hakan şükür, son on yıldır türkiye gündeminin en çok tartışılan ismi. ancak bunun nedeni attığı goller değil. daha çok tarikat ilişkileriyle ve bunu futbol sahalarına yansıtmasıyla gündeme geliyor.
fethullah gülen cemaatinin futboldaki yüzü ve vitrini olan şükür, bir dönem galatasaray’ı tarikat yuvasına dönüştürdü. hakan şükür’ün, “kendisini çok seviyorum” dediği fethullah gülen, futbolla çok yakından ilgileniyor. neredeyse her milli maçtan sonra tebrik mesajı yayınlıyor. bu mesaj cemaatin yayın organlarında maç görüntülerinden bile önce veriliyor.
gülen’in milli takım’dan sonra kalbi galatasaray’dan yana atıyor. ama bu “gönül bağı” yalnızca taraftarlık boyutuyla sınırlı kalmıyor. cemaatin galatasaray içinde ciddi bir örgütlenmesi var. gülen cemaatinin galatasaray’daki örgütlenmesi 1980’li yılların sonunda başladı. tarikatın galatasasaray’daki ilk temsilcisi ise san ismail’di. galatasaray’ın o efsanevi kadrosu içinde yer alan “titrek” lakaplı ismail, o dönemde medyada yavaş yavaş etkin bir şekilde yer alan cemaatin futboldaki yüzüydü.
galatasaray’da sarı ismail’le başlayan fethullah gülen örgütlenmesi hakan şükür’le sürdü. hem de en üst düzeyde.
hakan şükür, takım içindeki etkinliğini artırdıkça tarikata yeni futbolcular kattı. kendisiyle aynı dönemde oynayan hakan ünsal, arif erdem, emre belözoğlu ve suat kaya’yı gülen cemaatine kazandırdı. bunlardan hakan ünsal tarikatçılıkta hakan şükür’ü bile geçti.
bir taraftan mankenlerle ilişkileriyle magazin sayfalarını dolduran bu futbolcular diğer taraftan ziyaret ettikleri cami ve türbelerle de televole programlarına çıkıyorlardı.
bir dönem yurtdışına transfer olan ve avrupa’daki başarılarında^!) dolayı “torinolu şaban” adıyla ünlenen hakan şükür, galatasaray’da futbolcular arasında tarikattakine benzer bir yapılanma oluşturdu.
tarikat içinde yer alan futbolculara “abi” deniyordu. en büyük “abi” ise hakan şükür’dü. abiler, genç futbolcuları kontrol altına alıyordu. bunun adını da “ağabey dayanışması” koymuşlardı.
ama tam bir tarikat örgütlenmesiydi.
bu örgütlenme zaman zaman çatırdıyordu. özellikle çağdaş özellikleriyle ön planda olan futbolcular, bu yapılanmadan rahatsız oldu. kadroda yer almakla sınırlı kalmayan bu tarikatçı yapılanma, teknik direktörleri de baskı altına alarak hangi futbolcunun oynayıp oynamayacağına da karar veriyordu.
özellikle fatih terim döneminde takım bu grubun elindeydi. çünkü, terim de kendileriyle aynı düşünceleri paylaşıyordu. ancak, zamanla terim’in de otoritesini sarsmaya başladılar. bu sırada diğer futbolcular da bundan cesaret alarak seslerini yükselttiler. emre belözoğlu, zaten yurtdışına transfer olmuştu.
takım içindeki bu tarikatçı yapılanma artık futbolun önüne geçiyordu. galatasaray’ın uefa ve şampiyonlar kupası’nı aldığı dönemdeki başarılar nedeniyle bu örgütlenmeye ses çıkartılmamıştı.
bu tarikatçı grupla diğer futbolcular arasındaki kavgalar gittikçe derinleşiyordu. takım ikiye bölünmüştü. ama bu genç futbolcuların kavgası olarak basma yansıyordu. aslında fethullahçı olan hakan şükür, arif erdem ve hakan ünsal ayrımcılık yapıyordu.
eskiden bu örgütlenmeye izin veren ve hatta destekleyen fatih terim 2002 yılında yeniden takımın başına geçtiğinde takım içinde bu tarikatçı yapılanmanın zayıfladığını, genç futbolcuların daha etkin olduklarını gördü.
terim ilk önce arayı bulmaya çalıştı. ama kavgalarda gittikçe çoğalıyordu. üstelik medyaya da taşınmıştı. hakan şükür, bir televizyon programında canlı yayında “takımda özel hayatına dikkat etmeyen almancı futbolcular var” diyordu, hızını alamayan şükür, volkan ve ümit karan’ın galatasaray ruhunu anlamadıklarını söylüyordu.
peki neydi galatasaray ruhu?
tarikatçılık. futbolcular dine göre yaşar. içki sigara kullanmaz, namaz kılar, cuma namazlarını kaçırmaz, gece yaşamını bilmez.
bu kavgalarla birlikte başarısız sonuçlar da gelmeye başladı. kavgalar, galatasaray’ın şampiyonlar ligi’nden elenmesiyle doruğa çıktı. hakan şükür yine bir tv kanalında, takımın başarısızlığını takımdaki uyumsuzluğa bağlıyor ve “biz eskilere yetki verilirse, bu işi hallederiz” diyordu. buradaki hedef fatih terim’di, “sen halledemiyorsan, biz hallederiz” diyorlardı. işte bu söz üzerine terim operasyon kararı aldı. arif erdem ve hakan ünsal kadro dışı bırakıldı. gülen cemaatinin sahip çıkması nedeniyle şükür takımdan uzaklaştırılamadı. ama etkisiz hale getirildi. hakan şükür ve emre belözoğlu hakkında ankara devlet güvenlik mahkemesi, 2002 yılında fethullah gülen örgütünü övdükleri gerekçesiyle soruşturma açtı. hem şükür hem de belözoğlu, tarikatçı değil atatürkçü olduklarını söyleyince soruşturma düştü.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
futbol ne kadar politize?
türkiye kamuoyunun politik kimlik kazandığı 1960'larda ve 1970’lerde de futbol bu akımdan pek etkilenmedi. ingiltere'dekinin aksine, türkiye’de sol hareket kitleselleşmeye başladığı dönemde futboldan uzak durmayı tercih etti. türkiye sosyalistleri futbolu, halkı manipüle eden, aptallaştıran bir araç ve “kitlelerin afyonu” olarak görüyorlardı. adnan bostancıoğlu, futbolla sosyalistlerin arasındaki ilişkilerin 1980 darbesinden sonra yumuşadığını öne sürüyor. ancak bu iddia doğru bile olsa, binlerce sosyalistin işkenceden geçirildiği ve tüm örgütlerin silindiği bu dönemde, sol hareketin futbolu politikleştirme imkânı yoktu.
1970’lerdeki türkiye sağının da farklı nedenlerle futbola uzak durduğu söylenebilir. dönemin türk milliyetçilerine göre futbol “millî şuuru bozan bir olaydı. ancak 1980’lerin sonunda, darbe zamanı mhp ye konulan yasaklar kaldırıldığında, milliyetçiler kendilerini meşrulaştıracak ve tekrar popülarite kazandıracak bir alan aradıklarında, futbol imdatlarına yetişti. bu durum, 1940lardaki turancı yargılamalarından sonra milliyetçilerin kendilerini siyasi alanda var edebilmek için kıbrıs sorununa sarılmalarına benziyor.
milliyetçilerin futbola sahip çıkmaya karar verdiği dönemin “kendilerinin zindanda, fikirlerinin iktidarda” olduğu bir dönemin ardından geldiğini hatırlarsak, 1990’lar konjonktürel olarak futbol üzerinden milliyetçilik yaratmak için son derece uygundu. bu dönemde yaratılan kürt karşıtı atmosfer, avrupa’yla yaşanan öykünme-nefret ilişkisi ve türkiye futbolunun uluslararası başarıları milliyetçilerin ana akım futbol kamuoyunu siyasallaştırması için çok cömert olanaklar sunuyordu.3 bu olanaklar özellikle mhp’nin önemli isimlerinden güven sazak’ın 1993’te fenerbahçe başkanı olmasıyla kullanılmaya başlandı. mhp militanlarının korumalık yaptığı bu kongrede, üyeler sazak’la bir diğer mhp sempatizanı ali şen arasında seçim yapıyordu.4 bu dönemde bozkurtlar, başkana karşı olabilecek protestoları başlamadan bitirmek için tribünlerde de yer almaya başladı. aynı dönemde galatasaray’ın avrupa’da yükselen grafiği de milliyetçilerin ilgisini çekiyordu. galatasaray’ın en büyük taraftar grubu ultraslan'ın lideri alpaslan dikmen, yeniçağ gazetesinde yazan ve aşırı sağcı fikirlerini saklamayan bir isimdi. bu taraftar grubu, bu dönemde kurumsallaşma denebilecek ölçüde büyüdü. beşiktaş, bu sağcı dalgaya, çarşı grubu ve onun sol eğilimli ermeni lideri alen markaryan sayesinde çok daha fazla direndi. ancak çarşının da bu dönemde patlayan pop-milliyetçilik dalgasından payını almadığını söylemek yanlış olur.
1990’larda stadyumlarda yükselen milliyetçi dalga mhp'nin 1999 seçimlerinde iktidara gelmesine katkı yaparken, partinin hükümetteki “felaket” performansı, 1999 depremi sonrası hükümetin acizliği ve 2001de patlayan kriz bu dalganın da dinmesine neden oldu. bu yıllarda türkiye’nin avrupa birliği üyeliği ihtimalinin kuvvetlenmesi, yasal reformlar ve sivil toplum örgütlerinin yükselişiyle ülke daha liberal bir atmosfere girdi. bu konjonktür, islamcıların yenilikçi kanadı olan akp’nin iktidara gelişinin yolunu açtı. akp, futbol dünyasma doğrudan tff ve kulüpler üzerinden müdahale ederken, zaten sahip olduğu kamuoyu desteğine güvenerek tribünlerde etkinlik göstermemeyi tercih etti.
1990’ları türkiyede tribünlerin gözle görülebilir şekilde siyasallaştığı tek dönem olarak göstermek mümkündür. ancak, bu siyasallaşmanın konjonktürel olduğunun, taraftarların sosyal ve coğrafi olarak dağılmış olduğu kulüplerin kimliğine işlemediğinin altım çizmek gerekir. kaldı ki bu siyasallaşma, ideolojik olarak zaten kulüplerin kuruluşlarından itibaren içselleştirdiği milliyetçilikten başka bir şey taşımıyordu, dolayısıyla kimlik anlamında yaratabileceği fazla da bir fark yoktu.
galatasaray'da 'jeep krizi' tatlıya bağlandı 23 mayıs 2000 | ahaber
uefa kupası şampiyonu galatasaray'da teknik direktör fatih terim ile golcü futbolcu hakan şükür arasındaki jeep krizi tatlıya bağlandı.
uefa kupası'nı kazanmaları halinde kullandığı jeepi hakan şükür'e vereceğini taahhüt eden terim'in diğer futbolculara haksızlık olacağı gerekçesi ile jeep yerine parasını vermek istemesi üzerine, tecrübeli çalıştırıcı ile hakan şükür arasında kriz yaşanmıştı. golcü futbolcu, terim'in parasını verme teklifini geri çevirmiş ve ne parasını ne de jeepi almayacağını hocasına bildirmişti.
olayın basına yansıması üzerine araya giren yöneticiler jeep krizini kısa sürede çözüme kavuşturdu. basın sözcüsü ali dürüst, iha muhabirine yaptığı açıklamada, "sayın fatih terim, 120 bin doları hakan'a verdi. sorun halledildi. bundan sonrası hakan'a kalmış. ister parayı arkadaşları arasında paylaştırır, isterse kendisine yeni bir jeep alır. o parayla fatih terim'inki gibi bir jip alınabilir" dedi.
dürüst, galatasaray'ın başarıya ulaşması için çalışan her futbolcunun hakkı olan parayı alacağını da belirterek, "hocamız da sözünden dönmez. eğer hakan'a böyle bir söz verdiyse o sözünü yerine getirir. nitekim 120 bin dolar vererek sözünde durduğunu gösterdi." dedi.
galatasaray'ın uefa kupasını kazanmasında önemli paya sahip olan golcü futbolcu hakan şükür ise bu yöndeki sorulara "ortada sorun falan yok" demekle yetindi.