saha bizim, seyirci bizim, nihayet oynayan takım bizim... evet, bugün oynayacak onbir, galatasaraylının olduğu kadar fenerbahçelinin, fenerbahçelinin olduğu kadar beşiktaşlının, beşiktaşlının olduğu kadar beykozlunun, feriköylünün, yeşildireklinin, senin, benim, bizim, bizim... türk şampiyonu var sahada...
ve o şampiyon, o sahada zaferle ayrılırsa, futbol dünyası «türk şampiyonu kazandı» diyecek. hele bu maçta sağlanacak avantaj, polonya'daki zorlu revanşı kolaylaştırır da, üçüncü tur yolu açılırsa, bu şereflerin en yükseği olacak. galatasaray forması altında türk fıutbolu üçüncü turda oynayacak.
hazırlık safhası gerçekten iyi oldu. ligin küçük hesaplarından uzak, şampiyonlar şampiyonası'nın önemini anlamış bir hazırlık devresi geçirdi galatsaraylılar... fakat bir nokta: bytom'u gereği gibi tanımıyoruz. tek dikkat edilecek husus da bu... «meçhul kuvvet» daima tehlikelidir. tanımadığımız bir kudrete karşı oynamak, tanımadığınız bir kudretli ile savaşmaktan zordur bazan... ama g. sarayın böyle bir güçlüğe karşı da durabileceğine inanıyoruz. öyleyse güven var içimizde...
polonya'nın milli takımını, bu turgaylar, bu ahmetler, bu metinlerle polonya da yenmiştik. gene bu turgay'lar, bu ahmet'ler, bu ergun'lar, bu kadri'ler, bu metin'lerle polonya'nın şampiyonunu niçin istanbul'da yenemeyelim? galibiyet kokusu sizin de burnunuza gelmiyor mu?
günlerdir hep şu «bytom» var kafalarımızda... bu arada hususi, resmi bir sürü maçlarda oynadık ama, ayaklarımız mecburen meşin topun peşinden koşarlarken kafalarımız gene «bytom» dopdoluydu. hani büyük bir gün, mesela bir bayram, bir düğün günü filan beklersiniz de ondan önceki günler nasıl yavan, alelade gelirse size, bizler de bugüne kadar «24» saatleri öylesine geçirdik. fakat, işte artık o büyük gün geldi çattı... bir haftadır kamptayız. mukadderatlarımızın, adeta trapez canbazlarınınki gibi birbirimizin elinde olduğunu biliyorduk. onun için herkes kendininki kadar diğerlerinin de sıhhatleriyle, rejimleriyle, idamanlarıyla alakadar oluyor, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu. bilmem neden zor diye şöhret yapmış meşhur bekleyişler arasında hayati maçları bekleyişi saymayı unuturlar.
futbolcuların odalarında...
bugün maçtanm önceki son günümüz... sabahtan itibaren akreple yelkovanın kaplumbağa ilerleyişleri asap zembereklerimizi kurdukça kurdu. dakikalar uzuyor, saatler bitmiyor, kısacası gün seneleşiyordu... sabah jimlastiği, kahvaltı, nazari ders, yemek, istirahat, antrenmana hareket, antreman, sinema, kampa dönüş, yemek... nihayet güçbela geceyi getirdik. şimdi herkes odalarına çekildi. fakat gayet iyi biliyorum ki, hiçbiri uyuyamayacak hemencecik. belki daha saatlerce yataklarında dönüp duracaklar, yarınki maçı kafalarında kuracaklar, kuracaklar... mümkün mertebe kafalarındakini kovalayıp onları değişik, yumuşak düşüncelerle oyalıyalım diye odalarını son bir defa gezeyim dedim...
candemir yatağında (red kid) okuyor, belki de okur gibi yapıp avunuyordu. onunla biraz bu tertip romanlardan konuştuk. ergun'la suat elektriklerini söndürmülkerdi. fakar daha kapı tık derdemek yataklarında doğrulup elektriği yaktılar... bundan da pek memnun görünüyorlardı. oturduk motor ve otomobiller üzerinde bir hayli konuştuk. zira bu, onların müşterek amatör zevkleriydi... b. ahmet'e masaj sırasu en son geldiğinden henüz masaj yaptırıyordu. masör orhan'la kadri'nin o gün yaptıkları güreşi hatırlayıp gülüştük. değişmez oda arkadaşları talat, uğur, mustafa her gece başuçlarına konulan şekerli yoğurtlarını kaşıklıyorlardı. çocukumsu çocukumsu birbirlerine takılışlarını pek sevdiğimden onları kapıştırıverdim... epeyce güldük «iyi geceler» temenni edip kapılarını çekince de hemen içerde bir yastık kavgasıdır başladı. işitmemezliğe gelip çektim gittim. çünkü kara kara maç düşünmekten daha iyi idi bence... kadri ile değişik bir mevzuu görüşmek imkanı olamadı... çünkü, lafı everip çevirip hep futbola getiriyordu... ona «allah rahatlık versin» demekten başka çare bulamadım. turgay'la, metin'in kapılarını çaldım en nihayetinde. zira biliyordum ki, onlar en zor bırakırlar insanı. nitekim her kalkmaya niyetlenişimde, ant vererek bırakmadılar yakamı. yanlarında tam yarım saat kaldım. turgay, birkaç maçta kaptansız bıraktığı takımına tekrar kavuşacağından son derece neşeli. o gün yapılan radyo röportajında metin'in söylediği «bu maçta topa vurmak için bilek, maça asılmak içinse yürek lazım...» sözlerini tekrar edip kıkır kıkır gülüyor: «acele etme bileğini de yüreğini de yarın göreceğiz» diyordu.
güçbela gönüllerini yapıp odama yollandım. coşkuni önünde dopdulu bir sigara beni bekliyordu... laf olsun diye «çok sigara içiyorsun coşkun» dedim. gevrek gevrek güldü. güşüyle «ya sen?» der gibiydi...
bütün bu laf olsun diye edilen konuşmalarla, maçtan önceki son gecemiz sona eriyordu... fakat herkes bu heyecan örtüsü saçma konuşmaların altında bütün ciddiyetiyle «bytom»a karşı hazırdı.
avrupa şampiyon kulüpler turnuasının ikinci tur maçında bytom'u 4-1 yenen g. saray 3. tura gidiyor
sahanın yıldızı, 3 gol atan metin'di
necmi tanyolaç
maçtan sonra galatasaray'ın soyunma odasına giden arkadaşlar anlattıları... sakinmiş sarı - kırmızılılar...
onların bu halini görenler beş dakika evvel biten büyük maçın galipleri olduklarına inanamamışlar. galatasaraydaki bu sükûnet, bu «kendini biliş» ve bu «ölçülü» davranışı bytom karşısındaki galibiyet kadar değerli bulduk. dereyi geçmeden paçayı sıvamayacak bizim çocuklar demek...
soyunma odası kalabalıkmış... idareciler, taraftarlar, gazeteciler futbolcuları kucaklıyorlarmış... bu gürültü arasında metin de bir şeyler söylemiş gazeteci dostlarına... «hepimiz çalıştık. galibiyet hepimizin..» demiş. bizimkiler durur mu? «seni tanımadığını söyleyen kaleci szymkowiak'a bir diyeceğin var mı metin?» demişler... büyük maçın büyük futbolcusu, 3 büyk golün sahibi latife yollu cevap vermiş «tanıştık işte...»
alkışlanan g. saray
aslında metin ve arkadaşları kendi sahalarında oynadıkları kupa maçı için en ideal neticeyi almışlardı. hani, coşkunluk bir tarafai ne kadar sevinseler haklarıydı. daha beş dakika evveline kadar bytom kalesine beşinci golü atabilmek için çırpınan, didinen bu çocukları alkışlamış, teşvik etmiştik... basit görünüşüne, markaja fazla ehemmiyet vermeyen çalışma temposuna rağmen bytom dünkü maçın başladığı ve bittiği anda da galatasaray için tehlikeli rakipti. dün hepimizin «sevgilisi» oluveren galatasaray, kim ne derse desin, bilinmeyen taraflarından tehlikeli işaretleri veren hedefini 4 büyük isabetle sendeletti. fakat, tamamen yıkamadı... galibiyetin bitimindeki sükûnetin ve ölçülü davranışın bizce en büyük sebebi buydu. ilerisi vardu bu maçın. bytom'daki ikinci maç, farklı neticeye rağmen, doğurusu bu ya, tam manasiyle rahatlamamıza, galibiyetin keyfini çıkartmamıza mani oluyordu.
mücadele tribünlerde başladı. saat 15.25 de bytom sahaya çıkacak ve galatasarayın görünüşü, seyirciyi harekete geçirecekti... fenerlisi, beşiktaşlısı, vefalısı, beykozlusu ve başkaları... galatasaray'a moral aşısı yapmak için giriştikleri bayrak yarışından bir anda vazgeçip birleşiverdiler: «re, re, re, ra, ra, ra, galatasaray, galatasaray, cim bom bom»
dk. 1: metin müsabakaya arzuyla girdi. talat'tan adlığı pası bytom ceza sahası dışında ayağına geçirdiği an, şutunu patlattı. szymkowiak atıldı, topun üstüne, kornere çıkardı. bunlar, iki futbolcu için de güzel bir başlangıçtı...
dk. 3: tarık'a solbek faul yaptı. metin attı frikiki. talat ve tarık yetişebilseydiler gol için 20. dakikaya kadar beklemek zorunda kalmayacaktık.
dk. 6: galatasaray sayı arıyor. suat'ın karambolde kaleciden dönen topa yarım vuruşu... ve topun karışıklıkta bytom'lu oyunculardn birinin eline değişi... kasıt olmayan hareketi romen hakem cezalandırmadı tabii...
bytom defans yapıypor. ama bizim alıştığımız tarzda adam adama markaj yaptığı söylenemez... santrfor, sağiç ve sağaçık geriden pas alabilirlerse, akına geçecekler... görünüşü böyle rakip takımın... bir nokta daha: galatasaray'da suat ve mustafa ilan edilen yerlerinde değil. suat sağiçte... mustada da «bytom'un makine adamı» diye tanıtılan soliç liberda'nın üzerinde, sağhaf oynuyor...
şöyle böyle bir çeyrek saat geçti. galatasaray rakibini çözecek şekilde bir zorlama gösteremiyor. metin iyi bizim takımda... hazılıyor ve kendine hazırlananları kullanmaya çalışıyor.
dk. 11: metin sola kaçtı yine. sağ beki geçti, aşırtma bir buruş. szymkowiak geriye doğru kıvrıldı ve hayrettir, bu topu da kurtardı... şimdilik iki tarafta iki mühim adam var: metin ve szymkowiak.. bakalım mücadeleyi hangisi kazanaca?
bir tanışma merasimi ki...
bytom dağınıl oyunu ile galatasarayı durdurmaya gayret ederken oyunun ilk 19 dakikasını geride bırakmıştık. canımız sıkılıyor, endişelenmeye başlıyorduk ki... dk. 20: metin, bir insayd inceliği ile tarık'ın önüne indiriverdi topu. tarık daldı girdi ceza sahasına. onu da solbek wieczarek yere indirdi. romen hakemi gözünü kırpmadı, verdi penaltıyı, metin penaltı noktasına doğru geldi ve avrupanın en iyi kalecisinin sağına taktı topu. böylece, szymkowiak 1956 senesinde bir golünü daha kurtaramadığı metin'le 6 sene sonra mithatpaşa stadında tekrar müşerref oluyordu.
1-0... ama kimse rahatladığını iddia edemezdi. mamafig, galatasaray'da, bazı adamlarının durgunluğuna rağmen, skor için ümit veren taraflar yok değildi. mesela tarık, mesela mustafa, mesela uğur ve tabii ikinci sayıyı kovalayan metin...
galatasaray bastırıp dururken bir tehlike atlattı. turgay 25. dk da 4 rakip oyuncunun arasına balıklama dikilerek, hatırı sayılır bir kurtarış gösterdi. sadece onlarda değil bizde de kaleci var...
27. dk: top patladı. patlar ya... ama, ileri memleketlerde patlayan topun yenisi gelir. zira yedekleri vardır. bekliyoruz. sağa sola koşuşmalar, herkes top arıyor. bir arkadaş arkamızda konuşuyor «inşallah, sirkeciye top almağa adam göndermezler.»
neyse, biraz sonra biçinsiz, ağır gülle misali bir top getirdiler. oyun başladı. meğer, biçimsiz topun uğuru varmış. 29 dakikada galatasaray 2-0 öne geçiyordu. uğur ortaladı, metin kafatla aşırdı. suat, cezasahasının sağ tarafından şutunu çekti. top direğe çarptı, kurtulurken metin'in ayağını buldu. bizim kralın kaleye arkası dönük vaziyette, sola yatarak çıkardığı nefis ve şık sağ yarım vole gole yetti. devre 2-0 bitse diyedüşüyorduk. yazık ki: devre biterken galatasaray defansının bir anlık gafleti, bytom'a beklemediği golü kazandıracaktı. sağiç kafayı vururken, kadri ve talat'ın duruşlaru, hatalıydı, büyük hata...
ikinci devreden ümidimiz yok mu? var. fakar, ne de olsa herkesin neşesi kaçtı. aynı söz tekrarlanıyor: «yenir mi bu pis gol?»
turgay'dan bahsetmiyoruz. ona fazla iş gelmedi vu devre. kötü yok mu? buna karar vermek için zaman erken...
ikinci yarı başlıyor
hafif bir yağmur çişeliyordu. tribünler neşesiz. halbuki, ümidsiz olmak için sebep yok orada. pekala istediğimiz fark olabilir. nitekim 51. dakikada metin'in attığı kornere iyi çıkan suat kafa vuruşuyla tehlike bulutlarını dağıtıverdi. bu golün oluşu gecikse, kimbilir belki de bugün bu kadar rahat olamazdık.
günün incisi
ve sıra günün en güzel golüne geliyordu... üçüncüden iki dakika sonra, bir korner daha seyrediyoruz. top kale önünde süzülüyor, suat pozisyona girmek istiyor. metin hızla, kurşun gibi koşup kafa şutunu bastırıyor. top, ayaktan çıkmış bir vuruşun yaratabileceği süratle bytom ağlarının dibine çakıldı. kaldı: 4-1
ohh!.. şimdi rahat bir nefes alabiliriz. herşey bir tarafa, bytom'un artık sahadaki mücadeleyi bırakmasını bekleyenler de yok değildi...
daha, daha diyorduk... bitmeliydi bu maç.. bu iş burada bitmeliydi...
oyunun sonuna kadar bütün stad sahadaki sevgiliden 5 inci bir gol bekledi. kalecisinden, solaçığına kadar bütün galatasaray bu beşinci sayı için çırpındı, çırpındı... olmadı beşinci gol... biz beşinciyi beklerken, bytom maazallah ikinciyi atıverse? kimbilir, saçımızı, başımızı yolardık herhalde. bereket kadri'ye... sahanın iyi olmayanlarından biri olan bu futbolcu, 74. dakikada boş kaleye girmekte olan topu kafayla önleyiverdi de... bir kere daha «ohh» dedik...
maç bitiyor ve halk «beşş, beşşş» diye bağırıyordu... son dakikaya gelmiştik. metin beşinci golün şutunu patlattı. top gitti, gitti, rakip kalenin üst direğine vurdu, dışarı kaçtı... yazık!..
«bu iş burada bitti» diyordu, seyircinin büyük bir kısmı. hakikat ise şu idi: «bu iş sonuna yaklaştı...» fakat bu henüz «bitmek» sayılmazdı.
4-1. büyük netice. saha avantajı, seyirci şu bu...
ne olursa olsun bügü ne kadar avrupanın en şöhretli takımları dahi kendi sahalarında bu derece parlak bir netice pek az elde etmişlerdir. misali bizden vermeyi daha uygun bularak şunu söylüyoruz. tam beş yıl üst üste şampiyonlar şampiyonu ünvanını kazanan ispanyanın beyaz şimşekler chamartin stadonda beşiktaşı kaç gol farkı ile yenebilmişti? hatırlayacaksınız: 2-0. devrin en büyük takımı real madrid mütevazi sayılabilecek kudretteki beşiktaşı kendi sahasında ve ateşli 125 bin seyirci önünde ancak 2-0 mağlûp edebiliyor...
bu misallere daha pek çoklarını eklemek mümkün. bu sebeple galatasarayın bytom'u 4-1 yenişini alkışlıyoruz. gönül isterdi ki kuvvetli bir ekip hüviyetinde gözükmeyen, kaleci szymkowiak ve soliç liberda'dan başka parmakla gösterilebilecek büyük çapta değerli futbolcusu olmayan polonya şampiyonuna sarı - kırmızılılar daha fazla fark yapsınlar. bu olmadı. otoritesi, seyircisi, taraftarı adeta mithatpaşayı kaçan golleri hesaba latarak farklı galibiyete rağmen teessürle terkettiler. futbolda riyazi hesaplar pek fazla değer taşımaz. favori görülenin ekseriya yenilgiye uğradığına sık sık şahit olunmuştur. bu bakımdan ince hesaplara girenler acaba sarı - kırmızılılar, polonyada aynı netice ile veya daha farklı bir şkilde yenebilir mi diye bir tahmini ileri sürmektedirler. bu bizce zayıf bir ihtimaldir. zira görünen köy kılavuz istemez. galatasarayın biz üçüncü tura giden kapıyı aralıyacağını tahmin etmiştik. sarı ü kırmızılılar kapıyı ardında kadar açtılar. alkışladık, takdir ettik...
polonya'da ne olur? hiç bir şey olmaz. zira olması muhtemel her şey, bir mucizeden başka birşey değildir.
kıymetli, sevgili seyirciler, futbolseverler ve basın arkadaşlarımız, sakın ha bizlere teşekkür etmeye kalkmayınız.
çünkü asıl teşekkür edecek, sizlere minnet hislerimizi gürül gürül dökecek bizleriz. şu bytom maçına kadar maç günü ve maçta bizlere öylesine yardımcı oldunuz ki, eğer sizleri üzseydik kahrolurduk inanın. evet galatasaray da maça memleketi temsil ettiğini bilerek, inararak fedakarlık yarışı yaparak hazırlanmıştı. ama bu yürekten hazırlanış zaten normal milli bir vazifemizdi. turgay, günde beş on kere kaynar sularla, iğnnelerle ayağını iyileştirdi, hazırlandı. diğerleri bizlere iş düşürmeden titizlikle hazırlandılar. metin bütün taksitlerini toptan ödercesine oynadı. ergun maçta kopan adelelerinin acısını haftayımda yapılan uyuşturucu iğnelerle dindirip oynadı. tarık kasığına yediği tekme ile şişen kasığını bastıra bastıra oynadı. diğerleri de her şeylerini verircesine, tükenircesine oynadılar. bütün bunlar bizlere çok iyi davranan sizlere mahçup olmamak içindi. zaten bilirsiniz ki dışarlarda pek galatasaray filan demezler, türkler 4, polonyalılar 1 diyecekler. öyle ise yaşasın galatasaray yerine, fenerbahçelisiyle, beşiktaşlısıyla, beykozlusuyla, befalısıyla, izmirsporlusuyla, altaylısıylai ankaragüçlüsüyle, gençlerbirliklisiyle kısaca herkesiyle yaşasın türkiye.
şimdi şans galatasaray'da, ikinci maçta bütün tahminler sarı - kırmızılıların lehine olacak.
ben bunu bir dezavantaj olarak kabul ediyorum. sonra bytom'un hakiki kudreti dünkü maçla asla tahmin edilemez. bytom, son zamanlarda en kötü oyununu oynamıştır. bunun en büyük sebeplerinden biri, rakibimizi iyi tanımamış olmamızdı. ancak dün galatasaray'ın bütün silahlarını öğrendik. polonya'daki maçın 3-0 bizim lehimize biteceğini tahmin ediyorum. bu tahmin için her ne kadar fazla iyimser olduğum söylenirse de saha, seyirci ve başta belirttiğim gibi favori bir takıma karşı çıkmamız futbolcularımızı kamçılıyacaktır. pazar günü oynayacağı lig maçından sonra galatasaray karşılaşmasına kadar istirahat edeceğimiz de düşünülürse bytom'un ikinci maçta 3-0 galip geleceği şeklindeki tahminimin pek imkansız olmadığı ortaya çıkar.
türk seyircisi, başta da belirttiğim gibi hakiki bytom'u görmemiştir. bytom, kendini polonya'da gösterecektir, ama üzüntümüz, mithatpaşa'da gösterememesi...
tarık'ları, mustafa'ları, ahmet'leri ve diğerlerini bir kalemdesilip atmak, zafer sevincimizideki hisselerini topyekûn inkâr etmek değil bu...
bir tabloda ufacık bir fırça darbesiyle bir köşeye atılmış ve o tabloya cazibesini veren, göze çarpıcı bir renk düşününüz... gri'nin, nefti'nin, yeşil'in, soluk mavi'nin mükemmel kompozisyonu içinde bir damlacık öarpıcı turuncu düşününüz... kaldırınız o turuncuyu, «güzel» gene güzeldir... ama koyunuz o tek rengi yerine daha başka, daha canlı, daha aydınlık bir güzel bulursunuz...
işte dün galatasaray, «metin» ismindeki renkle canlanan, başkalaşan bir tablo gibiydi... metin ise tablodaki bütün diğer renkleri siler gibi görünen, hakikatte ise o renkleri tamamlayan vurucu renkti...
***
galatasaray dört gollü galibiyetini tartışılmaz bir üstünlükle kazandı. ama düşünmek lazım: çalışan bir talat, istekli bir uğur, klasına layık bir suat olsa netice bu kadar mı kalırdı?
gel gelelim diğer taraftan da şunu düşünmek lazım: polonya şampiyonu bu kadar heyecansız, hırssız -hattâ- beceriksiz olabilir mi? acaba alıştıkları gibi çimen bir saha bulsalar bu kadar «hafif» kalırlar mıydı?
***
şimdi sarı - kırmızılılar üç gollük farkı korumak zorundalar. 24 bin kişilik tek ağızdan «cim... bom... bom...» diye bağırmadığı ve rakibin buradaki kadar beceriksiz olmadığı bir maçta...
galatasaray elbette bu takıma üç farklı yenilmeyecektir. fakat gene de rövanş maçı kolay olmayacaktır. gönüller dolusu tebrik ve gönüller dolusu şans galatasaray'a...
burnumuzda galibiyet kokusu, içimizde güven duygusu vardı. öyle yazmıştık dğn. ve öyle gittik maça... maçtan da öyle çıktık.
hangi birine sevineceğimizi şaşırdık adeta... temennimizle birleşen tahminimizin doğru çıktığına mı? türk futbolüne bir basamak daha yüksekte mevki aldıracak galibiyete mi? polonyadaki revanşı kolaylaştıran farklı sonuca mı? futbol dünyasının her köşesinde «şahâne» hükmünü kazancak nefis goller mi?
galatasaray her yönden haketti bu maçı... hatta hak ettiğinden azını bile aldı, demek gerek. pekala beş altı gol bile olabilirdi ve öaçı görenler hiç de «sürpriz» demezdi buna... sarı - kırmızılı onbir böylesine başarılıydı.
isim ayırmadan, belki de sadece «türkiye şampiyonu» diye adlandırarak tebrik etmek, daha isabetli olacak. kendilerine bağlanan ümidi, omuzlarına yüklenen görevi bilerek oynayan galatasaray takımı bu gayretinin mükafatına da ulaştı. futbol aleminde «türk»ten bahsettirebilmek için böyle fırsatlar, sanıldığı kadar çok gelmiyor. işte «şampiyon kulüpler turnuası» bunlardan biri, hem de önemli biri... galatasaraylıları bu öapta bir fırsatı en iyisiyle kullandıkları için övmeliyiz herşeyden önce... tabii polonya'daki revanşta «acı bir rüya» ile uyanmamıza imjan vermeyeceklerini de, gene «ümit» hanesinde kaydediyor ve «zor yolun ilk geçidi» aşıldı, ama yol bitmedi, diyoruz. sağolun çocuklar... «türk şampiyonu» olarak vazifenize iyi başladınız. sonunu da aynı şekilde iyi bitirmenizi bekliyoruz. içimizde gene aynı güvenduygusu ve burnumuzda bu defa «üçüncü tur» kokusu var.
metin'in kendisini tanımadığını söyleyen bytom kalecisine verdiği cevap buydu. ve yeşil sahaların kralı, üç golün kahramanı sanki o değilmiş gibi konuşuyordu: «şu anda söylenecek fazla bir sözüm yok. hükmü seyircilere bırakıyorum. galibiyette benim olduğu kadar bütün takım arkadaşlarımın da hissesi var. inşallah ikinci turu da atlarız ve türk sporseverlerine ve galatasaray'lı taraftarlara layık oluruz. en büyük arzum budur.»
metin, attığı üç golden ikincisini diğerlerinden daha çok beğendiğini söylüyor ve «çünkü çok ani oldu» diyor.
işimiz bitmedi
dünkü zaferin yaratıcılarından antrenör coşkun özarı ise, bir yandan verdiği taktiği harfi harfine tatbik eden futbolcuları öpüyor, bir yandan da gazetecilere laf yetiştiriyordu: «futbolcularımız kendilerine verilen vazifeyi fazlasıyla yaptılar. hem oynadıkları takım oyunu, hem de kondüsyonları ile bu maçı kazanmaları haklarıydı. işimizi birmiş saymıyoruz. şimdi kampa dönüyoruz ve bu akşamdan itibaren polonyadaki maça hazırlanıyoruz. yolun yarısını muvaffakiyetle kapattık. ikinci yarısının da sadece çok çalışmakla kazanılacağına ben ve futbolcularımız inanıyoruz.»
kaptan temkinli konuşuyor
evet, turgay henüz herşeyin bitmiş olduğuna kani değildi. nitekim sözleri de bunu teyid ediyordu: «- çok şükür bu maçı istediğimizden daha da iyi bir netice ile kazandık. fakat bu, tur atladık demek değildir. polonyada dikkatli ve temkinli oynamamız lazım.»
«gol atacağımı biliyordum»
suat'ın ilk sözü bu oldu: «evet, gol atacağımı biliyordum ve baba'ya da bütün arkadaşlara da maçtan evvel söylemiştim. birinci şansımı denediğim zaman talihsizdim ama bunu da metin gole çevirdi. takım halinde hepimiz her şeyden fedakarlık ettik ve yüzümüzün akı ile sahadan galip ayrıldık. inşallah orada da iyi bir netice almağa ve rakibimizi elemeğe çalışacağız.»
galatasaray karşısında beklemedikleri şekilde farklı mağlûbiyet bytom soyunma odasında bi ölüm havası yaratmıştı. bir tarafta solbek wieczorek ve jusqial üzüntülerini göz yaşları ile teselli etmeye çalışırken polonya milli takımının şöhretli kalecisi szymkowiak oturduğu sıranın üzerinde antrenörün yaptığı tenkidleri dinliyordu. takımın gol kralı ve kaptanı liberda aralarında ilk konuşan şahıs oldu: 8 kasım 1962 tarihli milliyetten;
metin: "tanıştığımıza memnun oldum szymkowiak"
cahit üzen
"szymkowiak'la tanıştığımıza memnun oldum."
metin'in kendisini tanımadığını söyleyen bytom kalecisine verdiği cevap buydu. ve yeşil sahaların kralı, üç golün kahramanı sanki o değilmiş gibi konuşuyordu: «şu anda söylenecek fazla bir sözüm yok. hükmü seyircilere bırakıyorum. galibiyette benim olduğu kadar bütün takım arkadaşlarımın da hissesi var. inşallah ikinci turu da atlarız ve türk sporseverlerine ve galatasaray'lı taraftarlara layık oluruz. en büyük arzum budur.»
metin, attığı üç golden ikincisini diğerlerinden daha çok beğendiğini söylüyor ve «çünkü çok ani oldu» diyor.
işimiz bitmedi
dünkü zaferin yaratıcılarından antrenör coşkun özarı ise, bir yandan verdiği taktiği harfi harfine tatbik eden futbolcuları öpüyor, bir yandan da gazetecilere laf yetiştiriyordu: «futbolcularımız kendilerine verilen vazifeyi fazlasıyla yaptılar. hem oynadıkları takım oyunu, hem de kondüsyonları ile bu maçı kazanmaları haklarıydı. işimizi birmiş saymıyoruz. şimdi kampa dönüyoruz ve bu akşamdan itibaren polonyadaki maça hazırlanıyoruz. yolun yarısını muvaffakiyetle kapattık. ikinci yarısının da sadece çok çalışmakla kazanılacağına ben ve futbolcularımız inanıyoruz.»
kaptan temkinli konuşuyor
evet, turgay henüz herşeyin bitmiş olduğuna kani değildi. nitekim sözleri de bunu teyid ediyordu: «- çok şükür bu maçı istediğimizden daha da iyi bir netice ile kazandık. fakat bu, tur atladık demek değildir. polonyada dikkatli ve temkinli oynamamız lazım.»
«gol atacağımı biliyordum»
suat'ın ilk sözü bu oldu: «evet, gol atacağımı biliyordum ve baba'ya da bütün arkadaşlara da maçtan evvel söylemiştim. birinci şansımı denediğim zaman talihsizdim ama bunu da metin gole çevirdi. takım halinde hepimiz her şeyden fedakarlık ettik ve yüzümüzün akı ile sahadan galip ayrıldık. inşallah orada da iyi bir netice almağa ve rakibimizi elemeğe çalışacağız.size dün maçtan sonra konuşurum demiştim. endişelerim doğruymuş. galatasaray büyük takım. metin ve tarık ise yüksek klasda futbolcular. polonyadaki maç için de tahmi yapamıyacağım. büyük konuşmaktan hoşlanmam.»
szymkowiak «metin'i şimdi tanıdım» dedi
milli kaleci szymkowak antrenörün direktiflerini zgün üzgün dinledikten sonra duşa doğru koşarken karşısında yine muhabirimizi buldu. bir gün önceki sözlerini hemen hatırlayan şöhretli kaleci daha sual sormamıza lüzum kalmadan «metin büyük futbolcu, aynı zamanda çok centilmen bir sporcu. bana sağaçığın yaptığı kasdi harekti onun yaptığını zanneden arkadaşlarım adına metin'den özür dilerim. şimdi onu iyi tanıdım.»
antrenör gole itiraz etti
bytom antrenörü skolik galatasarayın attığı ilk golde penaltı olmadığını çünkü faulün ceza sahası dışında vukubulduğunu ifade ederek maçı bu yüzden kaybettiklerini söylemiştir. skolik en beğendiği futbolcular olarak turgay, metin, tarık ve b. ahmet'i göstermiştir.
galatasaray: turgay şeren, candemir berkman, talat özkarslı, ergun ercins, mustafa yürür, suat mamat, uğur köken, tarık kutver, kadri aytaç, ahmet berman, metin oktay
teknik direktörü: gündüz kılıç
polonia bytom: edward szymkowiak, joachim pierzyna, teodor marx, jan dymarczyk, ryszard grzegorczyk, norbert pogrzeba, gerhard lukoszczyk, jozef wieczorek, jerzy jozwiak, jan liberda, henryk kempny