tribün dergi sayı 7'de yer alan ezer bihar'ın "tebdil-i mekan ferahlık mıdır?" başlıklı yazısından;
tribünleri bilenler ve tribün dergisi’ni takip edenler, tribünün futbol hayatında ne kadar önemli yer tuttuğunu bilirler. türkiye bazında konuşursak, stadını “cehennem” olarak tanımlayan ve bir tribünü kaplayacak boyutta bayrak açabilen takım taraftarları vardır; stadını “mabet” olarak nitelendirip 3-0’dan 4-3’e maç çeviren ve takımı gerçekte sezon genelinde hiç güzel oynamasa da tek başına şampiyonluğu getiren tribünler vardır; sahaya bir sırt dönüşüyle başkan değiştirebilecek kudrete sahip tribünler vardır; şampiyonluk yakalayabildiği tek dönem olan 70’li senelerde taraftar baskısıyla “rakip takım zamanında burada korner atmaya bile korkardı” dedirten takım vardır; maç yayınının iptal edilmesinden aldığı cesaretle konuk izmir takımını kelimenin gerçek anlamıyla döve döve kendi takımını 1. lige yükselten taraftarlar bile vardır.
benim takımım, bunlardan hiçbirine sahip değil. curva sud, curva nord, ultras, havai fişek gösterileri, dev bayraklar, italyan stili tek kişilik pankartlar, konfetiler, görkemli kalabalıklar, birbirine bağımlı veya birbirinden bağımsız tribün grupları imkansız şeyler gibi gözüküyor. ama takım yine de kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor. bugün baktığımızda dolu tribünlere oynayan birçok anadolu takımını hem puan cetvelinde hem de oyun kalitesi bazında geride bırakıyor. ligin ilk yarısında deplasmanda 1-0 kazandığımız beşiktaş maçından sonra maçın kahramanı alban bushi’nin “dolu tribünlere ve bizi destekleyen bir taraftar kitlesine sahip olsaydık hedeflerimiz daha farklı olurdu” sözü dikkatimden kaçmıyor. o takım orada, destek bekliyor.