italyan basını futbolcularımızı arenada dolaşan boğaya benzetecek kadar ağır neşriyat yapıyor
şükrü gülesin roma'dan bildiriyor
bologna galibiyeti, günlerdir türk futbolü hakkında küçümseyici neşriyatla bulunan italyan hasınım coşturmuştur. la gazetta dello sport'un manşeti şöyle, «arrivederci istanbul» maç yazısı şöyle devam ediyor: «türkler italyada utandı. buraya turist gibi geldiler. turist gibi gidiyorlar. ne gariptir ki; bir zamanlar biz de böyle takımlara yeniliyorduk.»
la gazetta dellp sport'un yazarı «türkleri communale sahasında uzun uzun aradık. fakat hiç birisi yoktu.» dedikten sonra, yazısını şu cümlelerle bitiriyor; «iki üç defa kontratak teşebbüsünde bulundular. hepsi o kadar. türk takımı iyi organize edilmeyen bir defans yaptı ve kapandı. netice 6-0 oldu. arada sırada heyecanlanıp negri'ye kadar uzandıkları oldu»
corriere dello sport'un verdiği hırslı başlık: «türkleri katlettik.»
dürüstlüğü ile tanınan tutto sport, türk milli takımının beklenmeyen hezimetini hisli bir lisanla izaha çalışmış, «dün, türkler için bayrak yarim aylıydı.»
diğer gazetelerde de hava aynı... 6-0'ı adetâ didik didik etmişler...
nitekim corriere dello sport, bir enkazın üzerinde yüksel zaferin sebebini şu sözlerle izah etmektedir; «1909 dan bu yana o güzel futbol günlerimizi kutluyoruz. her şeye rağmen türkleri unutmayacağız. misafir futbolcular arenada dolaşan şaşkın bir boğaya benziyorlardı...»
maçı takiben roma radyosunda konuşan italya milli takımı futbolcuları, 6-0'lık maçtan alaylı bir dille bahsetmişler, bu arada santrhaf janich, «eğlenceli bir maç oldu. böylesine rahat futbol oynamamıştım. altı golden çok fazlasını da atabilirdik» demiştir.
kaleci negri, kendisine top gelmediği için üzüldüğünü söylemiş, türklerin şut atmasını bilmediğini ilâve etmiştir. solbek robotti de negri gibi, kalelerine top gelmediğinden üşüdüğünü tekrarlamıştır.
soliç rivere: «bulgarelli ile bir hayli eğlendik. ama, oyunun sonlarında türklerin top diye ayaklarımıza vurmağa başlaması, bu eğlencemizi yarıda bıraktı. türkler, sistem ve tek nik nedir bilmiyorlar» şeklinde konuşmuş, solhaf fogli de «turkiyeyi (b) takımımız da kolay yenebilir demiştir. sağhaf tumburus ise. «türk futbolcularının top kalemizden gitsin de ne olursa olsun, şeklinde oynamaları, çok gol yemelerine sebebiyet verdi» diyerek müdafaa taktiğimizi tenkid etmiştir. bulgarelli «türklerin futbolu iyi bilmediklerini» ifade etmiş ve «eğer tedbir alsalardı, bu kadar farkla kazanamazdık» demiştir.
bir bozgundan dönüyoruz... kim tahmin ederdi? kim aklına getirebilirdi bunu? 6-0... 6-0... 6-0... inanılmayacak netice.
fabbri bile şaşırmış, ne diyeceğini, ne söyleyeceğini bilmez hale gelmişti...
roma radyosu, galipleri konuştururken, kaleci negri «üşüdüm» diyordu, bek robotti «üşüdüm» diyordu. üşümekte haklıydılar. kalelerine top, o kadar seyrek gelmişti ki. yenilmek korkusuyla titreyen bir zihniyet, futbolcularını kendi kalesi önüne çekince, karşı takımın gerideki oyuncularına üşümek düşmüştü. ileridekiler ise, ısınmak için gol atıyor, gol attıkça ısınıyor ve daha ısındıkça daha da atıyorlardı: bir... iki... üç... dört... beş... altı...
bologna takımı antrenörü, bu maçın herhangi bir seyircisiydi, ama bir futbol adamı olarak hayretini gizlemiyor, «nasıl, diyordu, nasıl onbeş gün içinde üç milli maç oynanır? hem de en mühimini, en sona bırakarak...»
bologna antrenörü, sadece bu kadarını biliyordu galiba... takımın, onbeş değil, oniki gün içinde 39 derecelik suhunet değişikliğine maruz bırakıldığını düşününce şaşkınlığı daha da artacaktı. ama her şeye rağmen bu futbol hocası da izah edemiyordu 6-0'ı..
hakikaten aklın alacağı bir netice değildi bu...
nasıl olmuştu da 6-0 yenilmiştik?
bu sorunun nedenini, daha doğrusu nedenlerini ortaya koymak için, bologna'nın communale stadından çıkmak ve gerilere, tâ kasımın 21'ine dönmek lâzımdı.
evet, 21 kasım çarşamba sabahı yeşilköyden uçağa binerken, hava yağışlı, hem de çok yağışlıydı. ama gözler yaşlı değildi hiç... kafile yola ümitli çıkmıştı. kıbrıs, rakip bile sayılmazdı. hafif bir maç veya zorlu bir antrenman olacaktı lefkoşadaki müsabaka... israil belki çetin görünüyordu, fakat aşılmaz bir engel değildi. çocuklar, biraz gayret gösterirse, tel-aviv'den başarı ile ayrılmak pek de zor olmazdı. italya, korkulu rüya idi ama, uyanık durusak böyle bir korkulu rüyadan kurtuluverirdik.
futbolcular uçaktan yorgun ve üzgün indi. apak "en fazla ızdırap duyanlar arasındayız" dedi
türk milli takım kafilesi dün akşam saat 21 de bir türk uçağı ile roma'dan istanbııl'a dönmüştür.
yeşilköy hava alanında 50'den fazla gazeteci ile sporcuların yakınları tarafından karşılanan milli takım futbolcu ve idarecileri uçaktan elemli çehrelerle inmişlerdir. bu arada futbolcuların yorgunluktan ve üzüntüden zayıflamış oldukları dikkati çekmiştir.
futbol federasyonu başkanı orhan şeref apak, etrafını saran basın mensuplarıyla konuşmağa teşebbüs ederken, federasyonun maaşlı bir adamı gazetecileri önlemek istemiş ve apak'a «konuşmayın bunlarla» demeye yeltenmiştir. ayni federasyon memuru, gazetecilere «yarın basın toplantısında konuşursunuz» demişse de, basın mensupları apakla görüşmek için ısrar etmişlerdir. bunun üzerine federasyon başkanı kısa bir konuşma yapmış ve şunları söylemiştir: «hâdisenin çok üzücü olduğunu biliyoruz, en fazla üzüntü ve ızdırap duyanların arasındavız. üzüntü, türk sporunun geleceği için bir şey ifade etmez. bu hâdisenin âmillerini tespit edip, futbolumuza istikrar vermek için çalışacağız. memleket şartlarının bu çalışmalara ne derece imkân vereceği, sizlerce de bilinmektedir. milli maçlarda bu gibi hâdiselere çok kere rastlandı. bir çok defa bu hâdiseler, müteakip çalışmalar için faydalı neticeler vermiştir. ispanya'ya 4-1 yenilmemizin akabinde, aynı rakibi 1-0 yendiğimiz hatırdadır. isviçre bizi ankarada 5-1 yendiği saman da, aynı üzüntü içindeydik. kısa zamanda düzeldik, inşallah bundan sonraki çalışmalar futbolumuz için faydalı olur.»
apak, gazetecilere, bugün saat 11 de mithatpaşa stadında federasyon bürosunda bir basın toplantısı yaparak daha geniş izahat vereceğini bildirmiştir.
futbolcular «taktik hatalıydı» dediler
milli takımda yer alan futbolcular ise, hemen hemen aynı şekilde konuşmuş ve şöyle demişlerdir, «bize verilen taktik yüzünden dağıldık. taktik hatalıydı. ilerde sadece iki kişi bırakınca, italyanların diğer elemanları boş kaldı ve kalemzie yüklendi. bunu ilk gol takip etti ve ondan sonra iyice şaşırdık. ani iklim değişiklikleri yüzünden ziyadesiyle sarsıldık. doğru dürüst bir masaj yaptırma imkanını ise, maça iki gün kala bulabildik. kısacası, çeşitli sebepler üstüste geldi ve biz de dağılınca, oyunumuz bozuldu.» futbolculardan bazısı da, «italyanların bizden çok üstün olduğuna» temas ederek, «onları istanbulda da yenmemiz güçtür» idafesini kullanmışlardır.
futbolcuların aşırı yorgun ve üzgün manzarası dışında, oyuncularla idarecilerin pek ilgilenmediği, hatta aralarıda soğuk bir hava estiği de, dikkati çekmiştir. hava alanından ayrılırken idarecilerin sporculara, sporcuların da idarecilere veda etmediği göze çarpmıştır. federasyon erkânı arasında da birbirine karşı hırçın bir tutum farkedilmiştir.
müşahit olarak italya'ya gönderilmiş bulunan nuri gücüyener, «bu ağı mağlubiyetten ders alamazsak, kaybımız hakikaten büyük olacaktır» şeklinde konuşmuş ve maç hakkında genel müdürlüğe bir rapor vereceğini ilâve etmiştir.
herrera'ya göre: spal, millî takımımızdan daha kuvvetli
şükrü gülesin roma'dan bildiriyor
inter kulübü antrenörü helenio herrera, bir gazeteye verdiği beyanatta, italya birinci liginde yer alan spal takımının türk ve polonya milli takımlarından daha kuvvetli olduğunu iddia etmiştir.
geçen pazar gübü italya'ya 6-0 mağl'up olan türk milli futbol takımının beynelmilel temaslara çıkaçak kuvvette olmadığını ifâde eden herrera, italya milli takımının istanbuldaki revanşı da açık farkla kazanacağı kanaatinde olduğunu açıklamıştır.
bologna'daki karşılaşma ile ilgili neşriyatı hafifleten gazeteler türk milli takımının italyadan ayrılışını küçük haber şeklinde bildirmişlerdir.
il popolo gazetesinde son milli maç hakkında şu manşet göze çarpmaktadır: «türkiye italya tarafından tenis sayısı ile yenildi: 6-0»
gazete, farklı mağlûbiyetimiz için şunları yazmaktadır, «maç ziyadesiyle kolaydı. türkler çok mütevazı oyuncular. taarruzları, ile güzel ahenkli ilerleyişi gerçekleştiremediği gibi müdafaaları da bizim forvet hattımızın insafına sığınmıştı.»
roma'da çıkan corriere dello sport, ise italyanın müsabakayı çok kolay kazandığını kaydettikten sonra şöyle demektedir: «...maçtan evvel italya türklerden korkuyordu. korkusu, türklerin kazanmasından değil, düşük bir farkla türkleri yenmesi ihtimalindendi.»
türk milli takımının son dört yıl içerisinde bu kadar ağır farklı bir mağlubiyete uğramadığına temas eden gazetenin başka bir makalesinde takımımızın defans oyunu şiddetli bşr lisanla tenkid edilmektedir «türkiye elde edilmesi kolay bir avdır. taarruzları asla iyi bir hareket şeklinde gerçeklenmedi. müdafaada ancak, başka bir hakemin idare edeceği maçta oyunu bitiremeyecek olan suat ile kaba ve şiddetli oynayan candemir türkleri bu kötü mağlubiyetten kurtarabilecek formdaydılar..»
spajic, çok açık konuştu: "turist gibi gidip geldim"
yugoslav antrenör, tercümanı olmadığı için futbolcularla zor anlaştığını belirtti
millî takım antrenörü lubija spajiç, dün yeşilköy hava alanında verdiği demeçte, 6-0'lık bozgunun mesulü olmadığını ima ederek «turist gibi gittim, turist gibi geldim» demiştir.
türkçeyi çok az bildiğini ve yanında da tercümanı olmadığı için, futbolcularla gereği gibi anlatamadığını belirten yugoslav antrenör, «taktiği kim verdi?» sorusunu şöyle cevaplandırmıştır: «eğer, sahada 11 futbolcu da uyursa, taktiği kim verirse versin, netice değişmez.»
spajiç, maçtan sonra italyan gazetecilerinin de taktik hakkında kendisine sual sorduklarını ve italyanlara «maçtan önce sizinle kimler konuştu ise, gene onlar konuşsun» cevabını verdiğini söylemiştir.
«yedi aydır türkiyedeyim. türk milli takımının veya herhangi bir kulüp takımının dahi, yabancı bir maçta bu kadar kötü oynadığını görmedim» diyen antrenör, «italya açında bazu futbolcuların formasının dahi terlemediğini, vasat bir oyun çıkaran oyuncunun dahi mevcut olmadığını» ilâve etmiştir. spajiç'e göre: italyanlar bir defa gol pozisyonuna girmiş, fakat tam altı gol atmışlardır. iki golü ise, bir italyan futbolcusu beş türk oyuncusu arasında kaydetmiştir.
kafiledeki sıfatını ısrarla «turist» diye vasıflandıran spajiç, danimarka maçı için milli takımı çalıştırıp çalıştırmayacağı sorusuna «bilmiyorum. fakar, herhalde, bir daha salâhiyetsiz antrenör durumuna düşmek istemem» şeklinde cevaplandırmıştır.
devlet bakanı necmi ökte, milli futbol takımımızın son mağlûbiyeti hakkında. «kafile dönmeden bir şey söyleyemem» demiştir.
bu mevzuda, kafile başkanı ile görüştükten sonra konuşacağını açıklayan ökten, «federasyonda herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı?» sorusuna, «şimdilik böyle bir değişiklik bahis konusu değildir» şeklinde cevap vermiştir.
yeşilköy'den lefkoşa'ya uçarken, futbolcular maçı düşünecek halde değildiler. hele, 10 galatasaraylı, tek kelime ile «bitkin» di. nasıl bitkin olmazlardı ki, polonyada ağır derece soğukta maç yapmış, sonra uzun bir uçak yolculuğu ile yurda dönmüş ve aradan bir gün bile geçmeden yeniden uçağa binmişlerdi. şimdi de uçaktan iner inmez gene maça çıkacaklardı.
kafile, kınrısta gerçekten büyük ilgi ile karşılandı. kıbrıslı türk kardeşlerimiz olsun, milli takımı misafir eden türk tugayı mensuptan olsun, candan bir samimiyetle kucaklarını açmışlardı. türkiye'nin şöhretli futbolcularını aralarında görmeyi çoktandır istiyorlardı ve böyle bir daveti kabul zamanı çok kötü seçilmişti. takımımızın, israil ve hele italya ile yapacağı maçların önemi belirtilir ve kınrıstaki dostluk teması, bir süre sonraya bırakılırdı. bu yola gidilmemizi.
yetkililer ise «lefkoşa maçının, iyi bir hazırlık fırsatı» olduğu kanaatindeydi. bu kanaatin yanlışlığını anlamak için. yorgunluktan bitmiş futbolcuların yüzüne bir defacık bakmak kâfi idi.
kıbrıstaki maç, hakikaten dostane geçti. ama bu, milli takımı kurmak yetkisine sahip kimseler için, sanıldığı kadar istifadeli olmadı. takımın aksak ve eksik taraflarını gereği gibi göremedikleri farkedildi. maçı seyre gelen israil gazetecileri ise, nezaket sınırını aşmamağa çalışarak «müdafaanız herhalde başka zaman daha iyi oynar, oyuncular yorgun galiba» demekle yetindiler. halbuki, müdafaamız bu, pek hafif rakibi karşısında bile aksıyordu ve bu akşama gözden kolay kolay kaçacak gibi değildi.
teknik adamlarımız ise, gözlerindeki pembe gözlüğün gerisinden, ileriyi çok tatlı görüyorlardı: «takımda değişiklik mi? müdafaa aksıyor mu? yok canım, lefkoşa'daki bu antrenman maçıyla hüküm verilir miydi?»
bu, önemsiz sanılan dostluk karşılaşmasının ilerde kopacak fırtınanın öncüsü olduğu şüphe götürmez bir hakikatti. ve idareciler bu hakikati görmeğe yanaşmıyorlardı.
kafile, lefkoşa'dan tel - avive uçarken, futbolcularımızda bir «maç bıkkınlığı» müşahede edilmekteydi. çoğu «maç» lâfı bile etmek istemiyor, italya karşılaşması hatırlatıldığı zaman da korktukları dikkati çekiyordu. bir futbolcumuz «bu italya maçına dinlenerek ve hiç maç yapmadan gitseydik daha iyi olurdu» diyerek, büyük hakikata parmak basmıştı.
evet, israil'le olan maçımız da bir özel milli temastı. italya ile resmi bir kupa maçı yapacağımız düşünülerek, israil karşılaşmasının tarihi daha ileri bırakılabilir, hiç değilse italya dönüşü oynanırdı bu maç ...ama federasyon selahiyetillerine göre, bunun üzerinde durmak lüzumsuzdu. takım maç yaptıkça açılırdı. kafile ile birlikte bulunan bizler ise, takımın fazla açılacağından korkuyorduk.
takım tel-avive geldikten sonra, masaj ihtiyacı iyice meydana çıktı. yirminci asırda medeni bir memleketi temsil eden futbol kafilesinde masör yoktu! buna bir batılı futbol adamını inandırmak, cidden güçtü. kafile hem doktorsuz, hem masörsüzdü. bir de tercümansız... antrenör spajiç yugoslavdı ve türkçe bilmiyordu. futbolcular ise türktü ve sırpça bilmiyordu onlar da. oyuncularla antrenör arasındaki tarzan dili ve işaret yardımıyla yapılabilen anlaşmanın mahzuru, ilerde, italya'da daha çıplak şekilde ortaya çıkacaktı.
milli takımın havası da bir garipti, idarecilerin bâzısı lüzumsuz derecede sert, bâzısı ise lüzumundan fazla yumuşak davranınca, futbolcular da garip bir manzaraya bürünmüş, ortaya bir disiplinsizlik örneği çıkmıştı. her geçen gün, milli takımın huzuru biraz daha bozuluyor ve bologna bozgununun sebepleri, yavaş yavaş hazırlanıyordu. ama yetkililer hâla farkında değildi bunun...
israil milli maçını 20 kazanmak, idarecileri ziyadesiyle memnun etmişti, istanbulda güç belâ, penaltı golü ile yenebildiğimiz bir rakibi, kendi sahasında, kendi seyircisi önünde net sonuçla yenmek. ilk bakışta, memnunluk uyandırırdı. ancak, bunu «italya için son ve büyük deneme» kabul edince, takımdaki aksaklıkları da derhal düzeltmek gerekirdi. bu şekliyle faydalı olabilirdi tel-aviv maçı.
takım hiç de iyi oynamamış, ama iki fırsatın değerlendirilmesiyle sahadan galip ayrılmıştı. ikinci yarıda antrenör mandi'nin fizikman kuvvetli dağbek shmulevitz'i ileri alarak kurduğu tertip, kalemiz için çok tehlikeli olmuş ve israil takımı hakikaten muhtemel bir beraberliği kaçırmıştı. eğer bu devre kaleye geçen özcan, gerçekten mükemmel kurtarışlar yapmamış olsa. 2-0'dan 2-2 ye düşmemiz, hiç de sürpriz sayılmazdı.
idareciler, özellikle başkan apak «italya karşısında müdafaa oynayacağımızı» sık sık tekrarlıyordu. fakat tel - aviv maçında, iki yan hafın ortayı bastırmadığını. insaytlarin gereği gibi çalışamadığını, beklerin açıklar üzerinde gerekli baskıyı kuramadığını görünce, italya'daki «müdafaa taktiği»nden endişelenmeğe başlamıştık.
daha büyük endişemiz ise, maçı fabbri'nln seyretmesiydi. italya milli takımının antrenör ve tek seçicisi olan bu kurt futbol adamı, avrupa milletler kupası'nın en büyük bir prestij çarpışması olduğunu iyi biliyordu. türk futbolunu yeteri kadar tanımadığı için de, kupadaki ekibinden hayli çekiniyordu. ama türklerin tel-aviv'de hem de bir milli maç oynıyacaklarını öğrenince, sevinci hudutsuz olmuştu. böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmezdi. rakibini, bir milli maç havasında görecek. tanıyacaktı.
"bu iş şahsımla düzelecekse çekilebilirim" diyen apak, 6-0'ı futbolcuların kötü oyunu ile izah etti
futbol federasyonu başkant orhan şeref apak, dün yaptığı basın toplantısında «italya karşısında uğradığımız ağır mağlûbiyete mesul arıyorsanız, o mesul adam karşınızda» demiştir.
mithatpaşa stadındaki federasyon bğrsounda 40'tan fazla gazeteci ve foto muhabirinin hazır bulunduğu toplantıda «sporda mağlûbiyetler milletlerin şereflerini zedeleseydi, dünyada şerefli millet kalmazsı» diyen apak, italya hezimetinin sebepleri hakkında görüşlerini açıklamış ve şöyle konuşmuştur: «üzüntümüz büyüktür. bu üzüntüden kurtulmak için türk futbolunda köklü bir reform yapmak lâzımdır. şahsımla bu iş düzelecekse, derhal çekilirim. federasyon başkanlığına isteyerek gelmedim. 5 ay bekledikten sonra vazife kabul ettim.»
apaka göre bozgunun sebepleri
zaman zaman elektriklenen, zaman zaman sert tartışmalara sahne olan ve nihayet bir dertleşme şeklinde biten toplantıda apak, bâzı sözlerinin basına yanlış aksedişinden şikayetci olmuş ve «beyanatını yazılı olarak vereceğini» bildirmiştir.
apak, yazılı demecinde «müsabaka neticesinin normal olmadığını, italyanların diğer sahalarda olduğu gibi futbolde de bizden üstün tekniğe sahip olduğunu, milli takımımızın şimdiye kadar kendisinden üstün takımları, ancak canlı ve enerjik oyunlarla altedebildiğini, bu karşılaşmada ise verilen talimata uymayan takımın hattâ lig maçı havasında bile görülmediğini, bir kaç futbolcu hariç, diğerlerinin gelişi güzel, ferdi, cansız istedsiz oynadığını» belirttikten sonra mağlûbiyet sebeplerini 8 noktada toplamıştır:
1. takımımızın iskeletini teşkil eden galatasaraylı oyuncuların kısa bir devre içinde iklim şartları değişik memleketler arasında seyahat etmeleri,
2. basınımızın italyanları mağlûp edeceğimiz yolundaki neşriyatının - basın mensupları bu maddeye itiraz ettikleri için, apak sözünü «gazeteler, bazı gazeteler» şeklinde değiştirmek mecburiyetinde kalmıştır -oyuncular üzerinde yarattığı hava,
3. müsabakanin 16. dakikasında üst üste beklenilmeyen iki golü yiyişimizin, takımın morali üzerindeki tesiri,
4. italya satış piyasasının futbolcular üzerinde yaptığı psikolojik tesir neticesinde takım oyunundan ziyade ferdi oyuna itibar edilmesi,
5. takımımızın, milli takım havasına uymaması,
6. memleketimizde milli takımı uzun müddet bir arada çalıştırmanın imkansızlığı,
7. sahalarımızın modern çalışmaya imkan vermemesi,
8. italyanların sahip oldukları saha, seyirci avantajı ile, teknik üstünlükleri.
yazılı beyanatı bittikten sonra gazetcilerin sorularına cevap veren apak seçilen takımın umumi efkanın tasvibine mazhar olmuş elemanlardan mürekkep bulunduğunu söylemiş, kendisinin teknik hususlarla müdahale etmediğini ileri sürmüştür.
israil maçının galatasaray - bytom maçıyla yakın düşmesinin önceden bilinemeyeceğini, bu bakımından israil seyahatinin tehirine imkan bulunmadığını belirten apak, masör meselesinde ise, diğer bazı hususlarda olduğu gibi mali mevzuat güçlüklerinin rol oynadığını, buna rağmen kendisinin, israil'de masör ihtiyacı duyulduğu andan itibaren ankaradan masör istediğini ve italyaya getirttiğini bildirmiştir.
bu sebeple fabbri, hemen uçağa atlamış ve soluğu tel-aviv'de almıştı. maçtan sonra orhan şeref apak: «fabbri'ye takımımızın işleyiş tarzı hakkında ters fikir vermek için burada hücum taktiğiyle oynadık, bologna'da ise müdafaaya kuvvet vereceğiz.» şeklinde konuşuyordu. hakikatte ters fikir veren, fabbri'den başkası değildi. italya tek seçicisi, türk gazetecilerine, «takımınız bizim için çok tehlikeli ve çetin» derken, israil gazetecilerine «en azından bir beraberlik kaçırdınız» sözüyle, türk takımını pek tehlikeli bulmadığını belirtmişti.
ya biz ne yapmıştık? italya da, avusturya ile viyanada oynamıştı. kısa zaman önce... o maçı görmek de, türk yetkilileri için bir fırsat sayılırdı. gerçekten, federasyonumuz o maça bir müşahit yollamıştı. ne var ki, italyayı viyanada seyreden müşahit doğan koloğlu, dönüşte istanbulda bırakılmıştı. federasyonların vazgeçilmez kaidesi, «seyahatlerin bölüşülmesi» olduğundan, koloğlu'na «tamam, denmişi, sen sıranı savdın, italya'ya da öbür üyeleri götürelim.»
böylesine garip bir zihniyet sonunda, italyanları görmüş, tanımış teknik adam kafileye alınmıyor, seyahat sırası gelen idareciler milli takımla birlikte yola çıkıyordu.
aslında, kafilede son sözü söyleyen, daima başkan apak'tı. dünyanın ileri hiçbir ülkesinde futbol federasyonu başkanı, bir antrenör, bir menecer gibi hareket etmez, mevkiinin bir şeref makamı olduunu takdir ederdi. ama apak, hem başkan, hem seçici, hem antrenör, hem menecer hem taktikçi, hâsılı her şeyi idi takımın... bu bakımdan kafileye aldığı diğer federasyon yetkilileri, sadece rakamı arttırmaktan başka rol oynamıyorlardı. halbuki milli takıma onbir kişilik ekibinden onunu veren bir klübün, antrenör veya menecerini de kafileye almak düşünülmeliydi. madem galatasaray en formda takımdı, madem şampiyonlar şampiyonasında başarı sağlamıştı ve madem bu takımdan 10 oyuncu alınmıştı. o halde bu takımın antrenörü veya meneceri de, kafilede bulunsa, faydalı olurdu. böyle bir düşüncenin, federasyon erkânının zihninden dahi geçmemiş olduğu, şüphesizdi.
bunlara gelinceye kadar, doktor yoktu kafilede, masör yoktu. sözcü yoktu. apak, başkanlık sıfatıyla sözcülüğü de kimseye bırakmıyordu. batılı ülkelerde milli takımın bir de sözcüsü bulunurdu. federasyon başkanı her dakika konuşmaktan, olur olmaz rahatsız edilmekten kurtulurdu böylece... ama doktor ve masör, hattâ dil bilmeyen antrenöre tercüman düşünmeyen bir kafile için, hakikaten «lüks» sayılırdı bu fikirler...
masör ihtiyacı ise, hepsinden önemliydi. antrenör spajiç, oyuncuların masaj yaptırmaları lüzumunu hatırlatıyor, ama derdini kmseye dinletemiyordu. nihayet ankara'dan bir masör istenmesine karar verildi. fakat italya'ya gidildiğinde bir sürprizle karşılaşılacak ve ankara'dan masör yerine müşahit gönderildiği görülecekti. bir yanlış anlama olmuştu galiba... aslında kafilenin doğru anlaşılabilecek tarafı aranmalıydı.
tekrar muhabere edilecek ve sonra, maça iki gün kala masör yola çıkarılacaktı.
bir bakıma, 6-0'ın hesaplaşmasıydı bu... 11 futbolcunun sahada uğradığı bozgun, futbol işlerinin 1 numaralı mesul makam sahibinin omuzlarına yklenmişti ve bu mesul adam da, şimdi basın mensuplarıyla karşı karşıya idi. hakikaten önemle ve merakla beklenen bir basın toplantısındaydık. gazeteciler, mithatpaşa stadının küçük bir odasına sığmayacak kadar büyük kalabalıkla toplantıda hazırdılar. soruları ise, daha da çoktu. ve az sonra, 27 mayıs ertesi sorgularının dahi bu kadar terletici olmadığı yolunda yapılan nükteye hak vermek gerekirdi.
apak, yorgundu. uzun, yorucu ve üzücü, seyahatten bir akşam önce dönmüş ve işte ayağının tozu ile basının karşısına çıkmıştı. ama, söze başladığı zaman, ilk şikayetinin de «basın»'dan olduğunu söylüyordu. galiba 6-0'lık bozgun, dönüp dolaşacak ve basının üstüne yıkılacaktı. apak, gazetecilerin, demeçlerini tahrif ettiklerini ileri sürüyor, öte yandan da gazetelerin «maçı kazanacaksınız» tarzında neşriyatla milli takım oyuncularına büyüklük kompleksi aşıladığını lddia ediyordu. ama, toplantıdaki gazeteciler, bu fikirşekilde yayınlarını hatırlamadılar. belki de uzun müddettir italya'da bulunan apak, italyan gazetelerinin yayınlarıyla bizdeki neşriyatı karıştırmıştı. ve en önemlisi, başkan, demecini tahrif eden varsa, gazete adı bildirmeliydi. nitekim apak da, bu hatasını farketti ve «bir kısım basın» tabiribib politikadan sonra da geçmesine imkan yarattı.
basın suçluydu bir kere... apak'a göre tabii... bir de, futbolcular... hiç, ama hiç oynamamışlardı. apak «bâsın gazetelerin de yazdığı gibi» derken, basının doğru neşriyatını istemeden kabul zorunda kalmış oluyor, yahut da kendi beyanatı dışında gazetelerin daima doğruyu yazdığını, sadece onun sözlerini değiştirmiş olduğunu kabul ediyordu. toplantının havası, elektrikliydi. fakat apak, «müdafaa taktiği» ni basın toplantısında bologna maçından daha başarılı tatbik etti ve gazetecilerin ilk hücumundan çabuk sıyrıldı. bu defa ilk 15 dakika golsüz bitmişti.
apak, sözlerinin yanlış aksettirileceğinden endişeli görünüyordu. bu sebeple, eski harfli notlarını daktiloya geçirterek basın mensuplarına aktarmayı tercih etti. daktiloda, başkanın notlarını yazmak vazifesi, teknik komiteden turhan barlas'a düşmüştü. barlas'ın bu teknik hizmetiyle notlar tape edilirken, sorular devam ediyordu. «müdafaa taktiği» mi? apak «biz müdafaa taktiği oynadığımız için değil, futbolcularımız müdafaa taktiğini bırakıp da gelişi güzel oynadıkları için yenildik» diyordu. ve hemen «otoritelere» çatıyordu. görüldüğü gibi, 6-0'ı basın, futbolcular derken otoriteler de onlarla işbirliği edip hazırlamışlardı. maçtan önce hiç konuşmayıp maçtan sonra tenkid edenleri «otorit » kabul etmediğini söyleyen başkan, «bu şahısların bir kısmı federasyon devrilsin de, yenisinde vazife alıyım, diye düşünüyor. bir kısmı da idarecilikte muvaffak olamamış şahıslardır» diyordu. simdi «hücum taktiği» ne geçmişti apak...
bir gazeteci söz aldı: «madem reform düşünülüyor, o halde geçmişin hatalarını iyi tahlil edip ileriyi emniyete alalım. biz soralım, siz söyleyin. hataların neden doğduğunu bilelim. her şeyden siz mesul olamazsınız. başkalarının hatâlarını yahut gerçek sebepleri öğrenelim» dedi. doktorsuz, masörsüz nasıl yola çıkıldığını sordu. apak, masör götürmenin âdet olmadığını söyledikten sonra italya'ya gelen masörü de kendisinin çağırdığını bildirdi. demek ki «masör zaruretti» ni o da kabul ediyordu.
bir başka gazeteci, mesleğin tecrübelisi bir spor, yazarı, biraz da şahsi konuşarak «iklim değişikliği»nin sporcuları ne hale getirdiğini öne sürdü, bu konuda yazılan bir kitabın okunması gerektiğini söyledi. apak, gene «hücum» daydı. sinirlenmek, bu babayani başkana hiç de yakışmıyordu. ama, tecrübeli gazetecinin sual şekli de, apak'ı sinirlendirecek ölçüdeydi. fırtına büyüdü. gazeteci, apak'ın lisan bilmediğinden, apak da gazetecinin futbol bilmediğinden bahsettiler. diğer basın mensupları ise, bilmeleri gereken hususların bunlar olmadığı kanaatindeydi.
teknik komite üyesi doğan koloğlu, bir köşede «gazeteci» sıfatıyla not alıyordu. nihayet, o da sual konusu oluverdi: «viyana'da italyanları seyreden koloğlu, niçin italya'ya götürülmemişti?» işte, apak, bu çok yerinde soruya, pek yersiz cevap verdi: «onu da başka seyahate götürürüz...» türkleri israil'de seyreden fabbri'nin takımı, italyanları viyana'da seyredip de istanbul'da bırakılan üyenin mensubu olduğu federasyonun takımını, işte bu zihniyet farkıyla 6-0 yenmişti galiba...
«4-2-4» bize uymazdı. apak, böyle söylüyordu. «4-2-4» için iyi bir santrfor ve süratli iki açık lazımdı. bizde de bunlar yoktu. evet, apak aynen «türkiye'de santrfor yok ki» diyordu. sonra birden hatırlamış olmalı, «metib'i harcayamayız bu işte» diyerek tamamladı. hiç değilse, bir santrforun varlığını kabul etmişti. şenol'un aslında santrfor olmadığını bu arada ilave ediyordu.
toplantı, gene yumuşamıştı. apak, gazetelerin toplantıya «kasıtlı» geldiklerini sanmak, vahmindeydi. ama gazeteciler, oraya «kelle istemeğe değil, başkan'a yardımcı olmağa gelmişlerdi» apak, gene kelime oyunu yaptı: «ben yardım istemiyorum. türk sporu istiyor bu yardımı...» türk sporunun yardıma muhtaç olduğu gerçeğini kabul etmek de, apak hesabına iyi bir nottu.
gazeteciler tarafından sorularn suallerden biri de şöyleydi: milli takımımızın kaldığı otelde maçtan evvel sabaha kadar, kumar oynanmış. kaybedenlerin morali bozulmuş, uykusuz kalmışlar. bu durum, oradaki üniversitelilerden birinin dikkatini çekmiş ve bir federasyon azasına haber verince, «biz oynatıyoruz. italya maçının heyecanını unutsunlar» cevabını almış, doğru mudur?» apak, buna şu cevabı verdi: «kağıt oynandığı doğruydu. fakat, hiçbir zaman kumar halini almamıştı. vakit geçsin diye ben bile pişpirik öğrendim.»
zaman zaman elektriklenen, zaman zaman sert tartışmalarla sahne olan ve nihayet bir dertleşme şeklini alan basın toplantısı bitmişti. apak, basının hsnüyetine inandığını söyledi. basın apak'a yardıma hazır olduğunu ifadeye çalıştı. gazetciler teker teker federasyon başkanının elini sıkarak veda ettiler... ne var ki, basın mensupları italya hazimeti bahsinde pek tatmin olmuş sayılmazlardı. gerçi apak bir takım sorular cevaplandırmıştı. ama, kendi mes'ul olmadığı bâzı hususlarda da mes'uliyeti üzerine alması cesaretti. hâsılı, bu da bundan evvelki mağlûbiyet sonrası basın toplantılarının bir benzeri olmaktan öteye geçmedi. sabahsızlık, futbol tekniğimizin eksikliği, rakip takımların üstünlüğü, mevzuat güçlükleri. dertler, aynı dertlerdi... kimbilir, daha kaç sene aynı şeyleri dinleyecek, yazacaj ve yeniden üzülecektik. netice: bozguna uğramış bir takımın bir numaralı mes'ul adamı için 6-0'ı izah etmek gerçekten güçtü. ve belki de apak sadece bu noktadan mazur görülebilirdi.
devlet bakanı necmi ökten, milli takımımızın italya karşısında uğradığı mağlûbiyetle ilgili olarak şunları söylemiştir: «gazete haberlerinden öğrendiğime göre, takımımızın ağır mağlûbiyetine, verilen yanlış taktik sebep olmuştur. federasyon başkanı orhan şeref apak da bu taktiği tatbik ettiren kimse olarak elbette neticeden sorumludur. bu arada bir federasyon azasının yetkisi dışına çıkarak takımı bir gün önceden gazetesine bildirmesi tahkik edilecektir. müşahit ve federasyon başkanının raporunu tetkik ettikten sonra gerekli işlemler yapılacaktır.»
federasyon heyetinin değiştirilmesi düşünülüyor mu? şeklindeki bir suale ise ökten, şu cevabı vermiştir: «raporların tetkikinden sonra gerektiriyorsa elbette değişiklik yapılacaktır. federasyonbaşkanının istanbuldaki basın toplantısında «ben kimseye hesap vermek mecburiyetinde değilim» tarzındai beyanı hakkında da şunu belirtmek isterim ki; her ast üstüne hesap vermeye mecburdur.»
millî takımımız roma'da hiç de sıcak bir ilgi ile karşılanmamıştı. hele gelişi güzel kıyafetleri, italyan gazetelerine alay konusu olmuştur. italyan basının davranışı, elbette misavirperverliğe yakışmazdı. fakat futbolcularımıza bir örnek kıyafet yaptırmamış olmakla işlenen hata da, az sayılmazdı. roma hava alanına bir örnek elbiseleriyle inen bir kafile, hiç değilse dış görünüşüyle müsbet tesir yapardı. bu fırsat da kaçmıştı hâsılı...
ve italyan gazeteleri, kafile ile anlaşamadıklarından da şikayetçi oldular. bu da, ev sahipliği nezaketine suığmayacak bir hareketti ama, kafilelde iyi yabancı dil bilen bir sözcüü bulunmuş olsa, italyan basını böyle bir alay konusunu kolay kolay elde edemezdi herhalde...
bunların hepsini teferruat sayalım bir an... tel-aviv'de +36 dereceydi sıcaklık... bologna'da ise -3... kar soğuğu... 39 derecelik bir ısı farkı, futbolcuları -tam tâbiriyle- turşuya çevirmişti. esasen italyan gazetelerinin neşriyatı, oyuncuların gözünü korkutmuştu.
ucuz bir edebiyat, futbolcuları iki zıt rüzgâr arasında bırakmıştı böylece... bir kısmı, italyanlardan son derece korkuyor, bir kısmı ise apak'a inanarak maçı kazanacağımızın verdiği güven ve gevşemeye kapılıyordu.
takım nasıl kurulacaktı? italyan gazetecileri sıkıştırıyor, ille de bologna'da oynayacak onbirimizi öğrenmek istiyorlardı, türk gazetecileri için ise, bunu öğrenmek daha da hayati öneme sahipti. apak ise, takımı açıklamamakta ısrar ediyordu.
bu arada bologna'ya gelen can bartu, birol'un oynatılmasının doğru olacağı kanaatini öne sürdü. teknik komite'den adnan akın da bu fikri destekledi. fakat apak, hattâ spajiç'in de doğru bulduğu bu görüşe yanaşmadı ve kafasındaki takımı çıkarmaktan vazgeçmiyeceğini imâ etti.
ancak, apak'ın «kafasındaki takım» dan bir nebze olsun vaz geçmesi zarureti, çok geçmeden doğacaktı. sebep, sadece hissi idi. bazı yetkili şahısların öğrendikleri takımı zamansız ifşa etmeleri, kadro dışında kalan futbolcularda küskünlük yarattı, kafilede huzur iyice bozuldu.
bu sırada en güç durumda bulunan, antrenör spajiç'ten başkası değildi. apak'la görüşen ve takımın cumartesi günü açıklanmasında mutabık kalan spajiç, televizyonda yaptığı konuşmada «onbirimiz cumartesi bildirilecek» dedi. fakat ertesi gün takımımızın, hattâ taktiğimizin gazetelerde çıktığını hayretle gördü. yugoslav antrenör şaşırmıştı. «bu ne biçim iş, diyordu, bütün gazeteler suat'ın sormani üzerinde oynayacağını bile yazıyordu.»
millî takımın kaldığı otelde 15 kadar italyan gazetecisi de vardı ve bunlar, türk kafilesinin konuşkan idarecilerinden her istediklerini rahat rahat öğrenmiş, gazeteleriyle de herkese duyurmuşlardı. kurt idareci olmak, sadece futbol sahasında vazife görmekten ibaret değildi. bunu bilmeyen veya bilmek istemeyen de, o futbol sahasındaki hezimetlerin sebebini, gereği gibi keşfedemezdi.
kafilede doktor da yoktu, dedik. turgay sakattı, oynıyamıyacağını söylüyor, fakat oynaması için tedavi edilmesini istiyordu. böylece pazar günü belki de italya takımını alkışlamak için tribünde bulunacak bir italyan doktoru muayene etti turgay'ı... tıp adamı her şeyden önce tarafsız olurdu, onun nazarında karşısındaki hastanın cinsi veya ırkı, milliyeti önemli sayılmazdı. fakat turgay'ın, bir türk doktoruna derdini daha iyi anlatabileceği düşünülmez miydi?
çocuklar, iklim değişikliğinden şikâyette ise berdevamdılar. hatırlıyorduk ki, dünya kupasına gidecek takımların çoğu, kendi memleketlerinde şili'nin iklimine yakın yerlerde hazırlanmış veya müsait değilse iklimleri, şili'ye bir müddet önce gitmişlerdi. takımımız ise, 39 derecelik ısı farklarıyla, denize girenlerin yurdundan karda titreyenlerin ülkesine bir çırpıda getirilmişti.
işte bu şartlar içinde 2 aralık günü gelip çatlı. taktiğimizin «müdafaa» olduğu açıklanmıştı. aslında, kuvvetli bir rakibe karşı «müdafaayı sağlam tutmak» makul bir fikirdi. fakat bunun şekilleri vardı. modern futbolde, mesela «4-2-4» taktiğine başvurulabiliyor, iç oyuncularından biri geri oynuyordu. macaristan'ı 3-1 yendiğimiz maçta böyle bir taktiğin başarılı olduğu görülmüştü. fakat ille de bu şekilde ısrar olamazdı. müdafaanın sağlam tutulması için başka düşünce öne sürülebilirdi. ama 11 oyuncudan 9'unu kale önüne çeken bir şekil, doğrusu pek tavsiye edilemezdi. böylesine kapalı müdafaa yapmaya çalışan takımın, inadına çok gol yediği ziyadesiyle görülmüştü. apak, taktiğinden emindi. «5 3-2» şeklini pek benimsemişti. ilerde sadece iki forvet bırakmak, mağlûbiyetin peşin kabulünden başka mana ifade etmezdi. sahaya yenileceğini bile bile çıkan bir takımın da, kaç tane yiyeceği, elbette bilinemezdi. metin ve şenol'un ilerde tek başlarına ne yapabileceklerini kara kara düşündükleri farkediliyordu. halbuki metin, bu maçta «hayatının oyunu» nu oynamağa azimliydi. fakat yanında hiç kimse olmayınca, ne yapabilirdi?
nihayet maç başladı. takımımız bir şaşkınlık içindeydi. kendilerine verilen taktiği ya iyi anlamamış, ya da onlar da makûl bulmamıştı. fakat bir kısmı apak'ın taktiğine uymağa, diğerleri estiği gibi oynamağa başlayınca, takım tam bir başıbozuk manzaraya büründü. ve işre sağaçık orlando da, karşısında kimse yokmuşçasına şahlanınca, goller peşpeşe diziliverdi.
italyanlar gol atmaktan yorulmuş futbolcularımız gol yemekten yorulmamıştı. sormani'nin bir şutu direkten dönmese, aynı oyuncu penaltıyı da filelere yollıyabilse, 6-0'ın 8-0'la yer değiştirmesi, pek mümkündü. dağılmıştık. gollerde kimin daha fazla kabahatli olduğunu farketmek, hem imkansız, hem lüzumsuzdu. mukadder akıbet gerçekletiyordu işte...
böylesine kötü hazırlanmış, böylesine eksik, böylesine aksak bir kafile, daha doğrusu, böylesine garip bir zihniyet, nasıl olur da başarı beklerdi? bu arada futbolcuların da, kendilerini göstermek hevesine kapıldığı anlaşılıyordu. italyan gazetecilerine ve otoritelerine görünmek çabası içinde, taktiği filan unutmuşlardı. aslında hatırlamaları da. bir fayda vermiyecekti. bu derece zararlı bir oyun şeklini, en iyisiyle dahi tatbik etmiş olmak, 6-0'ı çok çok 4-0'a indirebilirdi. o kadar...
futbolcularımıza, sahada kendilerini göstermeğe çabalarken, italya'da futbol transferinin bir gün önce bittiğini bilmiyorlardı anlaşılan... can bartu ise, «ah, diyr dövünüyordu kenarda, türk fut bolünü böyle mi gösterecektik?»
italyan gazetecileri, ne başlıklar, ne yazılar düşünüyorlardı o anda... haksız da sayılmazlardı. takımımız gol yedikçe bozuluyor, bozuldukça daha fazla yiyordu. ve tekmeye de başlamıştı.
2 forvetli hücum hattımız, maç boyunca sadece altı şut atabilmişti kaleye... italyanlar ise, bu sayıda gol atmış, onun dışında da gollük 22 şut çekmişlerdi.
yazı serimizin başlangıcından beri sıraladığımız hatâlar, eksikler, aksaklıklar, 6-0'ın nasıl mümkün olduğunu ortaya koymuştur sanırız. communale stadındaki muhteşem çöküş, uzun zamandır çatırdayan viran bir konağın, bir anda devrilişinden başka şey değildir. çatırdıyı duyamıyanlar, ancak bologna stadındakl enkazı görünce felâketi anlıyabilmişlerdir.
maçtan sonra bir ölü evini hatırlatan otelin salonunda, dudaklardan dökülen kelimelerin başında «reform» geliyordu. herkes, «reform» diyordu. «reform zaruretinden» bahsediyordu.
doğruydu... bir reform şarttı. ama böyle bir reforma, bizzat reformu isteyenlerden başlamak da, aynı derece doğru olurdu.
bologna bozgunu, yıllar yılı pek çok kimsenin hafızasına bir demir çubuk gibi çakılıp kalacak ve futbolumuz dış piyasada üçüncü, dördüncü sınıf telâkki edilmekten zor kurtulacaktır.
b. t. umum müdürlüğü bütçesi 134.000 liralık bir eksiltme ile kabul edildi
ankara, özel
meclis bütçe karma komisyonu, 134 bin liralık bir eksiltme yaparak, belen terbiyesinin 1963 mali yılı bütçe tasarısını kabul etmiştir.
muhtelif mevzularda konuşan millet, vekilleri, milli takımın italya mağlûbiyeti, güreş sporunun durumu, tesisler davası spor-toto, stad, transfer ücreti, atletizm ve diğer spor branşları üzerinde konuşmalar ve tenkidler yapılmıştır.
milletvekilleri tarafından sorulan muhtelif soruları devlet vekili necmi ökten ve beden terbiyesi genel müdürü, fikret altıncı cevaplandırmışlardır.
fikret altıncı, akdeniz olimpiyatlarına 80 kişilik bir sporcu kadrosu ile iştirâk edileceğini de açıklamıştır.
fabbri dedi ki: "+30'dan, -10'a düşen bir takım elbette 6 gol yer"
togay bayatlı
sanki bizden bir adam. az mı duyduk, okuduk ismini?
hemen hatırladınız herhalde. fabbri, hani şu bologna'da bizi bozguna uğratan adam. bize karşı duyduğu sempatiden taa kalkmış italyadan buraya gelmiş. yine memleketinin bir numaralı futbol otoritesi. konusalım dedik. mevzu döndü dolaştı bologna'da durdu. sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonu ile kendini yormadan benim ondan alacağım malûmatı o hemen verdi fabbri diyor ki: «tel aviv'in 30 derece sıcağından bologna'nın -10 gibi dondurucu soğuğuna gelen her takım altı tane gol yer. ben de bir iki gün kendime gelememiştim. evet, türkiyeye gelişim 27 marttaki ikinci maçla ilgili. milli takımımızın iskeletini teşkil eden galatasarayı mithatpaşa'da görmek istedim.»
«peki sinyor fabbri» dedik, «türkiyenin avrupa milli takımlar kupasında daha iddiası olabilir mi?»
her italyan gibi iyi zamanında fabbri de çok şakacı «bizi burada 70 yenerseniz, tur atlarsınız» deyiverdi.
milli takımımızdaki değişikliği sanki felakete kendisi uğratmış gibi iki elini kafasına vurarak şu sözlerle ifade etti, «nasıl olur? şeref, şenol, naci bunlar iyi futbolcu. candemir'e ne oldu? kadroda mı, tevekkeli değil, idarecileriniz futbol sanatını başka bir sanatla karıştırmakta devam ediyorlar.»
aman sinyor, yapma, yarın candemir galatasarayda oynayacak diyecek olduk. sadece güldü fabbri.
böyle hoş sohbet ve bilgili bir futbol adamını her zaman memleketimizde görmek güç. biraz da dünya futbolünden bahsettik. hemen sözü döndürüp dolaştırıp italyada oynıyan yabancu futbolculara getirdi: "yabancı futbolcular mı, bizimkilere ne olmuş yani? riverea, orlando, maldini, bunlar futbol oyanmıyor mu? yazık oluyor italyan futbolcularına. sormani, altafini, sivori bunlar yarı italyan sayılır ama diğerlerini istemiyorum."
anlaşıldı hep italyan futbolü ile ilgili fabbri. son olarak milan - galatasaray maçı için sarı - kırmızılılara tavsiyelerini sorduk. dedik ya, çok şakacı, «bir farkla maçı kazanmaları lazım.»
son altı ay içerisinde, italya'da ilk ağır mağlûbiyeti stadi olimpico'da fuar kupasında roma karşısında altay aldı: 10-1. bunu, comunale stadında milli takımımızın 6-0'lık bozgunu takip etti. sonra san siro'da avrupa kupası maçına galatasaray, milan önünde bir sabun köpüğü gibi eridi: 5-0
italya'da bu gidişle türk futboluna mezar olmayan saha kalmayacak.
türk futbolunun geçmiş senelere nazaran gerilediğinin iddia edildiği bu sıralarda, futbolumuzun geçmişi, nal ve geleceği hakkında bir mukayese yapmak ve durumu gözden geçirmek faydalı olacaktır.
bu konuyu tartışabilmek için, gerek milli takımımızın gerekse kulüplerimizin dış temaslarını gözden geçirmek icabeder.
fifa'ya kabul edildiğimiz 1923 yılından bu yana yabancılarla yaptığımız milli, temsili, genç takımlar ve kulüplerimizin yaptığı resmi ve özel müsabakalarda aldığımız dereceler incelenirse, milli takımımızın italyan'lara karşı 0-6 lık kötüğ derecesini ele alarak futbolumuzun geçmiş senelere nazaran gerilediğine hükmetek ve ümitsizliğe düşmek yersizdir.
milli takımımız, en kötüğ dereceler aldığı 1954 - 1955 yıllarından evvel ve sonra çok başarılı müsabakalar yapmıştır.
binaenaleyh, italyanlara farklı mağlûbiyetimiz bizleri ümitsizliğe ve kötümserliğe götürmemelidir. spor tarihimizde bundan daha kötü dereceler almış bulunuyoruz.
bizim isviçrelilere kendi memleketimizde, ankara'da 5-1'lik mağlûbiyetimiz ile, polonyalılara 6-1, mısırlılara 7-1, bulgarlara 5-1, israile 5-1, almanlara 7-2, yugoslavlara 5-1 lik ınağiûbiyetimizi unutmamak lazımdır. bu kötü neticelerin hemen akabinde milli takımımızın aldığı parlak neticeler de vardır ki bu da son mağlûbiyetten yelse düşmemize manal olmadığını göstermektedir.
1962 - 1963 mevsiminde israil, italyanlara 6-0, romenler ispanyollara 6-0, ingilizler, fransızlara 5-2 mağlûb olmuşlardır. bu gibi farklı mağlûbiyetler her milli takım için mukadderdir. ingilizlerin kendi memleketlerinde macarlara ve yugoslavlara büyük farklarla yenilmiş olmaları da bu meyanda zikredilebilir.
bir milletin futbol seviyesi, ara sıra aldığı farklı mağlûbiyetlerle ölçülmemelidir.
bunları tabii karşılamak icabeder. çünkü futbol müsabakaları daima sürprizlerle dolu neticeler veren ve sonucu evvelden tahmin edilmeyen müsabakalardandır.
geçen sene, jünyorlarda izmir'de yunanlılara, sofya'da da bulgarlara mağlûp olmuştuk. fakat aynı kadro ile macarları, fransızları, ispanyolları yenmek suretiyle grup birincisi olduk.
halbuki, bizi mağlûp eden yunanlar ve bulgarlar bu turnada da dereceye bile girememişlerdir.
bu sene şansızdık, turnanın ilk kademesinde tasfiye edildik. bu olay büyük bir üzünrü ile karşılandı ve futbolumuzun uçuruma gittiği iddia edildi.
galatasaray takımınız, ilk defa olarak avrupa şampiyon kulüpler turnuvasında üst üste tur atladı. üçüncü turda kaybedişi bizleri teessür ve ümitsizliğe şevketti. halbuki bu kulübümüzün avrupa şampiyon kulüpler müsabakalarında aldığı derece şimdiye kadar hiç bir kulüp takımımıza nasip olmamıştır.
gençleştirilmiş, milli takımımızın israil'e, danimarka'ya, habeşistan'a, istanbul'da italyanlara karşı aldığı dereceler de, küçümsenmemelidir.
geçmiş senelerde israil'in bizi 5-1 mağlûp ettiği, yine bizi yakın tarihte 4-0 ve 1-0 yenen romen milli takımının habeşlere adisabeba'da mağlûp olduğu ve danimarka'nın olimpiyat ikincisi bulunduğunu bilenler, yepyeni ve genç bir takımımızla bu takımlara karşı aldığımız dereceleri küçümsemezler.
bütün bunlar federasyonun müdafaasını yapmak için ileri sürülmüş değildir. görüşlerimi bu şeklide açıklamakla umumi efkârın türk milli futbol takımına güvenini muhafaza etmesini ve ondan ümidini kesmemesini temin içindir.
gelecekte milli takımımızın alacağı dereceler bu görüşümü teyit edecektir.
bu görüşüme dayanarak iddia edebilirim ki, türk futbolu geçmiş senelere nazaran çöküntü halinde değildir. hiç bir millete mensup sporcular, türk gençlerinin tâbi olduğu kötü ve ağır şartlar altında spor yapmazlar.
dünyanın hiç bir ülkesinde, bir futbol takımı haftada üç maça tahammül edemez. üstelik futbol bütün dünyada çim sahalarda oynanır. futbolda küçümsediğimiz habeşistan, sudan'da bile bize nazaran mükemmel ve çim sahalar mevcuttur.
yine dünyanın hiç bir yerinde bizdeki gibi kontroldan uzak ve disiplinsiz acaip bir profesyonelliğe rastlanamaz.
futbolumuza istikamet verecek federasyonun elinde antrenör yoktur. mevzuat buna imkân vermez. bölgelerimiz teknik elemandan mahrumdur.
okullarımızda futbol organize edilememiştir. bilhassa, bizim futbolcularımız kendi kendine yetinmekte ve ancak milletimize mahsus şahsi ve üstün vasıflara dayanarak sahalarda bir şeyler yapmak için mücadele etmektedirler.
buna rağmen, futbolda avrupa'nın birçok memleketlernden daha üstün seviyede bulunmaktayız.
türkiye'de futbol her bakımdan geçmiş senelere nazaran gelişmiş ve gelişmektedir.
futbolumuzun istikbali ne olabilir sorusuna gelince, bütün kötü şartlara rağmen her gün biraz daha iyiye gitmekteyiz.
daha iyi randıman alınabilmesi için;
a) tesislerimizi program dahilinde geliştirmek.
b) milli ligde kulüp adedini 16 hattâ 14'e indirmek.
c) ikinci milli ligi faaliyete sokmak.
d) türkiye kupasını anadolu takımlarının daha fazla katılacağı bir program dahilinde tertiplemek.
e) mümkün olduğu kadar kuvvetli yabancı takımlarla temaslar yapmak.
f) avrupa'da olduğu gibi şehirleri temsil edecek kulüpler meydana getirmek.
g) federasyonun rasyonel çalışmasını temin etmek.
h) gerek federasyon, gerekse bölgeler ve kulüpler için teknik eleman, hoca, antrenör temin etmek.
ı) hakem işlerini düzene koymak. (i - bütün türkiye için bir tek hakem birliği kurmak.) (ii - bu birliğin federasyonla işbirliği yapmasını sağlamak.)
i) bölgelerde amatör kulüp adedini azaltmak.
j) profesyonel kulüplerde idari istikrar sağlamak.
k) profesyonel faaliyetlerde şirketler kurulmasını kolaylaştırmak.
l) okullarda futbolu organize etmek.
m) futbolcuyu hüçük yaşta ele alarak yetiştirmek,
n) futbol federasyonunun faaliyetini devlet mevzuatı dışında tutmak,
o) türkiye'de futbolun tek otoritesinin futbol federasyonu olduğunu kabul etmek. (okullar, üniversite, müesseseler, asker futbolculara ait statüler federasyonca tespit edilmelidir.)
federasyon olarak bütün bunların tahakkuku için çalışmalar, yapmaktayız.
bugün milli takımımız bir istihake geçirmektedir. tanınmış ve yaşlı futbolcularımız bu kadar ağır bir faaliyetin yükünü kaldıramamaktadır.
bu güçlükler yenilecektir. bu intikal devresinin sonunu beklemek, sabırlı olmak lâzımdır.
candemir'in tekmesi ile futbol hayatı sona eren ünlü italyan futbolcusu
pascutti: «türklere 2 gol atmayı beklerken bacağımı elime verdiler»
reha erus roma’dan yazıyor
bir pascutti vardı bilmem hatırlar mısınız?. 1960 yıllarında italya futbolunda mucizeler yaratan bir sol açık... hafif dökük saçlı, fırtına ezio pascutti'yi siz tanımasınız bile.. o zamanlar milli takımımızın sağbeki olan candemir berkrnan çok iyi tanır.. işte o bir zamanların mucize yaratan futbolcusu geçenlerde italya'nın en büyük spor gazetelerinden stadıo'ya dert yanmış...
yıllardan 1962 idi diye başlıyor gazedeki yazı şöyle devam ediyor.. 11 kasım'da viyana'nın prater stadında avusturya'ya karşı oynuyorduk. 20 dakika içinde üç gol atmıştım.. koskoca avusturya'yı 3-1 yenmiştik. hem de kendi sahasında... bu benim için rekordu.. 11 kez milli olmuş ve tam 14 gol atmıştım. bu maçtan tam 14 gün sonra türkiye ile bologna'da avrupa kupası eleme maçımız vardı... en azından iki gol bekliyordum. ama nerde?. karşımda oynayan adam futbolcu değil kasaptı. bacağımı iki yerden kırdı sonra da hastaneye telgrafla çiçek gönderdi.. bu jesti çok güzeldi türk futbolcunun ama ben tabii bir daha doğru dürüst futbol oynayamadım. şayet o kaza başımdan geçmeseydi bugün bile hâlâ gol krallığında riva’larla mücadele ederdim. herşeye rağmen candemir'in bile bile faul yaptığı kanısında değilim.. benim kaderim bu imiş..
pascutti bugün büyük bir iş adamı. erkek giyim eşyaları satıyor.. ama ortada bir gerçek varsa pascutti o gün’ü hiç ama hiç unutmamış..