mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
ikinci lig olaylara sahne oluyor
futbol federasyonu başkanı orhan şeref apak'ın öncülüğünde kurulan ikinci lig'den öncelikle beklenen, türk futbolunun kalkınmasına ve gelişmesine katkı sağlamasıydı. yurt geneline yayılan lig mücadelesinin yeni yıldızların çıkmasına vesile olacağı, bu sayede türk futbolunun kısa zamanda ilerleyeceği varsayılıyordu.
ikinci ve peşinden üçüncü lig'in de başlamasıyla tüm ülkeye yayılan futbolun beklenen hamleyi yapmasının o kadar da kolay olmadığı çok geçmeden ortaya çıkmıştı. ancak yine de heyecan dalgası bir kez anadolu'ya yayılmıştı.
kent kulüpçülüğü, yeni bir toplumsal sınıf olarak serpilen cılız kent burjuvazisinin sığındığı kimliklerden biriydi. kent kulüpleri, kısa bir süre sonra kuruldukları kentin halkı tarafından da bütün ilerleme, zenginleşme, tutunma, "birisi olma" özlemlerinin bir timsali olarak adeta gözü kapalı benimsenmişti. hatta kent kulüpçülüğü giderek bir tür kent şovenizmine dönüşmüştü. birçok bölgede komşu kentler arasında bu kulüpler üzerinden büyük husumetler doğuyordu. siyasal, toplumsal, kimi yerlerde mezhepsel farklılıkların yanı sıra eski dönemlere uzanan rekabetler de futbol ortamında yeni boyutlar kazanıyordu.
tüm farklılıkları kapsayan bir bütünlüğü reddeden, dahil olduğu cemaat ya da yerel değerler üzerinden bir tür milliyetçilik kuran kent şovenizmi anlayışı, rakip takıma da "düşman" gözüyle bakıyordu. bu ortamda, bizzat futboldaki şampiyonluk mücadelesi de kent takınılan arasında husumet tohumları ekebiliyordu. bu husumet, eskişehir ile bursa kentleri arasında olduğu gibi, şiddetli bir gerilime dönüşebilecekti. hatta sivas ile kayseri kentleri örneğinde olduğu gibi, kanlı olaylara sahne olacaka.
kentler arasındaki rekabetin futbol için saiki, özellikle komşular söz konusu olduğunda, birinci lig'e hangi takımın daha önce çıkacağı iddialaşmasına dayanmaktaydı. elbette bu prestij mücadelesinin arka planında üst lige çıkan takımın kente sağlayacağı maddi getirinin de payı vardı. şampiyonluk mücadelesi veren kentlerden önemli sayıda taraftar, rakip kente takımına destek olmaya gidiyordu. bir tür meydana okuma niteliği taşıyan, hatta bir nevi fethe sahne olan bu çıkarmalar, ev sahibi kent halkının "tahrik olarak" tepki göstermesine yol açıyordu.
sözlü sataşmalarla başlayan, sonra rakip kentlilerin birbirlerini birtakım mizansenlerle aşağılaması ve tahrik etmesi ile yükselen gerilim, sonunda şiddete dönüşmekte gecikmiyordu. şiddet, stat içindeki olaylarla sınırlı kalmıyor, kimi zaman sokaklara taşıyor, hatta 1966 yılında eskişehir-bursa karayolunda olduğu gibi tam anlamıyla bir meydan muharebesine dönüşüyordu. husumet, sadece o maçla da sınırlı kalmıyor, giderek iki kent arasında bir tür kan davasına dönüşebiliyordu. öyle ki, aslında o kentle görev sûresi dışında ilgisi olmayan ve kamusal işlevi gereği tarafsızlığını koruması gereken vali, emniyet müdürü gibi üst düzey kamu görevlilerinin, öteki kentin valisini ve emniyet teşkilatım suçlayarak tırmandırmaktan geri kalmadığı bu gerilim, bir kentin plakasını taşıyan araçlaeın diğer kente girememesine bile sebep olabiliyordu. 1966'da bursa ile eskişehir arasındaki şampiyonluk yarışı sırasında yaşanan olaylarla tırmanan gerilim yetmişli hatta seksenli yıllarda bile devam edecek, bu gerilimin tetiklediği başka olaylarla büyüyecekti.
bu yaşananlar aslında, coğrafi konumları dolayısıyla türkiye'nin sanayi, finans ve ticaret merkezleriyle yakın ilişki içindeki iki alt metropol nitelikli kentin bu konumlarını pekiştirerek avantaj elde etme mücadelesinin farklı bir boyutuydu. futbol, yalnızca bu mücadelenin görünür olmasını sağlayan bir araçtı. aynı yıllarda, örneğin karadeniz bölgesi'nde bu tarz bir rekabet söz konusu değildi. hatta karadenizlilik şemsiyesinin alünda toplanma ve diğer bölgelerin takımlarına karşı dayanışma oluşturma eğilimi bile söz konusuydu.
17 eylül 1967 günü kayseri'deki kayserispor-sivasspor maçında çıkan olaylar ise daha vahim bir tabloyu ortaya çıkaracaktı. bu sefer kan dökülecek ve kırk kişi hayatını kaybedecekti.
orta anadolu'nun kalkınma ve çevresel bir alt-merkez olma çabasındaki iki kentinden kayseri, ticari potansiyeliyle sivas'tan daha avantajlı bir konumdaydı. bilhassa dp iktidarında gelişen özel sektör, kayseri'nin büyük sermaye ile bütünleşmesinde bir hamle yapmasını sağlamıştı. sivas ise daha çok kamu kurumlarının yaptığı yatırımlarla ayakta kalmıştı. ekonomisi neredeyse tamamıyla tarıma dayalı olan sivas'ta henüz kayseri ölçeğinde bir burjuvazi nüvesi de oluşmamıştı. öyle ki, altmışlı yıllarda kentteki esnafın ve tüccarın önemli bir kısmını kayserili yatırımcılar oluşturmaktaydı. kısacası, iki kent arasındaki rekabette kayseri belirgin bir şekilde sivas'ın önündeydi.
1966-1967 sezonunda ilk kez karşı karşıya gelen iki takım arasında kent şovenizminin ateşlediği rekabete bağlı olarak bazı olaylar yaşanmış ancak çok fazla büyümeden yatışmıştı. ancak bir sonraki sezonda, 17 eylül 1967 günü kayseri'de oynanan maçta çıkan olaylar bu kez kontrol altına alınamamış ve işin sonu tam anlamıyla felakete varmıştı. maç öncesi kayseri'ye gelen çok sayıda sivaslı kent içinde gövde gösterisi yapmıştı. maç öncesi artan gerilim, deyim yerindeyse patlamaya hazır bir bombaya dönüşmüştü. nitekim, maçın başında kayseri'nin attığı golle sivaslı futbolcuların ofsayt itirazı, hemen tribünlere yansıyacaktı. küfürleşmelerle başlayan olaylar, ardından karşılıklı taşların atılması, sonrasında iki tarafın birbirine girmesiyle faciaya dönüşecekti. kesici aletler ile ateşli silahların da kullanıldığı olaylar sonucunda 38'i sivaslı, ikisi de kayserili olmak üzere toplam kırk kişi hayatını kaybedecekti. sivas'ta da, haber aldıkları olaylara tepki gösteren sivaslılar önce kayserililer'e ait dükkânları yağmalamış, sonra onların evlerine yönelmişlerdi. ancak olabilecekleri tahmin eden kayserililerin daha önceden kenti terk etmiş olmaları sayesinde başka faciaların önüne geçilmişti.
bu korkunç olayın ardından, hükümet tarafından yapılan ilk açıklamada ikinci lig'in iptalinin gündemde olduğu ifade edilmişti. yapılan adli ve idari inceleme sonunda dönemin içişleri bakam, 20 eylül 1967 günü kamuoyuna yaptığı açıklamada, olayların çıkış nedeni için "ortada kasıt yok," demişti. bakanın bu sözleri, 1960 sonrasının ilerleyen siyasal kutuplaşma ortamında etnik, mezhepsel ve siyasal bir provokasyondan duyulan endişeyi yansıtıyor olsa gerekti. dönemin koşullarında, futbol statlarında başlayan bir olayın bu türden siyasal bir boyuta taşınması ihtimal dahilinde görülüyordu. bu kaygıyla, olayların kapatılmasına ve kamuoyunun teskin edilmesine yönelinmişti. nitekim bu denli büyük ve önemli bir olay, gazetelerde ilk birkaç gün geniş yer bulduktan sonra gündemden çıkmış ve unutulmaya terk edilmişti. siyasal endişeler ve devlet refleksi, olayları analiz etmek yerine üstünü örtmeyi tercih etmişti.
futbol federasyonu başkanı orhan şeref apak ise, hürriyet gazetesinde yayımlanan makalesinde ikinci lig'in kurulmasındaki amacın futbolu tüm anadolu'ya yaymak ve herkese sevdirerek geliştirmek olduğunu hatırlatarak bir tür savunma yapıyor; çıkan olayları intikal devresinin atlatılamamış olmasına bağlıyor ve bu sorunun eğitimle halledileceğini belirtiyordu. apak, "olaylar çıkıyor diye ligin iptal edilmesinin ve geriye dönüşün söz konusu olamayacağını da sözlerine ekliyordu.