlandım. sanches'le öne geçen barcelona, kiaus allofs'tan yediği golle 1-1'e düşmüştü. sonra ispanyollara ikinci gol şansı gelmiş, fakat rexach bu şansı harcamıştı. penaltıyı kaleci daniel'e nişanlayarak... ama ikinci gol kısmetinde vardı barcelona'nın ve asensi durumu 2-1 yapıyordu. almanlar bırakmıyordu maçı... işte fortuna düsseldorf bir kez daha beraberliği yakalıyordu. gol, seel'dendi.
ilk yarısı 2-2 kapanan maçın 90'ıncı dakikasında da durum 2-2'ydi. yani, ikinci 45 dakikayı iki taraf da kullanamamıştı. oyun yine hızını korumuştu, fakat gol getirmemişti. yarım saatlik uzatmayla birlikte futbolun güzeli de başladı. bu 30 dakikada birçok 90 dakikalarda görülmeyen nefis bir futbol seyredildi. bu arada barcelona'nın hollandalı yıldızı neeskens'in şahane pasını rexach gole çeviriyor, penaltıyı kaçırma hatasını afettiriyordu. sonra da barcelona'nın avustaryalısı krankl harika bir golle takımını 4-2 öne geçiriyordu. sonrasında seel'den gelen gol, sadece 4-3'lük sonucu sağlayacak, almanlar beraberliği kurtaramayacaktı.
barcelona avrupa kupa galipleri kupası'nı kazandığında, ispanya'dan gelmiş, ya da isviçre'de veya almanya'da çalışan ispanyol gurbetçileri stadı doldurmuştu. maçtan çok önce st. jakop stadı'nın etrafındaki çimlere yayılan ispanyollar, onların yanısıra yine ülkelerinden gelmiş almanlar, orayı bir panayıra çevirmişlerdi. seyyar satıcılar, bisikletle tur atanlar rengârenk kulüp bayraklarıyla gösteriye erken başlayanlar... kalabalık bir piknikti bu... merakımdan aralarına karışıp konuşmuştum bir kısmıyla... bir türk futbolseverinin kendi oyuncularını isim isim bilmesine şaşmışlardı. söyleyemezdim ya "türk spikeriyim" diye... çünkü onların spikerleri, radyo-tv kurumlarının özel ve lüks otomobilleriyle geliyorlardı stada... kalabalık ekipleri vardı. benim gibi, sınırlı döviziyle maça zürich'te kalıp da tramvayla, trenle, otobüsle gidip gelme zorunlukları yoktu ki onların spikerlerinin...
gabriel colome'un futbol ve kültürü kitabında (ilk basım 1993) yer alan "fc barcelona ve katalan kimliği" başlıklı yazısından;
basel'de 1979'da oynanan avrupa kupa galipleri şampiyonası finali, ispanyol halkının yeni anayasa'yı kabul etmesinden aylar sonra, özerklik statüsü talebi gündemde iken, 30 bin taraftar basel yollarına düşerek, zaferi kutladıkları o geceye karıştılar. aynı saatlerde onlarla birlikte bir milyon katalan, bir ağızdan "kupayı aldık, sıra özerklikte" tezahüratıyla, özerklik statüsünün verilmesini istiyordu.
fc barcelona, 90 yıllık varlığı ile, katalan toplumuyla -gerek orada doğanlarla, gerek göçmenlerle- içice geçmeyi ve bu toplumun hem özlemlerinin hem hüsranlarının simgesi olmayı başarmıştır. "ama hepsinden önemlisi, kulübün ürettiği, onu sportif ilginin ötesine geçen bir simgeye dönüştürmüş olan duygu hareketidir. kimileri için geleneğin simgesi, kimileri için umudun ifadesi - bundan dolayıdır ki, bu kulüp, herkes için, bir kulüpten daha fazla bir şeydir." (cirici/merce varela, 1975, s.4).
ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
fc barcelona'nın, katalonya'nın sembolü olmakla birlikte tarih boyunca çok parlak bir performans gösterdiği söylenemez. nasıl barselona'yı madrid yönetiyorsa, franco döneminde de futbolda ne kadar ödül varsa hepsini real madrid kazanmıştı. barcelona, avrupa kupası'nı bir kez kazandı, ama real bu kupayı altı kez müzesine götürdü. lige gelince, helenio herrera sayesinde barca iki yıl üst üste şampiyon oldu, ama taraftarların herrera'yı kulüpten kovmasından sonraki 30 yıl içinde sadece iki kere daha şampiyon olabildi. bunlardan birinde de takımın teknik direktörü terry venables'dı. bir barca taraftarı bana, "herrera için ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. "kendini çok yükseklerde görüyor", diye yanıtladığım zaman adam, "biliyorum", dedi, "bütün antrenörlerimiz kendilerini çok büyük görürler. bu işi almak için bunu yapmaları şarttır". cesar luis menotti (barcelona'da başarısız olmuştu) barca için, 'dünyanın en zor kulübü" derdi.
katalanların başarısızlığının suçu yöneticilerdedir. hepsi o kadar hırslıdır ki, herhangi bir yenilgi bir felaket olarak kabul edilir ve hemen her şeye karışmaya başlarlar. en büyük suçlu da başkan nunez'dir. 1978'den beri kulüp başkanlığını sürdüren nunez, venables, menotti ve udo lattek gibi teknik direktörlerle çalıştı. bir barca taraftarına, nunez gibi milyoner bir işadamının, bir futbol kulübünün başkanlığını neden bu kadar önemsediğini sordum. taraftar bana, "tarihteki küçük adam teorisi'ni bilir misiniz?" diye sordu, "işte, nunez de çok küçük bir adamdır."
genelde koltuğunu çok az farklarla korudu. 1979'da barca, avrupa kupa galipleri kupası'nı ülkeye getirdiği zaman, kupayı havaalanında havaya kaldırmış ve sanki o maçta kendisi gol atmışçasına takım otobüsüne kadar da o taşımıştı. bu durumu seyreden taraftarlar öfkeden mosmor olmuşlardı. nunez, taraftarların hollandalı kahramanı johan neeskens'in sözleşmesini yenilemeyi henüz reddetmişti ve taraftarlar, "nunez'e hayır, neeskens'e evet" diye bağırıyorlardı. nunez o anda ağlamaya başladı ve hemen istifasını sundu. o sırada bu tezahürattan çok duygulanan neeskens de onun yanında ağlıyordu. ama barca yöneticileri başkanlarından kalmasını istediler ve neeskens ispanya'dan ayrılıp new york cosmos'a transfer oldu.
kupa galipleri kupasına katılmak için kendi ülkenizde kupa almanız veya hem lig hemde kupayı kazanan biri varsa kupada finalist olmanız gerekir.bu şekilde kupa şampiyonu olmadığı halde kupa galiplerine katılan ve finale kadar çıkıp ,finalde kaybeden takımlara örnek:
1978-79 da alman fortuna düsseldorf ,1977-78 alman kupasında o sene hem lig hem de kupayı kazanacak olan 1.fc kölne kupa finalinde yenildi.fc köln şampiyon kulüplere gidince kupa finalisti olarak kupa galiplerinde finale kadar çıktılar ama finalde barcelonaya yenilip kupa da 2.oldular
barcelona: artola, albaladejo (dk. 57 de la cruz), migueli, asensi, costas (dk. 66 martinez diaz), sanchez, johan neeskens, rexach, rafael zuviria, carrasco, johann krankl
teknik direktör: rife climent
fortuna düsseldorf: jorg daniel, gerd zimmermann (dk. 84 flemming lund), heiner baltes, egon köhnen, rudi bommer, dieter brei (dk. 24 josef weikl), hubert schmitz, gerd zewe, thomas allofs, klaus allofs, wolfgang seel
teknik direktör: dieter tippenhauer
gol: (1-0) dk. 5 sanchez (1-1) dk. 8 thomas allofs (2-1) dk. 34 asensi (2-2) dk. 41 wolfgang seel (3-2) dk. 103 rexach (4-2) dk. 111 johann krankl (4-3) dk. 114 wolfgang seel