ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
aslında isviçre'ye gitmek için hazırlandığımız günler, bizim için de epey karışık geçmişti. ay-yıldızlı gençler roma'da olmazı olurlamış ve yurda isviçre vizesiyle dönmüştü. ancak, türkiye baştan aşağı bu olayın sevinciyle coşarken... o da ne? bizim futbol federasyonu bir anda karışıyor, türk futboluna gerçekten büyük hizmetleri olan, çalışkan, kıymetli futbol adamı orhan şeref apak istifa ediyor, futbolumuz başsız kalıyordu. milli takımımız dünya kupası'na gitmek için hazırlıklarını yaparken... o dönemin ünlü spor yazarları, cağaloğlu'nda o zaman çok meşhur çifte saraylar gazinosunda toplanıyor ve futbolumuzun başsızlıktan kurtarılması için başbakan'a telgraf çekmeyi kararlaştırıyorduk. kimler yoktu ki o toplantıda? (çoğunu saygıyla, rahmetle andığım, ağabeylerim, arkadaşlarım... nuri bosut, sedat taylan, muvakkar ekrem talu, haluk san, sacit öğet, adnan akın, tarık bilgin, ali oraloğlu, namık sevik, necmi tanyolaç, samim var, tevfik ünsi, cem başar, ferruh llkünsal, alp zirek, sait nü... ve bu listeyi değerli arşivinden çıkarıp veren sevgili cem atabeyoğlu, bir de bu satırların yazarı halit kıvanç...) uzunca bir süre konuştuktan, tartıştıktan sonra, dönemin başbakanı adnan menderes'e imzalarımızla bir telgraf çekmeyi kararlaştırdık. "dünya kupası'na çok az kaldı. futbolumuzun başında bir federasyon yok. acil olarak bir federasyon başkanı atamanızı..." diye özetlenebilecek bir telgraf... başbakan menderes, telgrafımızı hemen gündemine alıyor ve futbol federasyonu başkanlığına atama yapıyordu. yeni federasyon başkanımız, futbol dünyamızın yakından tanıdığı, eski milli futbolcu, galatasaraylı saygın yönetici, değerli futbol adamı ulvi yenal'dı. türk sporuna büyük emek vermiş (o günden sonra da çok çabaharcayacak) ulvi yenal, doğru bir seçimdi.
(önemli bir not: o çifte saraylar gazinosu'ndaki toplantı, bir bakıma bugünün güçlü birliği türkiye spor yazarları derneği'nin [tsyd'nin] kuruluşuna doğru atılan ilk adım olma özelliğini de taşıyordu.)
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
o günlerdeki kurallara göre, 5. dünya kupası'nın 16. finalistini belirlemek için türkiye ile ispanya'nın tarafsız sahada tekrar karşılaşması gerekti. seçilen "tarafsız şehir", roma idi. üçüncü maçta, üç gün önce istanbul'da bize final yolu için ışık yakan onbirimizle, roma'nın olimpiyat stadı'na çıkıyorduk. tıpkı istanbul'daki gibiydi kadromuz... oyunumuz da, tıpkı istanbul'daki gibiydi ama... işler bir anda tersine dönmüştü sanki... kalesinde topu gören, bizdik. hem de henüz 11. dakikada... soldan inen artecha, ispanya'yı 1-0 öne geçirince; olimpiyat stadı trübününde bir avuç türk, türkiye'de ise milyonlar, radyo başında umutsuzluğa düşüvermiştik... ancak on dört dakika sürdü bu üzüntümüz. maçın tam 25. dakikasında ispanyol ağlarını sarsan golümüzün kahramanı, tıpkı istanbul'daki gibi, burhan'dı. futbolunun ve gollerinin şiddetini anlatmak için sporseverlerin taktığı adla "canavar" burhan'dı golcümüz... bu golün verdiği moralle rakipleriyle başa baş bir oyun tutturan takımımız, ilk yarıyı 1-1 kapatıyordu.
ikinci kırk beş dakikada ay-yıldızlı onbir daha da açılacak ve oyuna hâkim olmak bir yana, galip duruma geçme başarısını da elde edecekti. bu kez golcümüz, suat mamat'tı. 2-1 öndeydik. kazanıyorduk, isviçre vizesini alıyorduk. ikinci golü attığımızda maçın bitimine yirmi beş dakika vardı. yenik duruma düşmek, ispanyolları iyice kamçılamış ve kalemizi abluka altına almışlardı. bu baskı, kalan yirmi beş dakikada hiç azalmadan devam etti. her an bir gol tehlikesi karşımızdaydı... derken gol de gelmişti: venancio, durumu 2-2'ye getirmekle kalmıyor, takımına galibiyet ümidi de veriyordu. araya sıkıştırayım: rakiplerimiz, süre azaldıkça hafiften hafiften sertleşmeye başlamış, gol atamayınca da bu sertlik dozunu artırmışlardı. gerçekten yediğimiz ikinci goldeki çok seri hamlenin sonucunda, turgay şeren fena sakatlanıyor, maça devam arzusuna karşın yerini şükrü ersoy'a bırakmak zorunda kalıyordu. doğrusu kaleci şükrü de, yapabileceğinin en iyisini başarıyor, normal sürenin 2-2 bitmesinde önemli rol oynuyordu. şimdi heyecan, siz deyin bin misli, ben diyeyim yüz milyon misli, başkası desin on trilyon misli... uzatmanın yarım saatindeki inanılmaz heyecanı anlatmak için, rakamları bozmak bile yeterli değil... öylesi kalp çarpıntısı içinde, şükrü'nün koruduğu kalede gol tehlikesi üstüne gol tehlikesi... ve bir an geliyor: italyan hakem bernardi'nin düdüğü duyuluyor: "maç bitti!"
ama her şey bitti mi? kim kazandı? hangi takım gidiyor dünya kupası finallerine?
işte söz, italyan hakemde... roma olimpiyat stadı'nda kader dakikası... italyan hakem bernardi, görevlileri çağırıyor. tabiî fıfa yetkilisi hazır... türk ve ispanyol milli takımlarının kaptanları da orada, herkes heyecan içinde. o günün kurallarına göre para atışı var. yani, "yazı-tura" ile belirlenecek dünya kupası finalisti. italyan hakem elindeki metal italyan parasını havaya atacak, paranın hangi yüzü üste gelirse onu söyleyen kaptanın takımı finalist olacak. ötesini kaptanımız turgay şeren'den dinleyelim:
"kenarda duran italyan çocuklarından birini işaret ettim, geldi... sordum, adı franko imiş. hakem paranın iki yüzünü gösterince, franko'ya bizim için işaret etmesini söyledim. 'yazı' tarafını işaret itti. atış yapıldı: 'yazı'... sevinçle havaya fırladım." artık milli takımımız dünya kupası finalindeydi. önce oynadık, istanbul'da kazandık. roma'da da galibiyeti vermedik. şimdi de şansımız yardım etmişti. ötesini tahmin ediyorsunuz. roma olimpiyat stadı'nın bir kenannda birkaç türk sporcu coşkuyla, sevinçle "yaşasın" diye bağırarak havaya fırlarken... aynı anda radyoları başındaki milyonlarca türk de aynı sevinç, aynı coşku içinde... herkes birbirine sarılıyor, mutluluktan yaşlı gözlerle... unutulmaz bir an: türk milli takımı, dünya kupası finallerinde... tarih: 17 mart 1954..."
halit kıvanç'ın diğer iki ispanya maçı anıları için;