bu, ne zamandır hasretini çektiğimiz futboldu. hatalı müdafaa hesaplarına girmeden, her adamı, her hattı ve nihayet bütünü ile hücum prensibine inanmak...
galibiyet, bu cepheden bakıldığı zaman daha değerleniyor, biraz daha parlaklaşıyor.
millî futbol takımımız, avrupa'da isim sahibi bir futbol firmasını, birkaç yıldızının gayretiyle değil, düzen içinde gelişen, zaman geçtikçe kalitesi yükselen «beraberliğiyle» mağlûp etmiştir.
sevinmemiz icabeden esas başarı budur. varsın, açık farklı bir galibiyet elden kaçmış olsun. rakiplerimize, «türkler, modern futbolu biliyorlar» dedirttik ya. galibiyetiniz, hakikaten tebrike layıktır.
tebrikler... kazanmanız bir yana... dünyada iyi futbol oyayan, köklü bir ekole sahip çekoslovakya milli takımını yenmeniz bir yana... asıl çekinmeden, ürkmeden, kapanmadan, saklanmadan meydanda yayılıp, «işte benim silahım da bunlar» deyip erkekçe mücadele edip galabe geldiğiniz için tebrikler...
bu ileri götürücü cesur zihniyetle oynayıp kaybetseydiniz gene de inanın sizleri tebrik etmeliydik. neydi o daha maçtan evvel sizlere aşağılık duygusu aşılayan çift santrhaf, duvar müdafaa, gepgeri oynıyan iç veya açıklı taktikler... hiç girlenmeden bize hücum eden bir rakibe ağacın arkasına saklanıp, çıkıp çıkıp taş atar gibiydik... çok şükür... türk karakterine adapte edilmiş, cesur, gözü pek, hücumcu bir futbol gördük sahada... artık bu anlayıştan ne olursa olsun uzaklaşmayız inşallah... gelelim oyuna... sahaya ekseriya
1 2-3-4 5-6 10-9 7-8-11
şeklinde yayılan, yani 9, 10, 5, 6 numaralı oyuncularıyla saha ortasında kurdukları dmrtkenle daha ilerideki 7, 8, 11 numaralı oyuncularla kombinezona giren çeklere karşı milli takımımız adamlarını kıskıvrak marke eden iki bek, iki haf ve geri ileri çalışan iki içle kısacası türk imanı katılmış bir (wm) le mücadele etti...
hücumlarda daima beş kişilik tam kadrosuyla gözüken forvetimizi haflarımız da gerektiği şekilde desteklediler...
maçın dörtte üçünde rakipleri üzerinde ezici bir baskı kuran ay-yıldızlılar biraz daha şanslı olsalardı oyunu en aşağı (3-0) veya en kötü netice olarak (3-1) lehimize bitebilirdi...
böyle mükemmel zihniyetli takım oyunlarıyla galip çıkmış bir onbir, daha doğrusu, az oynamasıyla fevkalade müfit olmuş bir onikinci de ilâve edersek, bir onikinin arasında şu iyi oynadı, bu fena oynadı demeye râzı olmuyor gönül...
çekoslovakya milli takımını iki sena evvel prag'da karşımıza çıkan hüviyette ve kudrette görmedik. çökmüş, dağılmış ve lâlettayin takım seviyesine düşmüş. kısaca aradan geçen zaman çek futbola için aleyhte bir faktör olmuştur. buna sebep avrupa çapındaki şöhretlerinin topluca futbolu bırakmış olmasıdır. gençleştirme yolu tutulmuş ve bu yerler istikbal vaadeden gençlerle doldurulmaya çalışılmıştır. fakat, prag'daki ve dünkü maçı gördükten sonra şunu açıkça ifade edebiliriz ki: genç futbolcular meselâ hledik, fraszikriyis ve boraviçka'nın yaptığı vazifeyi görmekten çok uzaktadırlar. hele boraviçka... en az macar milli takım santrforu hidegkuti kadar futbolu bilen bu oyuuncunun yokluğunu hissetmemek kaabil değildir. zira boraviçka takımın nâzımıdır. zira boraviçka takımı sevk ve idare eden bir orkestra şefidir. bunun yerini dünkü maçta pluskal almıştır. ve pek tabii olarak da bir boraviçka olmadığını, daha doğrusu olamıyacağını göstermiştir. orta avrupa sistemi ile oynayan, müdafaada kapanan, hücumda ise bir şemsiye gibi sahaya dağılan çek takımının tekrar edelim, dün yerinde yeller esiyordu. bu sözlerle millî takımımızın kazanmış olduğu bir galebeyi küçümsemek istediğimiz anlaşılmamalıdır. bilâkis ay-yıldızlı formayı prag'da dünkü kadar demiyoruz, fakat dünden çok kuvvetli çekoslovakya karşında çok anormal şartlar altında temsil eden gençlerimiz kendi sahamızda, kendi seyircimiz önünde rakiplerine her bakımdan faikiyet göstermişlerdir. bunu kabul ediyoruz. ve milli takımın son yıllarda en iyi oyunun oynadığını söylüyoruz. dünkü netice tek kelime ile kaçırılan müteaddit gollere rağmen fevkâladedir.
varol: millî takımımızın kalesini ilk defa koruyan varol, dünkü müsabakada, değerini ortaya koymak fırsatını bulamadı. zira, müdafaa elemanlarımı kendisine hemen hemen iş bırakmadılar. ancak, yaptığı bütün müdahalelerde, heyecanını yenmiş, temkinli görünmesi, en ağır vazifeyi dahi başarmağa âmâde bir milli takım kalecisi olduğu kanaatini uyandırdı.
ismail: çabuk, süratli, ve bilhassa çok dikkatli ismail. mânâsını iyice hazmetmiş olduğu bir markaj anlayışıyla, rakibin sol cenahını felce uğrattı. kale önündeki sıkışık vaziyetlerde, yukarıda, saydığım vasıflarıyla yaptığı müdahaleler, doğmak istidadı gösteren pek çok tehlikeyi bertaraf etti.
basri: millî takımımızın emektar ve kıymetli sol beki, dün, gene, fevkalâde oyunlarından birini çıkardı. bitmez tükenmez enerjisi, manevra kaabiliyetinde gösterdiği üstünlük ve sürati ile. çeklerin sağ kanadını dumura uğrattı. kestiği topları, kendi hücum ahengimize sokmakta gösterdiği şuur bilhassa zikre şayandır.
mustafa: milli takımımızın tek asker elemanı mustafa, dün, gene, meydan muharebeleri verir gibi oynadı. bu meydan muharebesinden muzaffer kumandan olarak çıktığını görmekle cidden memnunuz. yakından bildiğimiz anud markajçılığına eklediği şuurlu futbolcu hüviyeti, hem müdafaamızın, hem hücum hatlımızın çok muvaffak bir oyun çıkarmasında birinci derecede amil oldu.
naci: her zaman olduğu gibi müdafaanın gene belkemiği idi; havadan toplara olan hâkimiyeti, oyunu çok iyi takip ederek tam zamanında yaptığı müdahaleler, emniyetli ve temiz vuruşlarıyla birinci sınıf bir futbolcu olduğunu bir kerre daha gösterdi.
ahmet: haf hattımızın sağ tarafında mustafa ne ise, sol tarafında da ahmet o idi. rakibin, daima deplasman yaparak boş saha arayan sekiz numarasına bu imkanı hemen hemen hiç vermedi. boş, sahayı, mustafa ile birlikte, bir an kontrolünden çıkarmayarak takımımızın hemen bütün maç boyunca devam eden baskılı oyununda birinci decerede âmil oldu.
şeref: hücumlarımızın büyük mikyasta ortadan ve soldan yürütülmesi dolayısiyle, bilhassa birinci devrede, çok mühmel kaldı. buna rağmen, aldığı topları kullanmakta kusursuzdu. santrfora geçtikten sonra, kale içinde daima fırsat kovalayan vasfıyla kendini gösterdi ve takımımıza pek kıymetli bir galibiyet kazandıran golü attı.
kadri: kadriyi, dün, her ramanki çalışkan ve şuurlu futbolcu olarak alkışladık. rakibin inkişaf eden hemen her hücumu, karşısında, müdafaa elemanlarımızdan evvel, kadriyi buldu. durdurulan rakip hücumlarında ise, topu kesen elemanlarımız, boş yerlere deplase olmuş bir kadri buldular. bir makina intizamıyla işleyen by zaman içinde, kadri, pasör, şütör, çalımcı, tek kelimeyle, çok faydalı bir adam olarak. üzerine düşen vazifeyi bihakkın başardı.
metin: dünkü milli takımın en talihsiz adamı metindi. oyunun başında yakaladığı müsait bir topa vuramaması, zannederim bu kıymetli genci mânen yıktı. oynadığı müddet zarfında, bütün gayretlerine ve zaman zaman yüksek vasıflarını ortaya koyan güzel hareketlerine rağmen, aradığı golü bir türlü bulamadı. ikinci devrede, ofsayt tereddüdü ile bir an temposunu yavaşlattığı için rakibin müdahalesiyle auta vurduğu toptan sonra maneviyatı büsbütün bozuldu. «değiştirilmeli» diye düşündüğümüz sırada sahayı terkettiğini gördük. metin üzülmesin, daha uzun yıllar, yerinin en lâyık adamı olarak, milli formayı taşıyacaktır.
can: türk futbolunun yetiştirdin en büyük kıymetler arasında ismi muhakkak zikredilecek olan can, dün gene. mükemmel oyunlarından birini çıkardı. kadri sağiç olarak ne ise, can soliç olarak oydu. çalışkan, bilgili, şuurlu, şutör, çalımcı oyunuyla, rakibi bunaltan türk hücumlarının baş adamlarından biri olarak, gene, enfes bir futbol örneği verdi.
lefter: türk futbolunun ve türk milli takımının şahsıyla daima iftihar edeceği lefteri tavsif için, ifade kudretim gibi futbol bilgimi de kifayetsiz buluyorum. bu itibarla dünkü muazzam oyunu hakkında birşey söyliyemiyeceğim. yalnız, kendisinin takım kaptanı hüviyetinden bir ricam var: başta şahsı olmak üzere, bu güzel galibiyeti kazanan bütün takım arkadaşlarını kalben tebrik ettiğimi milli takımımıza duyursun.
suat: şahsında topladığı iyi futbolcu vasıflarını son zamanlarda yeniden göstermeğe başlayan suat, dünkü maçın pek az kısmında oynamasına rağmen, bu ölçüdeki müsabakaların faideli elemanlarından biri olduğunu ispat etti. golle neticelenen pası ve attığı fevkalade kafa ile, bir oyuncudan bütün bir oyun boyunca bekleneni, o yirmi dakikada vermiş oldu.
çekoslovak takımlarından "slavya" bir dizi özel maç yapmak üzere istanbul'a gelir. konuk ekibin oynadığı futbol o kadar çok beğenilir ki, türk futbolcular yıllarca o maçta slavya'lılardan öğrendikleri hareketleri tekrarlar... bu yüzden herkes "çekler futbol hocamızdır" der...
tarih 18 aralık 1958... mithatpaşa stadı'nda rakibimiz, futbol hocamız çekoslovakya. maçtan yaklaşık 2 yıl önce, 25 kasım 1956 tarihinde prag'da eksi 15 derece havada ve buzlu bir sahada çeklere karşı alınan 1-1'lik beraberliğin verdiği moral hala yerini korumakta. çekoslovakların istanbul'a gelmeden önce italya ile deplasmanda berabere kalmasının da etkisiyle federasyon başkanı orhan şeref apak, antrenör remondini ve kaptan lefter maçtan önce temkinli. saat 14.00'te maç başlıyor. türkiye milli takımı ilk dakikadan itibaren ortaya koyduğu futbolla göz dolduruyor. o günlerde -belki bu günler de bile- ortaya koymadığı şekilde rakibinden çekinmeden sürekli ataklar tazeliyor. çekler bu futbol karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlar. 33 yaşındaki lefter o kadar iyi bir futbol koyuyor ki ortaya; nefis çalımlar, ortalar ve şutlar... tribünler türkiye milli takımı'nın sergilediği futboldan ötürü "böyle oynayın yenmeseniz de olur" diyorlar. metin oktay'ın sakatlanması moralleri bozsa da yerine giren suat'ın 77'nci dakikadaki nefis pasını alan şeref sadece dokunuyor ve türkiye galibiyet golünü atıyor.
gündüz kılıç'ın bir gün sonra yazısında belirttiği gibi milli takım "türk imanı katılmış wm" taktiğiyle futbol hocamız çekleri eze eze yeniyor. kahraman bapçum ise "skoruyla değil ama oynanan futboluyla" asla unutulmayacak bir maç yorumunu yapıyor ertesi gün.
maçtan sonra ahmet hakemden önce davranıp maçın topunu kapıyor. bu büyük maçın hatırası olarak topu eve götürmek amacında. saha görevlileri ahmet'e müdahale edecekken federasyon başkanı o. şeref apak, ahmet'in kırılacağını düşünerek idarecilere "yeni bir top alınması" emrini veriyor...
26 bin 587 biletli seyircinin verdiği 347 bin 281 türk lirası da "hasılat rekoru" olarak kayıtlara geçiyor.
son bir not; bu maçtan 11 gün önce oynanan bulgaristan maçının 83'üncü dakikasında kaptan lefter oyundan çıkarılır. o günler için çok büyük bir olaydır bu. "takım kaptansız bitirdi maçı" diye eleştiriler alır teknik yönetim. ama lefter maçtan sonra gazetecilerin bu konu hakkındaki ısrarlı sorularına karşılık, "teknik ekibin kararına saygılıyım. sonuçta elbette üzüldüm ama beni asıl üzen; şaşkınlıktan, yerime giren ahmet kardeşimi öpüp başarılar dilememek oldu. kendisinden özür diliyorum." der ve büyük futbolculuğun sadece sahada olmadığını bir kere daha gözler önüne serer.