türkiye'de sivil toplum ve milliyetçilik kitabında yer alan, tanıl bora'nın "türkiye'de futbol ve milliyetçilik" başlıklı yazısından;
(...)
1990'larda futbol ortamına yapılan milliyetçi yüklemede önemli değişiklik, sadece uluslararası platformun değil, ülke içi futbol maçlarının da milliyetçi tepkilerin rutin dışavurum alanına dönüşmesiydi. 17 şubat 1999'daki türkiye kupası yarı final maçlarından önce seyircilerin abdullah öcalan'ın yakalanması nedeniyle bölücü örgüt ve bölücübaşı aleyhine tezahüratta bulunması, ‘‘şehitler ölmez, vatan bölünmez’’ tezahüratı yapılması ve takımların sahaya türk bayrağı ile çıkması, bunun yakın örneklerinden biridir. daha çarpıcı bir örnek, erzurumspor'un mhp çizgisindeki başkanı cemal polat'ın, bir lig maçında samsunspor'a karşı alınan galibiyeti "vatanı ve milleti için canını vermiş şehit polislerimize" armağan etmesidir!
ülke içindeki maçların milliyetçi kampanyanın platformuna dönüştürülmesi için büyük adımlar, 1990'ların ilk yarısında, pkk'yla askeri çatışmaların tırmanma döneminde atılmıştır. 1992 yılı başlarında -önemli bir pkk saldırısının ardından- trabzonspor'un bir maçında 'yetkililerin' yanısıra ülkücü grupların da teşvikiyle pkk karşıtı tezahürat yapılması, bir başlangıç oldu: maçlardan önce rakip takımdan evvel pkk'ya karşı tezahürat ("aboneyiz abone, pkk'yi s...meye") yıllar süren -hâlâ zaman zaman kendini gösteren- bir alışkanlık halini aldı. 1991/92 kışında, maçlardan önce istiklâl marşı okunması da yerleşikleşti. önceleri yine -'yetkililerin' ve ülkücü grupların teşvikiyle- seyircinin başlattığı istiklâl marşı, 1992'de resmî seremoniye dahil edildi. o zamandan beri, birkaç yüz kişinin izlediği 2., 3. lig maçları dahil, her müsabaka öncesinde hoparlörden istiklâl marşı çalınıyor ve sporcularla seyircilen saygı duruşunda bulunuyorlar.
(bir parantez açalım: futbol ve taraftar ortamının kendi 'rasyonellerinin', doğrudan karşı çıkmasa ya da özünde bunlardan rahatsızlık duymasa da milliyetçi vb. politik araçsallaştırma operasyonlarına -veya bu operasyonların ciddiyetine, aura'sına-bir direnç oluşturabildiğine daha sonra da değineceğiz. ele aldığımız konuda bunun bir örneği, 90'ların ortalarında tribünde azınlık oluşturan takım taraftarlarının rakip taraftarları susturmanın ya da 'gevşetmenin' bir yolu olarak pkk karşıtı tezahürata ya da "türkiye-türkiye" temposuna başvurmalarıdır. bir başka örnek, istiklâl marşı ritüelinin maksatlı olarak 'sulandırılmasıdır': 1998/99 sezonunun sonlarında, takımlarının maçının şampiyonluk mücadelesi yaptıkları rakip takımın maçından daha geç başlamasını sağlamak için (böylece o maçın sonucuna göre gerekiyorsa takımları bir-iki gol daha fazla atacak zaman kazanacaktır) göztepe'nin taraftarları istiklâl marşını üstüste üç kez okumuş, sonra ikinci yarı başlarken tekrar söylemişlerdir! milliyet, 20.5.1999.)
bu milliyetçi "kampanyaların", "operasyonların" yerleşik tribün ortamında, "güruhu"nda yankısını bulmakta kesinlikle zorluk çekmediğini belirtmekle beraber, manipülasyonları, en azından körükleyici aktörlerin varlığını gözardı etmemek gerekir. kendiliğinden milliyetçiliği besleyen, teşvik eden aktörler arasında ilkin devletin "halkla ilişkiler" görevlilerini, istihbarat ve polis birimlerini düşünebiliriz. türkiye'de taraftar derneklerinin etkinliği çok dardır, taraftar kitleleri genellikle özerk iç yapılar oluşturmaktan uzaktır ve etkilenmesi kolaydır. avrupa'da özellikle ırkçılık sorunları vesilesiyle görüldüğü gibi taraftar gruplarının futbolla ve politikayla ilgili konuları tartıştıkları, politik eğilimlerine göre kümelendikleri dergiler, dernekler vb. yapılar da yoktur. (ilgiye değer bir istisna, 1996/97'de yayın yapan, 'dar' anlamda politik olmayan bir tür sol-popüler söylemin hissedilebildiği forza beşiktaş dergisi olmuştur.) bu şartlarda, anonim tribün nüfusu, 'güdülmeye' açıktır. küçük çaplı kamuoyu önderleri ama aynı zamanda çoğunlukla küçük çaplı potansiyel-kriminal unsurlar olarak görülen, bu nedenle çoğu kez polisle içli dışlı ya da polisin nüfuzuna açık olan amigolar, manipülasyona daha da amâdedir. bu gibi doğrudan telkin mekanizmaları dışında, genel politik atmosfer ve birazdan değineceğimiz gibi medya da, resmî kampanyaların tribünlere aktarımında etken olmaktadır.