fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
kaleciler ve iki buçukluklar
saha dışında yedek topun olmadığı zamanlarda maçların vazgeçilmez figürlerinden birisi de top toplayan çocuklardı, hani o kalecilerin ve seyircilerin dilinde "iki buçukluk" diye tabir edilen ve auta giden ya da taca çıkan topları tez elden getirip veren çocuklar... şimdi de top toplayıcı çocuklar var. onlar da saha kenarında sıralanıp oyun alanından çıkan topları topluyor, oyunculara veriyor ancak artık kimse onları iki buçukluk diye çağırmıyor.
eskiden topun dışarı çıkması demek rakip takım baskısı altında bunalan bir kaleci için soluklanma fırsatı demekti. bu sebepten ötürü topun sahaya geri dönüş hızı önem kazanıyordu.
deplasman maçlarında oyundan vakit çalma şansımız pek olmazdı, zira topun auta çıkmasıyla geri dönmesi bir olurdu. ev sahibi olduğumuz zaman top toplayan çocuklar talimatlarımıza harfi harfine uyarlardı. örneğin öne geçtiğimiz maçlarda onlardan ağır hareket etmeleri dışında bir de meşin yuvarlağı yanımıza kadar getirmelerini isterdik. top toplayıcı çocuklar bunu alışkanlık haline getirince bazen rakip oyuncular çaresiz kalıp kale arkasına giden topları kendileri getirmeye başlardı.
şimdi durum çok farklı. sahanın her yanı toptan geçilmediği için önce ellerindeki topu fırlatıp sonra topun peşinde koşturmaya başlıyorlar. yani artık isteseler dahi kimseye yardım etme şansına sahip değiller.
hacettepe takımı 1977-78 sezonunda 3. lig'de mücadele ediyordu. o zamanlar lise öğrencisiydim ve kulübün elinde üç tecrübeli file bekçisi olmasına rağmen kaleyi bana teslim etmişlerdi. ankara cebeci stadyumu'nda oynadığımız karşıyaka maçını berabere bitirdikten sonra ikinci hafta trabzon'un yolunu tuttuk. rakibimiz sebatspor aynı zamanda liderdi. asıl önemlisi maç avni aker'deydi ve bizim maçtan sonra o dönem şampiyonluklara ambargo koymuş trabzonspor'un mücadelesi başlayacaktı. yani hayatımda ilk defa binlerce kişi önünde kendimi gösterme şansı bulacaktım.
trabzon'da otobüsten inip avni aker stadyumu'na çıktığım an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu, çünkü saha rezalet durumdaydı. çamur bileğimize kadar tırmanıyordu neredeyse. oysa oraya ne umutlarla, halı gibi bir sahada oynayacağım beklentisiyle gitmiştim.
sebatspor maça fırtına gibi başlamıştı. ilk yarıda hacettepe'ye top yüzü göstermeden hemen her dakika gol pozisyonuna giriyor ancak bir türlü topu ağlarla buluşturacak son vuruşu yapamıyordu. dakikalar geçtikçe onlar golü bulamadığından ötürü bizim takımın morali artıyor, ev sahibi takım oyuncuları ise daha da hırslanarak baskıyı artırıyordu. maçın 2/3'lük bölümü bittiğinde defanstaki arkadaşlarım iyice bunalmıştı artık, "aman fatih, biz bittik, top auta giderse ağırdan al gözünü seveyim" diye tembihliyorlardı ama ne mümkün!
o gün kale arkasında duran çocuk gibi bir "iki buçukluk" la hayatımda karşılaşmamıştım, maçtan sonra geçen 17 yıl boyunca da karşılaşmadım. rakip santrforun çektiği şut direğin yanından auta gitti diyelim, ben alık bir şekilde "tamam, geçti yarım dakika daha" diye sevinedururken bir bakıyorum top o iki buçukluk tarafından anında sahaya geri yollanıyor... keratanın üstü başı benim kadar çamurlu olduğuna göre topları uçarak yakalıyor olmalıydı. bir tane dahi top sektirmeden, yaklaşık yarım saat boyunca "vakit geçirmek yok kaleci!" diye seslenmeyi de ihmal etmeden maçı beraberce tamamladık.
kale arkasında bekleyen top toplayıcı çocuğun gösterdiği azmin benzerine bir kez de tv ekranında şahit oldum. üç dakikada üç gol atarak beşiktaş'ı eleyen stegal roşu'lu iki buçukluk da yaptığı tek hareketle hafızalara kazınmayı hak etmişti.
beşiktaş ilk maçı 2-0 kazanmanın avantajıyla romanya deplasmanına gitmişti. maçın 80. dakikasına gelindiğinde tura yakın olan taraf yine siyah-beyazlı ekipti. ama 82. dakikada her şey altüst oldu. beşiktaş defansının biraz soluklanma adına ileri doğru vurduğu top rumen liberonun arkasından taca çıkıyordu ki, küçücük bir iki buçukluk sahanın 5-6 metre kadar içine girerek liberosuna topu ayağıyla iade etti. libero şaşkınlıkla ona el kol hareketi yaparken, maçın hakemi böyle bir enstantaneye daha önce rastlamamanın şaşkınlığıyla hakem atışı yapacağına oyunu devam ettirdi.
sonra 88, 89 ve 90. dakikalarda gelen üç golle beşiktaş avrupa'nın dışına itildi ama aradan geçen 36 yıla rağmen burada asıl unutulmaz olan tabii ki o minicik çocuğun takımı birkaç saniye kaybetmesin diye sahanın içine dalarak yaptığı müdahaleydi.