türkiye'nin gündemindeki ahmet çakar bikini esprisine açıklık getirdi. sözlerinin iddia değil, program öncesi çay odasında arkadaşlara yaptığı bir espriden ibaret olduğunu ileri sürdü.
sabah'tan emrah kayalıoğlu'nun sorularını yanıtlayan çakar, medyanın 5-6 dakikalık görüntünün bir cümlesini alıp yayınlayınca çarpıtıldığını savundu. çakar, programda söz konusu olayın nasıl geliştiğini anlattı:
futbol jartiyer bile giydirir
bu arada sunucu melih gümüşbıçak bana "program öncesinde çay odasında bir espri yapmıştın. onu da söylesene" dedi. ben de "fenerbahçe elesin bikini giyeceğim dedim. ama futbolda iddia olmaz. futbol adama değil bikini, jartiyer bile giydirir. böyle bir taahhüdüm yok. ben manyak mıyım? futbolda öyle sürprizler yaşanmıştır ki. mesela toplama takım faroe adaları koskoca avusturya'yı dünya kupası'ndan elemişti. bakın beyler bu işin şakası olmaz. bu bir espridir. benim böyle bir taahhüdüm yoktur" dedim.
konuşmanın tamamını izlesinler
yine konuşmamda demiştim ki; "ben böyle bir taahhütte bulunmam. ben manyak mıyım? futbolda her türlü sonuç olur. yerine getiremeyeceğim hiçbir taahhüdün altına girmem." bu röportajı okuyan yüz binlerce insana sesleniyorum. youtube'u açsınlar. altıpas'taki konuşmamın tamamını izlesinler. ondan sonra kararı versinler. taahhüt etseydim, bedeli ne olursa olsun taahhüdümü yerine getirirdim.
binlerce kişi beni aramış
sabah 07:30'da hanım erken televizyonu açmış ve benimle ilgili meydanlardaki gösterileri fark etmiş olacak ki, beni hemen uyandırdı. bir de baktım ortalık yıkılıyor. o anda fark ettim ki; benim ısrarla "bu bir taahhüt değildir" dediğim bir espri bir mizah unsuru olarak belki de haftalarca kullanılacak. arayanın haddi hesabı yok. tv'ler, radyolar, eş dost, belki de binlerce kişi beni aramış. birçok tv kanalı ana habere çıkarmak istiyordu. birçok gazete röportaj arzuluyordu. ama bir açıklama yapma gereği duyduğum andan itibaren gazeteme konuşmayı uygun gördüm. çünkü sütten ağzım yanmış. tv'lerde sadece bir cümlenin alınıp diğerleri alınmadığında başınıza neler geleceğini daha 24 saat önce görmüştüm.
mehmet ayan'ın gazeteport.com.tr'deki sevilla - fenerbahçe maçı anısının 1.bölümü şöyle;
sevilla notları 1: zil, şal ve portakal
4 mart salı 16.45… sevilla-fenerbahçe maçı için dün madrid üzerinden sevilla’ya geldik. bayer firmasının davetlisi olarak aralarında mehmet altan, mehmet tezkan, arif dizdaroğlu, ümit aktan, nihat sırdar, güçlü mete gibi isimlerin bulunduğu 17 kişilik kafilemizi sevilla havalimanında bir bavul sürprizi karşıladı.
bavullarımız madrid’de bırakılmış, iberia havayolları’nın bavul skandalından sadece benim gibi bagaj vermeyenler kurtulmuştu. canlı yayın araçlarımız da bagajların içinde bulunduğundan akşam yayınını yapamayan nihat sırdar’ın sunturlu küfürlerinden nasibini alan iberia havayollarıyla artık yıldızımız hiç barışamayacaktı.
bavul skandalı sonrası flamenko eşliğinde yenen akşam yemeği ve alameda meydanında içilen gecenin son kahvesi, dünün yorgunluk notları olarak ekibin hafızalarında, uykuya varıldı. nihat sırdar ‘curcuna’yı, güçlü mete ‘kripto odası’nı sevilla özel yayınlarıyla yaptıkları sırada benim gözümde hala pireler uçuşmaktaydı. kahvaltıya teşriflerimde nihat çoktan yayın sonrası uykusuna geçmiş, güçlü ise ümit aktan ile programının finalini yapıyordu. güçlü nezaketen, henüz yayın odasının kapısından gireli 5 dakika olmuş bana ‘mehmet ayan bir şey eklemek ister misin’ diye sorunca haklı olarak ‘hayır’ dedim.
ekleyeceğim bir şey gerçekten yoktu. çünkü sevilla’yı, kenti ve fenerbahçe’yi o ana kadar henüz görmemiştim, ardından sevilla turumuz başladı. al gönlüm seyreyle misali…harika bir şehir. avrupa’da görme şansım olan kentler arasında en düzenlilerinden biri. her taraf adeta tropikal. yanlış duymadınız her tarafta portakal ağaçları var. şehrin göbeğinde portakal ağaçları turuncu-yeşil bir manzara oluşturuyor. ve kimsenin aklına gece uzun sopalarla o portakal ağaçlarını talan etmek gelmiyor. ağaçlar portakalları bir süs gibi taşıyor bünyelerinde. kimse ne ağacı, ne portakalı taşlıyor.
ünlü giralde katedralinin etrafında faytonlar… yanıbaşında kristof kolomb’un mezarı… acaba ruhuna bir ‘harita’ fatihası okumak gerekir miydi? ya da amerika’yı bularak başımıza bela ettiği için annesinin ruhuna bir gönderme yapmak! klasik bir avrupa şehir meydanı… ibadethane ve etrafında gelen turistleri söğüşlemek için kurulu hediyelik eşya dükkanları. yanılıp 0.35’lik su aldım 1 euro… bir markette 1,5 litreliği 0.35 euro…
sevilla’yı ikiye bölen, telaffuzunda güçlük çektiğimiz guadalquivir nehri, endülüse başkentlik etmiş bu topraklardaki en büyük simgelerden. güney ispanya’nın kültür, sanat ve ekonomi başkenti…
“iyi de ‘mehmet ayan’la spor’ değil mi kardeşim senin köşenin adı? bu tarihi, kültürel, gündelik, coğrafi ayrıntılardan bize ne?” diyebilirsiniz. haklı da olabilirsiniz. ancak benim spor yorumculuğumdaki ilk hedefim sadece topa ve spora bakmamak. ispanyol coğrafyasında isteseniz de bunu yapmanız çok güç… gelin bir iki örnek verelim.
katalan barcelona ile kral’ın (franco’nun) takımı real madrid arasındaki rekabet… bask’ın takımı bilbao… real betis ile sevila arasındaki temeli sosyo-kültürel rekabet… çok yakında barcelona’nın ispanya futbol federasyonu’nun kurallarından bağımsız davranacak olması… bilbao’nun yabancı oyunculara karşıt tavrı… real madrid’in tüm bu korumacılığa karşı dünyanın endüstriyel futbol devi haline gelmesi…
bu ve benzeri onlarca özellik… ispanya’da işler bambaşka futbolda… sadece futbol futbol için oynanmıyor yani… kökeni, temeli, derinliği hep sosyolojik!
sevilla sokaklarında rahat mutlu dolaşan fenerbahçe’liler…birçoğunda akşam izlenmiş flamenko dansının yorgun ama hüzünlü izleri var. hepsi heyecanla 20.45’i bekliyor. sevilla’lılar onlara sempatiyle bakıp, ‘akşam göreceklerinizden haberiniz yok’ mesajı veriyor. yaşlı bir amca bizi çevirip quadro-zero (4-0) diyor… ‘o kadar da olmaz’ diyor bizim 17’nin biri… uğur dündar’a rastlıyoruz… usta magazinci aykut ışıklar alışveriş yapmış dündar’ı elinde torbalarla fotoğraflıyor. hoşbeşin ardından dün akşam 9 saat nezarette kalan gazeteci süleyman arat’ı nezaretten nasıl kurtardıklarını özetliyor. satıraralarından uğur dündar’ın bu kurtarmayı sağlayabilmek için üst düzey girişimlerde bulunduğunu anlıyoruz. (süleyman arat, dün havalimanında ispanyol polislerle tartışmış ve gözaltına alınmıştı)
sevilla sokaklarına ilişkin son not! temiz, geniş ve düzenli kentin caddelerinin, sokaklarının trafikle arası hoş değil. istanbul’a yakın bir trafiği var 700 bin kişilik kentin. onlar da, bu işten muzdarip pek çok ülkenin yaptığı gibi bisiklete sığınmışlar. bir bisiklet organizasyonu var belediyenin. belediyeye gidip kayıt yaptırıp bir kart alıyorsunuz, o karta kontörler yükleyip şehrin çeşitli noktalarındaki 20’şerli bisiklet gurubundan bisiklet kiralayıp başka bir noktaya teslim edebiliyorsunuz. güzel olmasına güzel de, organizasyonun ismi bir parça garip. yanlış anlamayın elbetteki sevilla’nın ilk üç harfinden türetilmiş; sevıcı… aynen böyle yazılıyor. bayer’den arkadaşların yorumu enteresan oldu “ bizim bu kente levitra satabilmemiz mümkün değil!”
(maç öncesini, maçı ve sonrasını da yazacağım! belki yarın, belki yarından da yakın)
alex'in 4 olan asist sayısını 6'ya çıkarttığı ve şampiyonlar liginde asist liderliğini devam ettirdiği maç.
avrupa şampiyonlar ligi'nde ispanya'nın güçlü temsilcisi sevilla'yı eleyerek çeyrek finale çıkan fenerbahçe'de, kaptan alex de souza, asist krallığında zirveyi bırakmıyor.
sarı-lacivertli futbolcu, "devler ligi"nde 2. tur rövanş maçlarının ardından yaptığı toplam 6 asistle en üst sırada yer aldı.
sevilla karşısında, fenerbahçe'nin deivid'in ayağından bulduğu 2. golde, kullandığı serbest vuruşla golcü futbolcuyu kale önünde topla buluşturan alex, asist sayısını 6'ya yükseltti.
zirveyi kaptırmayan brezilyalı futbolcunun en yakın takipçilerinin bazılarının takımları ise "devler ligi"nden elendi.
zirvedeki 6 asistli alex'e en yakın oyuncular arasında 4'er asistle ligden elenen olympiacos'tan djordjevic, real madrid'ten robinho, milan'dan pirlo ve 3 asistle olympic lyon'dan govou yer alıyor.
asistleriyle takımına büyük katkı sağlayan brezilyalı futbolcunun, bu sezon (g) grubu'ndaki maçlarda (2) ve 3. ön eleme turu'nda anderlecht ile yapılan iki maçta olmak üzere şampiyonlar ligi mücadelesinde toplam 4 golü bulunuyor.
şampiyonlar ligi’nde fenerbahçe’nin elediği sevilla’da futbolcular ve teknik direktör manolo jimenez’e yönelik eleştiriler devam ederken, italyan futbolcu enzo maresca "fenerbahçe, bizden biraz üstündü" diye açıklama yaptı.
maresca, bugün düzenlediği basın toplantısında, "fenerbahçe öyle bir takım ki, eğer oynamasına fırsat verirsen çok iyi futbol oynuyorlar. burada da bu yaşandı" şeklinde konuştu. sevilla’nın takım olarak karakterinin, her zaman kazanmak ve atak oynamak olduğunu belirten maresca, "fenerbahçe’ye karşı 2-0 galipken, atak oynamak yerine skoru korumayı ve topa daha fazla sahip olmayı, kendi oyun düşüncemde daha fazla tercih ederdim" diye konuştu.
sevilla’nın defans sorununun yeni değil geçen yıldan kalan bir sorun olduğunu kaydeden tecrübeli futbolcu, teknik direktör jimenez’e yönelik suçlamaları da doğru bulmadığını vurguladı.maresca ayrıca, şu anda, kaybetme korkusu ve baskısı sorununu yaşadıklarını da sözlerine ekledi
sevilla'nın ikinci penaltı golünden sonra gool diye bağırdım. etrafımda herkes linç edecek gibi bana baktı. aslında bir an fb attı sandım. deminden beri fenerli kankalarla beraber bağırıyorduk. hatta yanımızdaki adamın üstüne atlayacaz diye sözleşmiştik ama benim kafam karıştı, bir yanlışlık oldu. kendime kızdım sonra epey.
galatasarayın daha önce 2 kez geçtiği yollardan birine gelmelerine rağmen dünya devi olduklarını sandıkları bir maç. ahmet çakarın sözü ise gereksiz abartıldı. ciddiye alınmaması gereken bir şahıs çünkü. ayrıca volkana hala güvenmek bence çok saçma çünkü hiç bir takımın kalecisi öyle goller yemez çeyrek finale kalanlar arasında.
maç sonu gaza gelip ingiltere planları yapmış olup kesin gidiyoruz diye kendimizi kandırdığımız maç olmuştur.. yahu en az 2 milyar tutuo 1 günlük maç seyahati londraya nereye gidiosun...
sevilla (teknik direktör: manolo jimenez) andres palop, dani alves, julien escude, ivica dragutinoviç, adriano correia, jesus navas (arouna kone 105), christian poulsen (enzo maresca 91), seydou keita, diego capel, frederic kanoute, luis fabiano clemente (renato dirnei 76)
fenerbahçe (teknik direktör: arthur antunes coimbra “zico”) volkan demirel, gökhan gönül, eduardo luiz abonizio de souza “edu dracena”, diego alfredo lugano, wederson luiz da silva medeiros “gökçek vederson”, deivid de souza, marco aurelio brito dos prazeres “mehmet aurelio”, selçuk şahin (semih şentürk 63), ugur boral (colin kazim-richards 111), alexandro de souza “alex” (ali bilgin 111), mateja kezman
"nihavent" makamından "sevil de sevme" şarkısını söyleyerek gittik endülüs'e... işler "rast" gitti, hedefi vurarak, sevinç şarkıları söyleyerek ve tarihe tanıklık ederek döndük....
-mehmet ayan
türk sanat müziği'nden hoşlanır mısınız? sadettin öktenay'ı bilir misiniz? ya nihavet makamını?.. dünya markası bir derginin sayfalarında, kuşe kağıt ve parlak resimlerin arasına bu kavramları sokmanın ne anlamı var mı diyorsunuz yoksa? ya da: bu sorular futbolla ne alaka ki? rock değil, caz değil, pop değil! pink floyd, queen, paul mccartney de uymaz! adamın belli bir rahatsızlığı var! nihavet falan... kafayı yemiş olmalı! dur bakalım lafı nereye getirecek? söz savunmanın... "sevil de sevme, ağlama ağlat, yoksa zehrolur bu tatlı hayat!"
birçok sporsever sevilla-fenerbahçe serisini bu şarkıyı mırıldanarak geçirdi. bunda lig radyo'da hafta içi her sabah yayınlanan "futbol sabahı" programının sahibi "futbol meczubu"nun payı var. adam iki takım eşleştiği andan itibaren aynı nakaratı bağırdı durdu. "sevil de sevme, ağlama ağlat, yoksa zehrolur bu tatlı hayat!". yine aynı kişi eşleşmenin ispanya'daki ayağını da yerinde izledi. işte o seyahatin öyküsü... fenerbahçe tarihinin inşallah sadece bugüne ait olacak (daha da geliştirilmesi anlamında) en büyük zaferinin hikayesi...
şarkılarla başladık ya devam edelim...
"zil, şal ve gül... bu bahçede raksın bütün hızı... şevk akşamında endülüs üç defa kırmızı..." bu mısralar sadece dilimizde şarkı olmuşken karşımızda duruyordu. şimdiyse endülüs'ün başkenti sevilla'daydık. bu seyahate sadece "yeni yerler görme ya da fenerbahçe ile kupa zaferine tanıklık etme" anlamı yüklemek haksızlık olurdu. başından itibaren, satır-satır, doya-doya yaşamaya çalıştık... seyahati, maçı, sevilla'yı ve elbette ki endülüs'ü...
3 mart sabahı önce thy ile madrid'e oradan da iberia ile sevilla'ya uçtuk. iberia yolculuğu bazı arkadaşlarımızın bavullarının kaybolması nedeniyle kabusa dönüştü. sevilla havaalanı'nda kayıp bagajlar için kaybettiğimiz bir buçuk saat, fenerbahçe antrenmanına ve zico'nun basın toplantısına yetişmemize de engel oldu.
neyse, otelimize yerleştikten sonra yemek faslına geçtik. ispanyol taksicinin 10 euroluk mesafe için bizden aldığı 20 euro karşılığında gidilen flamenko barda hem yemek yeme, hem meşhur sangria'dan (az alkollü meyve aromalı şarap) içme hem de flamenko dinleme şansımız oldu. zil, şal, gül ve topuk dansıyla harmanlanmış iki saatin içinde, maça gelen fenerbahçeli taraftarların yanı sıra fenerbahçe'nin 100. yıl marşı bestecisi kıraç'ı da görmek mümkündü. flamenko barın aslında yalnızca adı bar! yoksa bildiğiniz tiyatro... sahnenin altına 10-15 sıra sandalye yerleştirilmiş... ardında ise yemek yiyenler için masalar... öndeki sandalye dizini, yemeği evinde yiyip sadece gösteriyi seyretmek maksadıyla gelenler için. arkası ise ispanyol mezeleri tapaslar ile başlayan yemek menüsüne gömülmüş bizim gibilere... flamenko bardaki gecenin sonu, kentin sultanahmet'i sayılabilecek alameda meydanında içilen günün son içkileriyle geldi (ispanyol garson 12 gibi kovmaktan beter etmeseydi, 12-13 dereceye varan gece sıcaklığında sohbeti sürdürürdük o ayrı!)...
ertesi sabah kahvaltının ardından geçilen şehir turu bize sevil berberi'nin çok ötesinde bir kenti tanıttı. al gözüm seyreyle... şu kadarım söyleyeyim kestirme olarak, biraz daha güneyde deniz kıyısında olaymış ikinci bir barcelona'sı olurmuş ispanya'nın... avrupa'da görme şansı bulduklarım arasında en düzenli şehirlerden biriydi. kent sokaklarını portakal ağaçlan süslüyor. elbette kimsenin aklına uzun uzun boyacı sopalanyla portakalları indirmek gelmiyor. sokak içinde turuncu-yeşil bir vaha adeta gördüğümüz. klasik bir avrupa şehir meydanı... ibadethane ve etrafında gelen turistleri söğüşlemek için kurulu hediyelik eşya dükkanları... ünlü giralde katedrali'nin etrafında faytonlar cirit atıyor... yanıbaşında kristof kolomb'un mezarı... acaba ruhuna bir 'harita' fatihası okumak gerekir miydi? sevilla'yı ikiye bölen, telaffuzunda güçlük çektiğimiz guadalquivir nehri, endülüs'e başkentlik etmiş bu topraklardaki en büyük simgelerden. sevilla, güney ispanya'nın kültür, sanat ve ekonomi başkenti...
insanlarda bizim hep sahalarımızda, sokaklarımızda görmek istediğimiz o centilmenlik mevcut 25 dereceye varan öğle sıcağında meydanlarda, kafelerde, restoranlarda özgürce gezen genç-yaşlı, kadın-erkek, fenerbahçeliler. hatta beşiktaş, galatasaray forması taşıyan türkler... şehir turu atan turistik otobüslerden birinin arkasında boydan boya sarkıtılmış bir türk bayrağı... terastakilerin ellerinde koca koca fenerbahçe flamaları... onları gören sevillalılar'ın en münafık olardan bize dönüp "cuatro-zero (yani 4-0)" diyorlar. en sert kızdırma biçimleri bu olsa gerek! temiz, geniş ve düzenli sevilla sokakla rındaki insanlar, her medeni toplum gibi otomobil trafiğinin alternatiflerinden faydalanıyor. hatırı sayılır bir trafiğe sahip 700 bin kişilik kentte isminin başında "is" bulunmayan bir şirket kuran belediye, çözümü bisikletle sağlamış. kaldırımlarda (ki oralarda galeriler yok, rahat edebiliyorsunuz!) yirmişerli parklardan bisiklet kiralayabiliyorsunuz. akıllıyız ya, "biz de bisiklet kiralayalım" diyoruz. ama avcumuzu yalıyoruz! meğer sistem şöyle işliyormuş... belediyeye kayıt yaptırıp bir kart alıyorsunuz... o karta kontör yükleyip şehrin çeşitli noktalarındaki parklardan bisiklet kiralayıp başka bir noktaya teslim edebiliyorsunuz.
sevilla'nın akşam trafiğinde maça güçlükle yetişiyoruz. basın tribünündeki yerimi bulduğumda, seremoni başlamış bile. stadın yanına maç başlamadan yarım saat önce gelebildik de yerimizi bulmamıza biraz uzun sürdü. basın ve protokol kapısı aynı kapı. artık ülkesine ve insanına aşırı güvenden midir, yoksa boşvermişlikten mi bilinmez, bu tip statların protokol kapıları pek bir 'lagar'. belki bize normal gelen halayık düzeni (ağam-paşamcılık) olduğundan adamların ritüeliyle ters düşüyoruz. tsyd'den bir yetkilinin bulunmadığı kapıda fenerbahçe'nin basın sorumlusu iki adaşıma ulaşmamız ve onların kalabalıklar içinden bize ulaşmaları 20 dakika kadar vaktimizi alıyor. akabinde boynumuzda akreditasyon kartlarımız sevilla numaralısındaki sevil azgınları arasında basın tribününü arıyoruz. basın ile taraftan ayıran bir bölüm yok adeta. birbirimizin peşisıra yukarı doğru çıkıp birkaç türk gazeteciyi uzaktan oturuyorken görünce anlıyoruz ki, basit bir 7.5'luk demirle ayrılan bölüm basın tribünü... güçlükle yerimizi alabiliyoruz çünkü maksimum 60 kilo insanların göbeğinin sığabileceği ene sahip bir aralıkta sandalyeler. göbeğiniz varsa (ki biraz var) sandalye arkalığı ile masa arasında sıkışıyorsunuz. yazı yazmak ise imkansıza denk!
basın tribününün starı kuşkusuz fanatik gazetesi genel yayın yönetmeni necil ülgen... fenerbahçe'nin maç içindeki direnci arttıkça 'hasan ali, olacak bu iş!' diye bağırdı durdu arkadaşına. haa.. unutmadan... bunu zico'ya taktik vermeye mola verdiği anlarda yapıyordu...
hava buz gibiydi. birkaç saat öncesinin 20 dereceleri, 150 dakikayı bulan maç sırasında rüzgarla birlikte 3 derece hissedilir oldu. basın tribününde donduk. istanbul'un kötü dediğimiz basın tribünlerini bir kez daha saygıyla andık.
stadyumun en azından numaralı tribünü rezalet! eski, dökük, duvar boyalan sararmış... şampiyonlar ligi için ayrılan zorunlu bölümler bizim ali sami yen stadı seviyesinde bile değil. tuvaletler rezil! tamam elenince adamlar klozet, pisuvar kırmadılar ama kapı kollarının bazıları yoktu. fenerbahçeli taraftarların oturduğu tribündeki tuvaletlerin ise portatif olduğu bilgisini aldım. ekiptekilerin bazılarının oturduğu sevilla çarşı tribününde de durum farklı değildi.
yalnız tuvaletleri kötü de olsa adamların (genelde avrupa'daki tüm taraftarların) bir konuda hakkını teslim edelim. marş söylüyorlar arkadaş marş! hep bir ağızdan, büyük bir olasılıkla bir anlamı olan, bu anlamın ruhlarından yüzlerine, kalplerinden dillerine yansıdığı, epik, didaktik ruh halleriyle marş söylüyorlar. kazanmaları, kaybetmeleri çok önemli değil. maçtan ruh huzuruyla çıktıkları kesin. ayrıca puerta için fenerbahçe taraftarıyla birlikte oluşturdukları anma ruhu da takdire şayandı.
maçın ardından son iki yılın uefa kupası şampiyonunu eleme sevincini doyasıya yaşadık.
dönüş yolculuğunda galibiyetin yorgun rehaveti vardı herkeste... mutlu türkler, viyana kapılarına dayanmamızdan sonra edinilmiş en büyük zaferlerden birinin haklı gururuyla geziyordu duty-free'leri...
içlerinden birinin mutluluğu ise daha da büyüdü... çünkü o kişi, 1975 ve civarı yıllarda doğan her türk futbolsever gibi, 1982 dünya kupası ve 1984 avrupa şampiyonası ile yoğrulmuş futbol beyinlerinin en büyük aktörlerinden biriyle karşılaştı... hayatı boyunca hiçbir "ünlü" ile fotoğraf çektirme derdi olmamıştı ama onunla fotoğraf çektirme fırsatını kaçırmadı... onunla... çocukluğunun, forması şortu dışına sarkmış ya da bilerek bırakılmış 10 numarasıyla... o mavi formanın sahibiyle... fransa'nın kaptanıyla... michel platini'yle...
iyi ki sevilla'ya gitmişim... tarihe tanıklık etmek güzeldi... hem fenerbahçe'nin tarihine hem kendi futbol tarihime...
yardımcı hakemler: matthias arnet (sui), stéphane cuhat (sui)
4. hakem: sascha kever (sui)
sevilla: andrés palop (gk), ivica dragutinović, daniel alves (c), adriano, jesús navas (dk. 105 et arouna koné), christian poulsen (dk. 95 et enzo maresca), luís fabiano (dk. 78 renato), frédéric kanouté, julien escudé, diego capel, seydou keita
yedekler: morgan de sanctis(gk), duda, aquivaldo mosquera, tom de mul
teknik direktör: manuel jiménez (esp)
fenerbahçe: volkan demirel (gk), diego lugano, gökçek vederson, mateja kežman, mehmet aurélio, alex (c) (dk. 112 et ali bilgin), selçuk şahin (dk. 63 semih şentürk), uğur boral (dk. 111 et colin kazım richards), edu dracena, gökhan gönül, deivid
yedekler: serdar kulbilge (gk), yasin çakmak, can arat, önder turacı
fenerbahçe win thriller at sevilla published: wednesday 5 march 2008, 0.54cet
sevilla fc 3-2 fenerbahçe sk (agg: 5-5, fenerbahçe win 3-2 on pens) volkan demirel saved three penalties to decide the tie.
by chris burke from ramón sánchez-pizjuán stadium
volkan demirel turned from villain to hero to send fenerbahçe sk into the uefa champions league quarter-finals for the first time, saving three spot-kicks after hosts sevilla fc had won 3-2 to take their first knockout round tie the distance. redemption two errors inside the first nine minutes from the visiting keeper had given sevilla the perfect start, allowing daniel alves and seydou keita to score, but two deivid goals either side of a frédéric kanouté effort forced extra time following fenerbahçe's 3-2 first-leg victory in istanbul. sevilla keeper andrés palop denied edu after no further goals were forthcoming, before volkan demirel grabbed the headlines with saves from julien escudé, enzo maresca and alves.
early drama the local fans put on a captivating show before kick-off, full of colour and chanting, and their favourites soon gave them the goal they craved. kanouté won a foul 20 metres out and, with five minutes on the clock, alves curled in the free-kick via volkan demirel's misjudged attempt to save. that put sevilla ahead on away goals and they quickly took advantage of the keeper's shattered confidence. the fenerbahçe no1 was returning to action after being suspended at the weekend, and still looked rusty when keita then thrashed a shot through his gloves from distance. frustrated, zico's men began collecting yellow cards, including one for gökhan gönül, who misses the next match.
fenerbahçe revival volkan demirel made some amends in the 22nd minute, keeping out keita, and by that point fenerbahçe had earned themselves a lifeline from a mehmet aurélio corner which found deivid unmarked just inside the area. the brazilian fired hard into the bottom left corner for his third goal of this season's competition, before his compatriot alex and left-back gökçek vederson came close to putting fenerbahçe back on top overall.
kanouté volley if that signalled a resurgence from the turkish champions, kanouté had other ideas and restored sevilla's two-goal cushion four minutes before the break. the striker chested down alves's pass and volleyed in courtesy of a deflection off gökhan gönül. the visitors refused to wilt, however, and it took a goalline clearance from christian poulsen to stop edu providing an immediate reply in first-half stoppage time
intelligent football if sevilla's early goals had made for a thrilling contest, the double uefa cup winners appeared more intent on defending their lead after the restart, no doubt with coach manuel jiménez's call for intelligent football ringing in their ears after a dressing-room reminder. that gave fenerbahçe the breathing space to create chances, as alex reminded everyone when he drove the ball just over from the left.
attacking substitution sevilla were starting to betray nerves by this point, while zico attempted to give his charges an edge by introducing semih şentürk for selçuk şahin. the substitute had come on to score the winner in istanbul, yet after keita and alves had both gone close at the other end, it was deivid who once again made the difference. with eleven minutes remaining he was picked out at the far post and took his moment to fire past the helpless palop after his initial attempt had come back off the woodwork.
late chances both sides had late chances to clinch victory but the game headed into extra time where, despite producing ten goals in the preceding 180 minutes, neither team could deliver the decisive punch. that meant penalties for the opportunity to make history and – for volkan demirel – the occasion to return home a redeemed hero.