16 mayıs 2000 galatasaraın final maçına 1 gün var ve ben barbaros bulvarında yürürken kaldırımdan inmek üzereyken bir arabanın ayağımın üzerinden geçmesiyle kendime geldim. ve ne yazıkki ertesi gün maçın oynandığı saatlerde ameliyattaydım ..ama narkozun etkisine rağmen hayal meyal maçı hatırlıyorum... işin en kötü yanı maçtan sonraki kutlamalar taksimde yapılacaktı ve ben 2 gün öncesinde taksimde bayraklarla sokakta kutlama yapmanın hayalini kurarken yine taksimde alman hastanesinin bir odasında ozaman beşiktaşın klup doktoru olan ameliyatımı yapan doktorumla birlikte maç kritiği yaparak kutluyordum.. :( ayağımın acısından çok dışardan gelen o tezahüratları duyupta yerinden kalkamamak orada olup o heyecanı yaşayamamak dokunmuştu. bütün gün ağlamıştım üzüntümden haberi duyupta ziyaretime gelen herkes elinde bi bayrakla geliyordu hastane odasını bayram yerine çeviren arkadaşlarımın yaptığı jesti hayatım boyunca unutamam herhalde.. :)
2008-09 sezonuna kadar avrupa kupalarında o sene hem avrupa kupası,hem kendi ligi hem de ülkesinin kupasını kazanan takımlardan 6.sı galatasaray olmuştur:
2008-09 sezonuna kadar bunu başarabilen tüm takımlar: sezon- kulüp- ülkesi- kazandığı avrupa kupası 1966/1967 celtic ( iskoçya ) şampiyon kulüpler avrupası 1971/1972 ajax ( hollanda ) şampiyon kulüpler avrupası 1981/1982 ifk göteborg ( isveç ) uefa kupası 1987/1988 psv ( hollanda ) (şampiyon kulüpler avrupası) 1998/1999 manchester united ( ingiltere ) şampiyonlar ligi 1999/2000 galatasaray ( türkiye ) uefa kupası 2002/2003 fc porto ( portekiz ) uefa kupası
devamı için tıklayın... 2004/2005 cska moskva ( rusya ) uefa kupası 2008/2009 fc barcelona ( ispanya ) şampiyonlar ligi
ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
sevdiğim, çok inandığım, kafasını beğendiğim, duruşuna hep güven duyduğum dostlarımdan biridir. iki yıl kadar önce güzel bir ilkyaz akşamında, boğaz kıyısında keyifli bir masada bir araya geldik... laf lafı açtı, mehtap soframıza indi ve nasıl oldu bilmem, konu futbola geldi... o sıralar gündemin en sıcak konularından biriydi galatasaray'ın uefa kupası'nı kazanması ve konuştukça anlıyordum ki, sevgili arkadaşım bu olayın gazetelerde, ekranlarda bu kadar yer bulmasından fena halde şikâyetçi...
"uefa kupası da ne ki? daha önce isimsiz avusturya ya da hollanda takımlarının kazandığı dandik bir kupa! benim gözümde bir teneke parçası" dedi.
önce onun da, pek çok başka dostum gibi, futbolun, hayatımızın bütün alanlarını işgal etmesine, bunu yaparken son derece sırasız-sekisiz ve saygısız davranmasına, yeşil alandaki sonuçlar üzerinden yapılan ucuz milliyetçiliğe içerlediğini sandım. öyle ya, bir spor adamı olarak ben de rahatsız olmuyor muydum bunlardan?
bu teşhiste yanıldığımı biraz geç anladım. köpüklü kahyelerimizi içerken, baklayı ağzından çıkardı sevgili dostum: "ben fenerbahçeliyim. çocukluğumdan beri galatasaray'dan ve galatasaraylılıktan nefret ederim. bugün de bir kupa kazandılar diye onların el üstünde tutulmasını kabul edemem. o kupaya saygı duymuyorum ve duymayacağım. çevremdeki insanları da onun değersiz olduğuna inandırmak için elimden geleni yapacağım."
tartışma bitmişti. bana söylenecek bir şey kalmıyordu.
gülümsedim...
sorunu çözemeyen, yenilgiyi kabullenen ve umudu erteleyen o 'biçare' gülümsemeyi pazar akşamı televizyonda fenerbahçe-trabzonspor maçını izlerken bir kez daha buluverdim dudağımın kıyısında... fenerbahçe sahaya her yanı yıldızlarla donatılmış tuhaf bir formayla çıkmıştı. sarı-lacivertli kulüp yöneticilerinin vermeye çalıştığı mesaj şuydu: "biz bu yıl 15. kez türkiye ligi şampiyonu olup göğsümüze üçüncü yıldızı takmak istiyorduk. ama gördük ki, futbol sahalarında sonuçlar manipüle ediliyor, her şey kirli. bu şartlarda yıldızlar da ayağa düşüyor. o zaman üçüncü yıldızın hiçbir değeri yok gözümüzde..."
iki yıl önce fenerbahçeli dostumun bana söyledikleriyle biraz daha açmaya çalışırsak; "benim olmayan her şey değersizdir. ben güzele güzel demem, güzel benim olmazsa."
bu destrüktif aşk hali, 80'lerden bu yana salgın bir hastalık gibi yayılıyor sportif hayatımıza. kapıdan kovsak bacadan giriyor ve politika üretemeyen politikacıları, her türlü politik örgütlenmeyi daha kaynağında boğan anayasasıyla, kendini çağın en sığ fikir ortamında bulan bir ülkenin gençlerine açık kalan tek reaksiyon penceresi olduğu için, böyle sağlıksız rüzgarlar üflüyor sokaklarımıza... bütün doyumsuzluklarını 90 dakikalık bir futbol maçıyla gidermeye çalışan, birini seven, diğerlerinin tamamından nefret eden, bütün grileri ortadan kaldırırken siyahla beyaz arasında her gün biraz daha sıkışan bir zavallılar sürüsü haline geliyoruz süratle... ve edindiğimiz ilk refleks, "benim yoksa onun da olmasın" demek, kimsenin adalete inanmadığı bu coğrafyada, bütün sonuçları komplo teorilerine sarıp sarmalayarak daha tecelli etmeden 'kalp' ilan etmek... bunu da spor diye tanımlamak...
bir umut vardı, umut denebilecek bir kırıntı... vurup kırmaya yatkın bu maço kültüre belki de kadınların birkaç çiçek tomurcuğu getirebileceğini düşünürdük bir vakitler... hani, "kadın eli değerse her şey başka olur" inancıyla...
ne tuhaf... kadınlar da, stadyum kapısından girdikleri ilk dakikadan itibaren ağızlarını yamultan küfürler ve gırtlaklarını paralayan çığlıklarla 'erkekleşiyor'... ve yıldızlar... parlatıp gökyüzüne asmak için onca yıldır uğraştığımız yıldızlar, önce tek tek, sonra kalabalık gruplar halinde kayıp gidiyor gözlerimizin önünden...
bize kalan, iç ürperten bir kış gecesinden başka bir şey değil.
babamın futbolu sevmediğinden ve yaşımın küçük olduğunudan o gün maçı televizyonda izleyememiştim, erken yatırdılar beni acaba kupayı alacakmıyız maç ne olacak çelişkileri içinde yatakta uyuya kalmıştım. sabah kalktığımda uefa kupasının bizim olduğunu gördüm çok mutlu olmuştum ama hayatımda en çok canlı olarak izlemek istediğim maçı izleyememiştim hayatımda bana en çok dokunanda bu olaydır...
#1 claudiotaffarel arsenal-galatasaray 17 mayıs 2000
uefa kupası finali. yer kopenhag. parken stadı'nda maç öncesi yaşanan talihsiz olayların ardından yerlerini alıyor iki takım, arsenal ve galatasaray. penaltılara kadar uzanan maceralı yolun her bölümü taşlı. üç dünya kupası görmüş brezilyalı claudio taffarel'in tecrübeli elleri o zaman ortaya çıkıyor. hagi'nin gördüğü kırmızı kart bile tafo'nun moralini bozmuyor. ve altın gol'ün galatasaray kalesine girmesinin an meselesi olduğu pozisyon. thierry henry'nin kafası ve taffarel'in belki de kariyerinin en iyi kurtarışı ve türk futbolunun makus talihinin yenildiği an. sonrası bir masal, sonrası "hadi oğlum popescu".
arif erdem: "sahaya çıkarken henry tükmüğü ile balon yapıyor. ben de baktım 'sen rahatsız mısın oğlum?' dedim. adam da bana bakıyor. hani hemen 3-4 atalımda gönderelim şunları der gibi..."
1999-00'de galatasaray'ın ara transferi sergen yalçın oldu. kupa maçında trabzon'a attığı goller dışında takıma yeterli katkıyı sağlayamayan sergen, leeds united deplasmanına gitmek istemediği için takımdan erken uzaklaştı. zira aylar sonra fatih terim onun için, "leeds'e o gelmek istemedi, kopenhag'a da biz götürmedik" ifadesini kullandı.
- galatasaray'ın uefa kupası'nı kaldırdığı arsenal maçı sonrasında piontek'le kucaklaşmanıza tanık olduk. birbirinizin kulağına birşeyler söylediniz. çok özel değilse öğrenebilir miyiz?
fatih terim: biz iki çalışan idik. ama esas gerçeği iki iyi dostuz. çok düzgün bir insan. ailecek hâlâ görüşüyoruz. geçenlerde geldiler, hep beraber yemeğe gittik. uefa bize maç öncesinde piontek'i mihmandar olarak tayin etti. ben havaalanına indiğimde piontek karşıladı bizi, 'ne ihtiyacınız varsa, her an yanınızdayım' dedi. çok mutlu oldum, biraz nostalji yaptık. maçtan önceki son antrenmanda terleme idmanı yapıyorduk, çok dar alanda bir oyunumuz vardı bizim. sarı yelekliler aralarında müthiş bir pas yüzdesiyle oynadı. piontek bayıldı. 'fatih nasıl birşeydir bu?' diye sordu. maçın devre arasında da, 'fatih, çok iyi oynuyorsunuz. hissediyorum, kazanacaksınız' dedi bana.
bir kaderi paylaştık biz onunla. yerli olması, yabancı olması pek fazla fark etmiyor, dostuz... zaman geldi o bize, zaman geldi biz ona göğsümüzü gerdik... ben kendisine, 'sepp, kazanacağız. ben takımıma güveniyorum' demiştim. kupayı aldığımızda kendisi kazanmışcasma mutlu oldu. 'devre arasında ben sana dememiş miydim?' diye sarıldı, ben de ona, 'sana daha önce söylememiş miydim?' dedim. bozuk türkçesiyle bana 'büyük adam' demişti. orada öyle bir sevinç yumağı oluşturmuştuk.
- kopenhag'da popescu'dan sonra penaltıyı atacak oyuncu kimdi?
fatih terim: capone... bazen çok sakin ve garantiye yakın hissettiğiniz, emin olduğunuz oyuncuları sona bırakırsınız, bazen de emin olduklarınızı daha önceden kullanırsınız. o gün emin olduklarımızı daha önce kullandık. bir gün olsun penaltı çalışması yapmadık, inanır mısınız? turnuva boyunca yaptırmadım. beş saniyede de sıralamayı verdim.
- terim olmasaydı uefa kupası ülkeye gelmezdi, hakan şükür olmasaydı gelmezdi, hagi olmasaydı gelmezdi deniyor. sizin görüsünüz nedir?
fatih terim: herkesin bu kupada hakkı olmuştur, olmaz olur mu? türkiye'de antrenörlerin bir durumu vardır: kaybettikleri zaman ben, kazandıkları zaman biz. allah bir tuğla koyandan bile razı olsun. zaten başarıyı da paylaşmayı öğrenmeliyiz. başarısızlığı paylaşamıyoruz ama bari başarıyı paylaşmayı öğrenelim. böyle bir kupanın gelmesi türkiye için önemli. herkesi yenerek üst turlara geçiyorsunuz, daha önceden olmamış birşey. tabii ki gol kurtaranı da var, atanı da var, bu ll'i çıkaranı da var... yöneticisi de var, başkanıyla, masörüyle, malzemecisiyle, seyircisiyle hatta basınıyla muhakkak herkesin bu kupada payı vardır. önemli olan, başarıyı paylaşmayı hazmedebilmek.
- uefa sonrası galatasaray'da kalmış olsaydınız bir avrupa şampiyonluğu daha çıkmaz mıydı?
fatih terim: popescu hep onu söyler beni gördüğünde. 'hocam kalsaydın şampiyonlar ligi şampiyonu da olurduk' der. olabilirdi tabii. olmayacak bir şey değil ama olmadı. şimdi dönüp de neden olmadığına dair o konuda hiçbir zaman bir açıklama yapmadım. ama yavaş yavaş herkes çözüyor zaten. bir takımda çalışırken bir takımla anlaşmam. italya'ya gideceğim de son zamanlarda, sezon bittikten sonraki bölümde belli oldu. öyle nasipmiş öyle kısmetmiş.
ben istikrar adına hareket eden ve onun başarı getirdiğine inanan bir insanım. dolayısıyla kalmış olsaydık çok önemli işler olabilirdi. yani ben de popescu'ya katılıyorum.
#1 gheorghe popescu 17 mayıs 2000 galatasaray-arsenal
trt'nin deneyimli spikeri levent özçelik'in,"hadi oğlum, hadi oğlum" diyerek ölümsüzleştirdiği penaltı. popescu, galatasaray kariyerinin en önemli anında gerilip topa öyle bir vurdu ki david seaman ne tarafa uçsa kurtaramazdı. bu penaltı vuruşu, galatasaray'a uefa kupası'nı getirirken türk futbol tarihinde bir ilke imza atıyordu. 0-0 biten ve hagi'nin atılmasıyla penaltılara kalması için dualar edilen bir maçta bundan güzel bir son olamazdı herhalde.
- galatasaray'ın uefa kupası'nı kazandığı maçta neler yaşadınız? o gün neler hissettiniz? bugün neler düşünüyorsunuz?
hasan cemal: bir galatasaraylı için olmayı bırakın, bir türk, futbolu seven bir insan olarak o günü unutulmaz bir gün olarak görüyorum. o gün türk futbolcusunda "ben bu ışı yapabilirim duygusunu uyandıran, bir güven patlaması yaratan bir milattı. oraya çok büyük bir heyecanla gittik. karşımızda arsenal var ve hepimiz "ne yapacağız?" diye düşünüyorduk. isviçre takımı grasshoppers'ın ingiliz teknik direktörü roy hodgson ile sohbet etme fırsatı bulduk. bana "şunu bir kenara yaz: galatasaray kupayı alacak. bir kere siz oraya ilk defa geliyorsunuz. ilk defa geldiğiniz için asılacaksınız. arsenal'in yarısından çoğu fransız, onlar da iki yıl önce dünya kupası'nı kazandılar; sizin kadar aşılamazlar. ayrıca sizin çok iyi oyuncularınız var. hagi, hakan şükür, popescu, taffarel, emre çok iyi oyuncular. bu oyuncularla siz bu maçı alır götürürsünüz" dedi. o güne dair unutamadığım birçok an var. hakan'ın ve arifin şutlarının direkten dönmesi, uzatmalarda henry'nin bir kafa şutunu taffarel'in doksandan çıkarışı, yarım saatlik uzatmanın ilk dakikalarından hagi'nin kırmızı kart görmesi, "büyük kaptan" bülent korkmaz'ın omzunun çıkması hâlâ aklımda. bülent korkmaz'm o çıkık omuzla muhteşem bir oyun oynadığını hatırladıkça gözlerim dolar. hiç unutamadığım an tabii ki popescu'nun penaltısıdır. penaltı anında arkamda duran şimdiki başkanımız adnan polat heyecandan yere oturmuş, sahaya bakamıyordu. popescu gerildi, gerildi, öyle bir hızla vurdu ki, top füze gibi gitti. hepimiz ağlamaya başladık hâlâ da heyecanlanıyorum.
sanki o gün uefa finali nurettin agabeylerin evinde oynanıyordu ve nurettin agabeylerin evi tarihi günlerinden birini yaşıyordu, bu final macını mahalledeki beraber büyüdügümüz arkadaşlarımızla beraber izlemiştik en büyük ve en müsait ev nurettin agabeylerin evi oldugu için birkaç gün önceden kararlaştırılmıştı ve orada toplanacaktık hepimiz orada olmaya çalışacaktık. mac saati yaklaşmaştı ve eve gittigimde yemek bile yiyememiştim heyecandan, sevgili eşim bana birlikte evde seyredelim gitme dediysede bu fırsatı kacıramazdım.hepimiz aynı anda cok uzun zamandır ve galatasarayın sayesinde ve bu final macında beraber olacaktık .erol agabey birol, savaş ,nedim, ercan, can kardeşlerimde orada olacaklar,ve bir sinerji yaratacaktık mac başlıyor herkes kafasına göre bir şeyler söylüyor fakat ben kendimi sakin hissediyordum bu herkesin dikkatini cekmiş ne aslanım hic sesin cıkmıyor diyorlardı ben gene dalıp gitmiştim arif”in ilk yarının sonlarına dogru kacırdıgı pozisyona kadar fazla konuşmamıştım ilk uzun konuşmamamı o zaman yapmışım. hani o uefa belgeselinde fatih terimin,arif icin oglum sanki sag ayanla çok düzgün vuruyorsunda birde sol ayagınla o topa vuruyorsun dedigi o meşur lafı vallahide billahide ben o an söylemiştim bence o lafın patenti bana ait fatih terim,e degil cünkü ben ondan önce söylemiştim oysaki fatih hoca devre arası söylemişti arif”e o lafı ah bir finale cıksak diye düşünüyorduk ah ulan şu fnale bir cıksak finalde kupayı almasakta final oynadık derdik diye düşünüyorduk fakat finale cıkınca kupayı kazanmakla kaybetmek arasındaki farkıda anlamıştık mac uzatmalara gidiyor ve gerginlik artıyordu uzatmalarda bile cok sakindim tüm zamanların en önemli macı bu mactı ve kendimi cok tuhaf hissediyordum erol abi bana ne iş kemalettin hic sesin cıkmıyor diyor bana bende,sadece ona el işareti yapıyordum ve cok sessiz duruyormuşum mac bittikten sonra böyle söylediler bana .oysa ben gururdan öyle duruyordum herhalde,ya dedim arkadaşlar bizim burada ne işimiz var şimdi bizim bu final macında olmamız gerekmiyormuydu dedim. penaltılarda hic kimse oturmuyordu ben haric herkes ayaktaydı, inanın hic konuşamıyordum ,penaltılar başladı ilk penaltı için ergün topun başına gecince herkse arkadaşlar sizin sucunuz yok fakat ben şuanda bir rüya görüyorum demiştim yaşadıklarımızın bir rüya olabilecegini düşünüyordum yıllarca bir kac tur etlayıp sevindigimiz bu avrupa kupasına uzanacaktık ve karar verdim kesin bu rüya idi keşke şu penaltılar atılsa ve kupayı kazansakta ondan sonra uyansam diye düşünüyorum. son penaltı atılırken bende artık ayaga kalktım popescu penaltıyı gole çevirdikten sonra artık neler oldugunu bende hatırlamıyorum .şaşırdık ne yapacagımızı bir anda sokaklar doldu pencereden bakıyoruz ve bizimde artık dışarı cıkmamız gerektigini düşünüyoruz ve korkmaya başladım eşimi ve kızımı düşünmeye başladım balkona çıkmamışlardır inşallah diye düşünüyordum çünkü herkes silah kullanıyordu ve cok tehlikeli durumlar olabilirdi arkadaşlara ben şimdi geliyorum dedim ve eve gittim o zaman kızım 9 yaşında idi ve ona bir şey olur diye cok korkmuştum eve girdim annem oglum bu senin karın cıldırmış dedi eşim kızım ve annem beraber seyretmişlerdi maçı eşim fenerbahçeli,dir fakat macı izlerken stres heyecan ve bagırmaktan bir tuhaf olmuş alt katta oturan annem bize çıkmış eşimi bu halde görünce panige kapılmış bu mac bu gelini bu hale getirdiyse bizim oglan ne durumdadır diye endişelenmiş ve tedirgin olmuş tam o sırada ben iceri giriyorum ve hanım mutluluktan aglayacak gibi bana sarılıyor şampiyon cim bom diyor annem bana baktı bende bir şey yok normalim ya oglum bu gelin bu mac yüzünden bu duruma geldiyse seninde daha beter olman gerekmiyormuydu dedi ve laileha illalah.. lailaha illalah diye bir kac kez selavat getirdi. ben eşime ve anneme ne olursa olsun pencereye cıkmamalarını söyledim tam evden cıkacakken annem bana oglum ne olur gitme ya sen vurulursan ne olacak dedi . annem bu vurulma işini öyle ciddiye almıştıki beni bırakmayordu hakımı helal etmem cıkma dışarı dedi başıma iş almıştım oysaki hiçbir şey demeden dışarı şıksam annem uyanmayacaktı.ben eşime sakın pencereye çıkmayın vurulursunuz dedim ve gaf yaptım annem o laftan sonra benide bırakmamaya kararlı ara arkadaşlarını dedi onlar buraya gelsin burada oturun dedi anneme artık laf anlatamıyordum beni korumaya calışıyordu ben nasıl kızımı için endişelendiysem annemde benim için endişeleniyordu ve ona hak verdim aradım arkadaşları özür diledim ve televizyondan o geceki geleşmeleri izledim sabaha kadar yalnız bira ara dışarı cıktım ve kendime bir kac bira aldım ve içtim anne dedim sanada alayımı bira dedim töbe töbe töbe diyip durdu ve en sonunda merak etti oglum bu nasıl bir mactıki böle biz şimdi gavurlarımı yendik dedi annemin anladıgı dilde anlatmaya calıştım annemde jeton yeni düştü ve ulan oglum şimdi köyde olsak valla billa bende silahı elime alırdım dedi annemde artık gaza gelmişti. annemde macın önemini kavramıştı artık o gün bu gün hala ne zaman uyanacagım diye düşünüyorum fakat anladım artık bu rüya degildi şimdi şunu düşünüyorum acaba ölmeden önce bir daha böyle bir şey yaşayacakmıyım cok merak ediyorum .o günden sonra ne zaman bir mac olsa annem hep şunu sorar oglum bu günkü mac silahlımı,hatta karşımda oturan ve futboldan hic anlamayan bir komşum mac oldugu gün şunu sorardı kemalettin mac nasıl bir mac derdi cünkü o komşum böyle günleri iyi degerlendirip silahına bakım yapardı maca sevindiginden felan degil….oysa ben silahtan nefret ederim askerlik haricindede almadım elime almamda asla.
galatasaraylı olmanın ayrıcalığını hissettiğim o günü hiç unutamıyorum yürekler galatasaray aşkı ile çarparken arif'in bomboş pozisyonda sağ ayağı yerine sol ayağını kullanarak 7 metrelik kaleyi es geçmesi helede thierry henry'nin kaleye 1 metre uzaklıktan vurduğu kafanın taffarel tarafından 90 dan çıkarılması yürekleri ağızlara getirdi... fakat uzatmaların sonunda penaltılar vardı fatih'in aslanları teker teker kaleciyi malup ederken arsenal direklere takılmıştı.... avrupanın en büyük 2. kupası bizimdi artık hiç bir türk kulübü gs den büyük olamazdi...
türk futbolu avrupa kupalarında ilk kez 1956 yılında temsil edildi. türkiye'de profesyonel futbol ligi (milli lig) henüz kurulmamıştı ve istanbul ligi'nden galatasaray futbol federasyonu tarafından şampiyon kulüpler kupasına gönderildi. ön eleme turunda galatasaray’ın rakibi dinamo bükreş oldu. deplasmanda 3-1 yenilip, mithatpaşa'da 2-1 kazandılar ama kupadan elendiler.
bu maçla birlikte türk takımları kulüp düzeyinde avrupa kupalarında yer almaya başladı. 1957-58 sezonunda beşiktaş gidecekti ama ismi geç bildirildiğinden kupaya katılamadı. 1958-59'da ise beşiktaş katıldı. 1959'da milli lig kuruldu ve bundan sonra milli lig'in şampiyonu bir sonraki yıl kupada türkiye'yi temsil etmeye başladı.
üç büyük istanbul takımı 1962'ye kadar avrupa kupalarında türkiye'yi temsil ettiler. 1962'de altay alışılmış üç takımın dışında, farklı bir takım olarak (uefa tarafından düzenlenmediği için bugünkü anlamıyla "avrupa kupası" sayılmasa da) fuar şehirleri kupası'nda sahne aldı. roma ile eşleştiler ve ilginçtir ki, ilk maçlarını izmir’de değil de istanbul’da oynadılar. sonradan nadir de olsa göztepe (fuar şehirleri), gençlerbirliği (balkan kupası) de bu takımlara eklendiler...
kısacası, o günlerde de (günümüzde olduğu gibi) avrupa kupaları'nda türkiye'yi baskın bir şekilde üç büyük istanbul takımı temsil etmekteydi. her karşılaşma "milli maç" havasına bürünür. gazeteler milli duygularla, savaş çığlıklarıyla, kahramanlık öyküleriyle dolup taşardı. her galibiyet (o zamanlar beraberlik ya da az sayılı mağlubiyetler bile) “türk futbolu”nun rüştünü ispatı olarak görülürdü.
bir yandan da öyle bir hava vardır ki, 1959'da fenerbahçe, nice'e giderken galatasaray'ın en üst yetkilileri ve takım kaptanı turgay şeren tarafından sarı-kırmızılı çiçeklerle uğurlanırlardı. mithatpaşa'daki fenerbahçe - nice maçında ise kale arkasında (tribün olarak değil “gerçek” kale arkası) duran galatasaray kaptanı ve kalecisi turgay şeren maç esnasında fenerbahçe kalecisine taktikler verirdi...
aslında, avrupa'da sadece ufak ve günlük başarı kırıntıları kazandığımızdan (olsa gerek), her maç öncesi “herkes” türk takımına destek verir ve kazanılan başarıyı “herkes” sahiplenirdi.
bu ortak gaye (sembolik olarak) doksanların ikinci yarısına kadar, artan milliyetçilik duygularıyla birlikte devam etti. basın da bu olguyu sürekli destekledi. fakat o yıllarda şampiyonlar ligi'ne sürekli katılmaya başlayan galatasaray taraftarlarının diğer takım taraftarlarını “küçümsemek” için kullandıkları "siz hala annenizin liginde mi oynuyorsunuz?" sözleri ile birlikte “diğer” takım taraftarlarınca yıllardır verilen "sorgusuz destek" konusu sorgulanmaya başlandı. 2000'de galatasaray'ın uefa kupası'nı müzesine götürmesi ve ardından galatasaray taraftarının "kupayı biz kazandık siz değil" sözleriyle birlikte çatlaklar iyice derinleşti.
taraftarlar bu sürecin ardından ikiye bölünmeye başladılar. bir kısmı eskisi gibi, avrupa kupaları’nda yer alan türk takımlarının türkiye’yi temsil ettiklerini ve kayıtsız şartsız desteklenmeleri gerektiğini düşünürken, diğerleri kulüplerin kazandığı başarıların sadece o kulübü bağladığını, bu yüzden de “rakiplerinin” başarılarını desteklemenin saçma olduğunu düşünüyorlardı. hatta bu bağlamda rakiplerinin karşısındaki yabancıyı desteklediklerini de açık açık söylemeye başladılar.
örneğin, 2009 martında, hamburg-galatasaray maçı öncesinde almanya fenerbahçeliler dernekleri birliği başkanı mustafa çömlek: “gönlümüz hamburg’tan yana. galatasaray’ın, uefa kupası’nı 2. kez alması işimize gelmez” demecini verdi. gerçi bu demeç tepkilere yol açtı; birliğin ve hamburg fenerbahçeliler derneği’nin asbaşkanı himmet keklikçi, “böyle bir açıklama, daha diplomatik bir şekilde yapılmalıydı. artık sadece üye olarak kalacağım” diyerek istifa etti (fanatik, 17 mart 2009).
avrupa kupaları'nda yabancı takımı ya da türk takımını destekleme mevzusu aslında çok göreceli bir konu. çünkü her taraftarın bu konudaki seçimleri, tuttuğu takıma, yabancı takıma veya türk takımına göre değişiklik gösterebiliyor.
bazı taraftarlar milli duygularla (hangisi olursa olsun) türk takımını destekliyorlar. çünkü kazanılan başarıyı "türklerin başarısı" olarak anlamlandırıyorlar. bu düşünceyi paylaşan taraftarların birçoğu, aynı zamanda yabancı takımı destekleyenlere karşı ciddi bir nefret besliyorlar ve hatta onları “vatan hainliği” ile suçluyorlar.
diğer tarafta yer alan üç büyük istanbul takımı taraftarların birçoğu ezeli rakibine karşı oynayan yabancıyı destekliyorlar. çünkü ezeli rakibinin alacağı her türlü başarının bir şekilde kendisine "dokunacağını" düşünüyorlar.
aynı taraftaki birçok anadolu takımı taraftarının düşünceleri ise biraz daha dallı budaklı. öncelikle, türkiye’deki her maçta büyük bir sıkıntı çektikleri istanbul hegomanyası yüzünden üç büyük istanbul takımının maçlarında yabancıyı destekliyorlar. bunu genelde iki düşünceyle dayandırıyorlar. birincisi, büyük istanbul takımının, avrupa kupaları'na gidiş biletini kazanmak için kendi takımları ile karşılaştıklarını ve çoğu zaman "hegomanyanın meyvesini yiyerek" o maçı (ve bileti) kazandıklarını düşünüyorlar. bu yüzden, türkiye'deki maçlarda "haklarını yiyen" takımı avrupa kupası'nda desteklemenin büyük bir saçmalık/çelişki olduğunu söylüyorlar. ikincisi ise, bu turnuvaların kulüp turnuvaları olduğunu ve kazanılan başarıların doğal olarak kulüplerin hanesine yazıldığını ama genel olarak ilgili takımların kazandığı tüm başarıların aynı zamanda istanbul hegomanyasını biraz daha beslediğini/büyüttüğünü düşünüyorlar.
aynı taraftarların birçoğu üç büyük istanbul takımı (ve bazen (özellikle doksanların ikinci yarısında "parasal nedenlerden dolayı" türk futbolunda alınan tüm kararlarda sürekli üç büyük istanbul takımının yanında yer aldığı için) trabzonspor) haricindeki tüm "türk" takımlarını destekliyorlar.
bu iki görüşün birisi içinde yer alan ama “maça göre” destekleyeceği takımı seçen taraftarlar da var elbette. bazen yabancı’ya karşı bir (ya da birkaç) nedenden ötürü duyulan gıcıklıkla (normalde desteklenmeyen) türk takımını tutuyorlar. bazense bir şekilde (orada yaşamış olduğu için, bir oyuncuya duyduğu sevgiden ya da futbol felsefesine hayran olduğundan…) yabancıya beslenen saygı ve sevgiden ötürü (normalde türk takımını desteklemesine rağmen) yabancıya gönülleri kayıyor.
uzun lafın kısası, futbol (kim ne derse desin) “sadece” bir oyundur (ve ne olursa olsun öyle kalmalıdır) ve hangi platformda oynanıyorsa oynansın, taraftarların (kendine yakın hissettikleri ya da kendilerini haklı gördükleri nedenlerden ötürü) istedikleri takımı tutması ve bunu açık açık dile getirmesi çok normaldir. ayrıca (ne olursa olsun ısrar edileni) tutmaya mecbur muyuz?
dünyaca ünlü futbolcu eric canton’nın sunduğu ve canal+'da yayınlanan fransız belgeseli, looking for istanbul'da fenerbahçe-galatasaray rekabeti işleniyor. 53 dakikalık belgeselin bir bölümünde de galatasaray'ın arsenal maçı anlatılıyor.
bu bölümde galatasaray taraftarı emin’in övünerek arsenal maçı ile ilgili olarak anlattıkları yine kanımı dondurdu ve bir kere daha “türkiye’de futbol gerçekten buysa ben yokum!” dedim.
emin: “kopenag’da, benim için çılgınlık. en az 5000 ingiliz’e karşı 50 kişi saldırdık. saçma sapan ama çılgınlık herhalde. yani arkası gözükmüyor insanların. ingilizlerin. 50 kişiyi geçmezdik yani. herhalde budur. resmen ölüme gittim orada!”
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
endüstriyel futbol gerçeği
futbol 1980'lerin ikinci yarısına kadar "gösteri" özelliğini koruyordu. doksanlı yılların başında ise "iş" (business) kavramı futbola çok ciddi biçimde dahil oldu. o güne değin "show" olarak varlığını sürdüren futbol artık "show-businessna ve başlı başına bir sektöre dönüşmüş bulunmaktaydı. bu niteliksel değişim, kendi ekonomisini oluşturmakta gecikmeyecekti. yeni futbol ekonomisi olarak adlandırılan bu süreç, yeni tüketim kalıplan ve mali değerleriyle birlikte taraftarın müşteriye dönüşmesinin yolunu açacaktı. futbol kulüpleri bu yeni sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak şirketlere dönüşecek, borsaya kote olacak, sermayelerinin en azından bir kısmını halka arz ederek yapısal bir dönüşüm geçireceklerdi. kulüpler, aynı zamanda popülaritelerine ve elde ettikleri başarının maddi ve manevi getirişine göre markalaşmaya başlayacaklardı. endüstrileşme sürecinde, başlıca üç alanda köklü değişiklikler yaşanıyordu: seyirci profili, gelir kaynaklarının yapısı ve tüketici davranış kalıpları. finansal analiz sonuçlarını yansıtan raporlarda, bir futbol kulübü artık renkleri, tarihsel başarılan ya da efsaneleşmiş oyuncuları ile değerlendirilir olmaktan çıkmıştı. değerlendirme arak o takımın marka değeri ile ölçülür hale gelmiş, o da; gelir, kârlılık, takımın popülaritesi ve taraftar kitlesi ile takımın kendi pazarında rakiplerine oranla sahip olduğu risk katsayısına göre belirlenmeye başlamıştı.
endüstriyel futbolun hâkimiyet sürecinin seksenli yularda işin içine büyük sermayenin daha fazla girmesiyle başladığı düşünülebilir. milat olarak ise bosman kararimn uygulamaya girdiği aralık 1995 alınabilir. bu tarihî karara giden yol, belçikalı futbolcu jean-marc bosman'm 1990 haziranında kulübü fc liege'den fransa'nın dunquerque takımına transfer olmak istemesi ama kulübünün yüksek bonservis bedeli talep etmesi sonrasında bu transferin çıkmaza girerek, sorunun bosman tarafından lüksemburg yüksek mahkemesi'ne götürulmesiyle açılmıştı. mahkemenin 1995 yılında kulübü ile sözleşmesi biten futbolcunun istediği kulüple özgürce sözleşme yapabileceği hükmünü vermesi, futboldaki liberal devrimin de başlangıç noktası olmuştu. küreselleşen futbol endüstrisi, futbol işgücünün serbest dolaşımının önündeki en önemli engeli böylece kaldırmış oluyordu. sermayenin serbest dolaşımı ve kar transferi, bu kararın ardından artık futbol piyasası için de geçerlilik kazanmıştı. böylece kısa zamanda seyyar bir oyuncu tipi ortaya çıkacaktı. bosman kararı ilk bakışta futbol emekçilerinin hakkını araması niteliğinde görünse de, o güne kadar nispeten eşitlikçi olan futbol dünyasında "büyüklerin" önünün açılması anlamına da geliyordu.
bosman kararı, bazı ülkeleri futbolcu ihraç eden ülkeler konumuna getirmişti, başka bazı ülkeler ise ithalatçı konumundaydılar. maddi açıdan güçlü kulüplerin "agresif" bir transfer politikası izlemesi, sonuçta küçüklerin iyi oyuncularını bedelsiz kaybedip güçlünün daha güçlü olmasına yol açıyordu. güçlüler şampiyonlar ligi gibi üst düzey organizasyonlarla ayrıcalıklarını pekiştiriyorlardı.
bu arada televizyon yayıncılığının doksanlardan itibaren geçirdiği teknolojik aşamalarla ortaya çıkan kablolu ve dijital yayıncılık endüstriyel futbol devrimini bambaşka bir boyuta taşıyacaktı. işin içine çok büyük sermayeye sahip küresel medya kuruluşlarının girmesi ve bunların futbol organizasyonlarının yayın haklarını almaları, söz konusu değişimin bir başka önemli aşamasını oluşturuyordu. dünya kupası ya da avrupa kupası gibi küresel organizasyonlar, bu yayıncılık bağlamında kitlesel bir medya eğlencesine dönüşeceklerdi. kablolu ve şifreli yayıncılığın gelişmesinin doğal sonucu da, futbolun altgelir grubunun sporu olmaktan çıkarak yavaş yavaş orta ve üst gelir gruplarının eğlencesine dönüşmesiydi. bu süreç, stat mimarisinden, o statlarda inşa edilen lüks localara, sezonluk satılan kombine biletlere ve taraftarlık ile ilgili her nesnenin ticarileşerek satılabilir meta haline dönüşmesine değin pek çok yeni gelişmeye yol açacaktı.
bu gelişmeler, küresel kapitalist sistem ile bütünleşme sürecine girmiş olan türkiye'ye de yansımakta gecikmeyecek; ancak yine kendisine özgü koşullar altında gerçekleşecekti. doksanlı yıllarda galatasaray'ın şampiyonlar ligi'ne girmesiyle birlikte, önce statlara uefa kriterleri -gelebildiği ölçüde- getirilecek, ardından mevcut statların bu tarz organizasyonlar için yeterli olmadığı gerçeğinden hareketle hem maddi getiri sağlayacak hem de prestij sağlayacak statların inşa edilmesi yoluna gidilecekti. bu noktada kimi kulüpler fenerbahçe örneğinde olduğu gibi kendilerine özgü yöntemlerle modern statlar inşa ederken, kimileri de beşiktaş örneğinde olduğugibi kullanım hakkına sahip olduğu statları birtakım revizyonlara tabi tutarak günün koşullarına uyarlama yoluna gidecekti, galatasaray ise stat konusunda proje bazında en erken hareket eden kulüp olmakla birlikte gerekli finansmanı sağlayamadığı için devletle işbirliği yollarını arayacaktı.
bu süreçte kulüpler için en önemli gelir kaynağını televizyon gelirleri oluşturuyordu. televizyon yayın hakları için oldukça çekişmeli bir pazarlık sonucu oluşturulan havuz sistemi, kulüplere sağlam bir gelir kaynağının kapısını açıyordu. bu gelir pastasının bölüşümünde üç büyük istanbullu ile trabzonspor'a belirgin bir ayrıcalık tanınmıştı. bunun yanı sıra sponsorluk ve reklam anlaşmalarından sağlanan gelirler ve merchandising gelirleri de eklendiğinde kulüpler geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak bir gelire kavuşuyorlardı.
endüstriyel futbol gerçeğine hazırlıksız adım atan türkiye'de bu sürecin yıkıcı sonuçlan da olacaktı. istanbul kulüpleri ile anadolu kulüpleri arasındaki uçurum, doksanlı yıllardan itibaren belki de bir daha kapanması mümkün olmayacak şekilde derinleşiyordu. bir dönem yetiştirdikleri oyuncuları yüksek transfer bedelleriyle istanbul kulüplerine satarak ayakta kalmaya çalışan anadolu kulüpleri için hem bosman kararı'yla hem de ekonomik krizler nedeniyle bu imkandan artık çok daha az yararlanabiliyordu. istanbullu kulüplerin şampiyonlar ligi'ne katılarak elde ettikleri gelirler de uçurumu derinleştiriyordu.
bu ekonomik gelişmeye rağmen üç büyük kulübün endüstriyel futbolun gereği olan profesyonel yönetim anlayışına kavuşamamaları madalyonun öbür yüzündeki başlıca sorunlardan biriydi. yine başta galatasaray olmak üzere avrupa piyasasında söz sahibi olmanın maddi-manevi gerililerinden yararlanmak isteyen üç büyük kulüp, borçlanma yolunu tercih edecekti. düşünülen projeleri hayata geçirecek yeterli ve düzenli gelir kalemlerim oluşturmadan harcama kalemlerinin kısa vadede başarılı olmak adına artırılması, çok daha büyük finansal problemler doğuracaktı.
futbol-siyaset ilişkileri, özellikle kulüplerin endüstriyel futbola kulüplerin ayak uydurmadaki yetersizliklerine paralel olarak yeni bir asamaya geçecekti. bu yetersizlik, türk kulüplerinin avrupa arenasında rekabet edebilecek finansmanı yaratamamasıyla, olan kaynakların da verimli kullanılamamasıyla ilintiliydi.
özellikle 2000'li yıllara uluslararası alanda en başarılı kulüp konumunda giren galatasaray, bu durumun en tipik örneğiydi. dünya kulübü olma iddiasıyla yola çıkan galatasaray'ın elde ettiği büyük başarılara süreklilik kazandıramamasındaki en büyük etken, sportif başarının endüstrileşmesini iyi idare edememesi olmuştu. bu aksama, bulunduğu konumu korumak için galatasaray'ı öz kaynak yerine dışarıdan kaynak kullanmaya mecbur etmişti. bu durum, üst düzey başarıların gelmemesi üzerine kulübü kısır döngüye sokacak ve borçlanarak iş yapma anlayışı geçici olmaktan çıkarak zamanla genel ekonomik politikaya dönüşecek ve galatasaray'ı darboğaza sürükleyecekti.
özellikle büyük kulüplerin endüstriyel futbol ortamına uyum sağlayarak bir dünya kulübü olma amacıyla giriştikleri bu çabaların beklenen sonuçları vermemesi, bir müddet sonra kulüplerin tüm önemli icraatlarında devletin ya da siyasetin desteğini aramalarına yol açacaktı. biriken vergi borçlarının affedilmesi ya da ertelenmesi için girişimlerde bulunulacak, stat veya spor tesisi yapımı için bedava arazi istenecek, statların yapımının devlet kaynaklarından finanse edilmesinin yollan aranacak veya inşa edilen statların imar durumlarının yasalara uygunluğunun göz ardı edilmesi sağlanacak, borç arayışlarında siyasi şahsiyetlerin aracılığına başvurulacaktı. kimi kulüp başkanlarının taleplerini iletmek için siyasal partilerin grup toplantılarına katılmaları ya da genelkurmay başkanıyla birlikte şeref tribününde maç seyrederek kamuoyuna "mesaj vermeleri" normal addediliyordu.
kulüplerin, bu tutumu siyasetin futbola müdahale için bir kim koşulların oluşmasını beklemesine gerek bırakma futbol dünyası bizzat kendisi siyasetin müdahalesine talipti.
‘‘arsenal'in iyi top kullanan oyuncu sayısı fazla. onları kontrolde tutup boş alan bırakmayacağız.’’
‘‘kafamda bazı sorular var. ama ne olursa olsun, kupayı almak için her şeyi yapacağız.’’
‘‘tempoyu biz belirleyeceğiz. eğer kendi tempomuzu onlara kabul ettirirsek işimiz çok kolaylaşır.’’
gece gündüz maç
g.saray teknik direktörü fatih terim, türk futbol tarihinde bir ilki daha gerçekleştirmenin eşiğinde, zafer planlarını hazırladı. galatasaray'ı, çıktığı ilk avrupa kupası finalinde şampiyonlukla buluşturmak için gecesini gündüzüne katan terim, arsenal maçını hemen her dakika kafasında oynuyor.
soru işaretleri
final maçının taktiğinin aşağı yukarı kafasında oluştuğunu ifade eden terim ‘‘planımı kurdum. ancak bazı soru işaretlerim var. okan'ın ayağı ne durumda olacak, hagi'nin ağrıları geçecek mi gibi. bunlar tabi ki beni düşündürüyor ama ne olursa olsun kupayı almak için her şeyi yapacağız’’ diye konuştu.
rahat bırakmayız
arsenal'in yarı finalde eledikleri leeds'e oranla daha teknik ve deneyimli bir takım olduğunu belirten terim şöyle devam etti: ‘‘leeds tempo olarak daha üstün bir takımdı. arsenal'in ise becerili ve iyi top kullanan oyuncu sayısı fazla. bu oyunculara rahat top kullanmaları için boş alan bırakırsak işimiz zorlaşır. onları kontrol altında tutmalıyız.’’
rakibi ezberledik
terim, maçın temposunu kendilerinin ayarlayacaklarını vurgulayarak, ‘‘kendi tempomuzu onlara kabul ettirirsek işimiz çok kolaylaşır. tabii bu arada bireysel hata da yapmayacağız. futbolcularıma rakibi sürekli kasetten izlettirerek tüm hareketlerini adeta ezberlettim’’ ifadesini kullandı.
g.saray, dün thy'nin, gövdesinin arka bölümü sarı kırmızı kuşakla boyalı ve gs armalı, tk 1783 sefer sayılı airbus a 310 tipi uçakla 12.15'te kopenhag'a gitti. usaş da, uçakta futbolculara sarı kırmızı renklerden oluşan pasta ikram etti. nafiz albayrak
yolunuz açık olsun
galatasaraylı futbolcular, kopenhag yolculuğu öncesinde florya tesisleri'nde biraraya geldiler. sarar firmasının verdiği takım elbiselerle bir örnek giyinerek toplu fotoğraf çektiren sarı kır
mızılılar, tesislerin önünden kalabalık bir taraftar topluluğunca uğurlandı. bazı taraftarlar, kafilenin ardından su dökerek, ‘‘yolunuz açık olsun. kupayla dönmenizi bekliyoruz’’ diye bağırdı.
önce top sonra kupa
kopenhag yolculuğu öncesi çevresine neşe saçan g.saray'ın brezilyalı kalecisi taffarel, ‘‘arsenal maçında önce topu sonra da kupayı tutacağım’’ dedi.
ailesiyle gitti
êgalatasaray'ın brezilyalı kalecisi taffarel arsenal maçı için, sarı kırmızılı kafileyle birlikte kopenhag'a giderken neşesi ve esprileri ile çevresine mutluluk dağıttı. eşi ve çocuklarını da kopenhag'a götüren taffarel bu tür maçları çok yaşadığını belirtirken iddialı konuştu.
toplar geçemez
‘‘önce topu, sonra kupayı tutacağım diyen taffarel şöyle devam etti: ‘‘doksan dakika boyunca ben ve ellerim, kale direkleri ile başbaşa olacağız. oyun süresince rakibin kaleme göndereceği topların beni geçmesine kesinlikle izin vermeyeceğim. sonuçta da uefa kupası'na elimi uzatacağım.’’
dualarım onunla
brezilyalı kalecinin eşi andrea taffarel de güvenli konuştu: ‘‘rapid vien maçında, kocam geçit vermez demiştim, vermedi. yine tekrarlıyorum.güle oynaya döneceğiz. taffarel benim çocuklarımla birlikte izleyeceğimizi biliyor. performansı bir kat daha artar. oyun boyunca da hep dua edeceğim.’’
nieto:
işte maçın hakemi
uefa, galatasaray'ın uefa kupası finalinde 17 mayıs çarşamba günü arsenal ile yapacağı final maçında, ispanyol hakem antonio lopez nieto'yu görevlendirdi. 42 yaşındaki nieto'nun, 1993'ten beri fıfa kokartı bulunuyor. nieto, bu yıl, aralarında istanbul'da oynanan ve 3-2 g.saray'ın kazandığı galatasaray-ac milan maçının da aralarında bulunduğu 4 şampiyonlar ligi ve 1 de uefa kupası maçı yönetti.
hakan:
g.saray’da herkes golcü
g.saray dört sezondur üst üste şampiyon olup bir rekor kırarken, daha önceki üç şampiyonluğun tümünde gol kralı olan hakan şükür, bu sezon geleneği bozup yarıştan erken ayrıldı. sezonun bitmesine bir hafta kala 12 gol atarken 14 gol pası veren hakan, ‘‘binim için önce takımımın başarısı gelir’’ dedi. hakan şöyle devam etti: ‘‘12 gol attım ve 14 golün pasını verdim. gol atmak kadar attırmak da çok önemli. golü kimin attığı o kadar önemli değil. bizde herkes golcü.’’
aslan, uefa kupası için bu akşam saat 21.45'te santrada
kopenhag'daki tarihi gecede galatasarayımız, ingiltere'nin arsenal takımı ile uefa kupası final maçına çıkıyor. parken stadı'nda oynanacak maçı ispanyol lopez nieto yönetecek. trt 1, 185 ülke televizyonu ile birlikte karşılaşmayı canlı yayınlayacak.
onur gecesi
ve türk futbolu onur gecesinde... danimarka'nın başkenti kopenhag'da yapılacak uefa kupası final maçında temsilcimiz galatasaray, ingiliz rakibi arsenal ile karşı karşıya geliyor. parken stadı'nda oynanacak 42. uefa kupası final maçı saat 21.45'te başlayacak. maç, 185 ülke televizyonu ile birlikte trt 1'den canlı yayınlanacak.
emre cezalı
sezona şampiyonlar ligi ile başlayan, grubunda üçüncü sırayı alıp uefa kupası'na katılma hakkını kazanan ve burada sırasıyla italyan bologna, alman b.dortmund, ispanyol mallorca ve ingiliz leeds united takımlarını eleyerek finale yükselen g.saray, bu onura ulaşan ilk takımı. arsenal ise ikinci kez final maçı oynayacak. temsilcimizde tek eksik, kart cezalısı olan emre.
42. uefa kupası finali
uefa kupası, bu akşam oynanacak g.saray-arsenal maçında 42. sahibini bulacak. 1958 yılında fuar şehirleri kupası adıyla başlayan ve 1971-72 sezonundan itibaren uefa kupası adını alan kupayı en fazla kazananlar italyanlar. juventus ve ınter, kupayı üçer kez müzelerine götürdü.
galatasaray 11.kez ingilizler'le
g.saray bu akşam avrupa kupalarında 11. kez bir ingiliz takımıyla karşı karşıya gelecek. sarı kırmızılılar bugüne dek uefa kupası, şampiyonlar ligi ön eleme 2. turu ve iki kez de şampiyonlar ligi'nde ingiliz rakipleriyle karşı karşıya geldi. bundan önce yaptığı 10 maçtan birini kazanan cimbom, 4 beraberlik, 5 de yenilgi aldı, rakiplerine toplam 9 gol atarken, kalesinde 21 gol gördü.
cimbom büyük servet kazanacak
uefa kupası finalisti galatasaray, bu akşam kupayı alması halinde büyük bir servet kazanacak. finale çıkana kadar uefa'dan 3 milyon 300 bin isviçre frangı (yaklaşık 1 trilyon 200 milyar tl) almaya hak kazanan sarı kırmızılılar, bu akşam kupayı kaldırırsa 400 bin frank daha alacak. galatasaray ayrıca final maçından elde edilecek televizyon gelirleri ile havuzda birikecek paradan yaklaşık 5 milyon dolar (yaklaşık 3.5 trilyon tl) kazanç elde edecek.
arsenal lejyoner ordusu
galatasaray'ın bu akşamki rakibi arsenal, yabancı futbolcularının bolluğuyla tam bir lejyonerler ordusu görünümünde. arsenal'in kadrosunda fransız vieira, petit ve henry, hollandalı bergkamp, overmars, nijeryalı kanu, hırvat suker, brezilyalı silvinho, isveçli ljungberg ve ukraynalı luzhny mücadele ediyor.