fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
enke, depresyon, intihar
hayat her yönüyle ilginç bir süreç, hatta hepimizi kendisi hakkında farklı beklentilere sürükleyecek kadar ilginç. belli bir yüzey üzerinde yol almak, inişleri ve çıkışları olan hisler içindeki insanoğlu için bazen dayanılmaz oluyor ve her şeyin anlamı aniden kaybolabiliyor. enke hakkında yazdığım satırların henüz mürekkebi kuramamışken ( http://www.macanilari.com...id=200320040109&aid=91297) almanya'daki bir dosttan aldım onun intihar haberini... evet, galiba sözün bittiği yer burası oluyor.
enke karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda açıyı iyi kapatıp topa doğru kendisini iyi atardı; belli ki, bu kez karşısındaki tren olunca da bir şey değişmemiş. kendisini raylara atacak zamanlamayı iyi yapmış yine, lakin bu kez makinist azrailmiş ve plonjon topu kurtarmak için değil son golü yemek içinmiş. ruhu huzur bulsun.
talihsiz olayın hemen ardından eşinin gözyaşlan içinde yaptığı bazı açıklamalar bize bu kaçınılmaz sonun uzun zamandan beri geliyorum diye bas bas bağırdığını anlatıyor ama gerek doktoru olsun gerekse de hanımı "temenniyle gerçeğin arasında ki ince çizgiyi" ne yazık ki, ayırt edememiş. psikolojik sorunları olan bir kaleci düşünün, kaybettiği biricik evladının yasını henüz üzerinden atamamışken bir çocuğu evlatlık olarak alıyor ve bu kez yeniden "ya onu da kaybedersem?" korkusuyla yaşamaya başlıyor. bu patolojik problemlerin çok dar bir çerçeve içerisinde halledilmesi çok zor ne yazık ki...
belli ki o noktada enke'nin yine kalecilik damarı tutmuş! bilindiği üzere kaleciler maç içinde önemli bir hata yaparlarsa eğer, kalan zamanda o hatayı unutturmak adına tuhaf, anlaşılmaz işler yapmaya kalkışırlar. genellikle de ne hatayı unutturabilirler ne de yeni hataların önünü alabilirler. oysa o makus olaya takılıp kalmamayı bir başarabilseler ve kendilerini kaybetmeseler; ah hiç değilse yeni hata yapma ihtimalleri ortadan kalkacak ama ne mümkün!
birçok aydınlanmamış soru var enke'nin ölümüyle ilgili, benim için biri var ki, diğerlerine nazaran daha çok kurcalıyor kafamı. joachim low, hastalığı dolayısıyla iki aydır formasına hasret kalan bir kaleciyi, onu oynatmayacak dahi olsa milli takım kampına davet ederek taltif etseydi acaba enke yine intihan düşünür müydü? cevabı ne yazık ki, öğrenemeyeceğiz.
sporcular arasında özgüven eksikliği demir eksikliğinden daha trajik sonuçlar doğurur. güven duygusuna en çok ihtiyaç duyanların başında da kaleciler gelir. onlar bu durumu belli etmemek için özel bir çaba sarf ederler ve dışarıdan duyarsız, gamsız, kedersiz gibi isnatlar işitirler. çünkü küçük yaşlarından itibaren "ser verip sır vermemeleri, her koşulda ketum görünmeleri" telkin edilmiştir onlara. yetenekli bir kaleciden, sakat olmadığı ve iyi çalıştığı halde bile istenen randıman alınamıyorsa bilin ki, bunun sebebi güven eksikliğidir, evet kendine güvenemediği için başkalarının ona duyduğu güvensizlik de böylece pekişir ve kaleci için katlanılmaz bir hal alabilir. gülen bir yüz, iki tatlı muhabbet, azıcık iltifat ve müsamaha dolu bir jest inanın bir kaleci için nelere kadirdir ama nedense esirgenir.
enke'nin intiharının arka planında sadece barcelona talihsizliği yoktur, çocuğunun ölümü, onun ardından evlatlık edindiği çocuğu yitirme korkusu, yakasına yapışan hastalık, alman milli takımı'nda oynamasının tehlikeye girişi gibi dertler aysbergin görünen kısmında yer alır ama biz o buz kütlesinin gözükmeyen kısımlarında da nelerin gizlendiğini bilmek isteriz. acımaşız bir çark halini alan futbol endüstrisinin bu elim olaydaki suçluluk yüzdesi kaçtır mesela? randıman sürekliliği isteyen unsurların, acımasızca performansa odaklanan hocaların, bazen insana nefes alacak bir an bile bırakmayan rekabet ateşinin, kazanmaya; sürekli kazanmaya koşullandıran zihniyetin bu intihar vakasında hiç mi suçu yoktur?
uluslararası spor kamuoyu ünlü kalecinin 2003 yılından beri tedavi gördüğünü, barcelona'da forma şansı bulamadığı dönemlerde çeşitli endişeler edindiğini ve başarısızlık korkusunun artarak patolojik bir durum arz ettiğini ancak onu kaybettikten sonra öğrenebildi maalesef.
günümüzün en iyi kalecisi buffon'un söylediklerine kulak verelim isterseniz: "benim de çok kötü zamanlar geçirdiğim oldu. öyle anlarda kontrolünüzü ve nişlerinizi kaybediyorsunuz. yardım istemekten korkmamalı ve sizi seven insanlar arasında olmalısınız."
inter'den alacağı milyonlarca euroyu elinin tersiyle iterek kaçarcasına ülkesine dönen ve arkadaşlarının şefkatine sığınan brezilyalı santrfor adriano da bu konuda buffon'dan farklı şeyler söylemiyor: "bana da aynı şey olmuştu. babamı kaybettikten sonra sürekli alkol almaya başladım çünkü çok içtiğim zamanlar problemlerimi unutuyordum. sahip olduğum bütün sorumlulukları unutmuştum neredeyse, sonum enke gibi olabilirdi."
bir insanın başına gelebilecek en korkunç şeylerden birisidir çocuğunu kaybetmesi. kaynağından oluk oluk akan bir üzüntü içinde boğulur gibi olursunuz. enke de tek evladını kaybettiği günden intiharına kadar geçen süre içinde kızının mezarını sürekli ziyaret edip durmuş; yani kendisine o kesif acıyı bir nebze olsun hafifletecek şans tanımamış hiç. istatistikler dünya genelinde her üç saniyede bir intihar girişimi yaşandığını ve kırk saniye arayla da bir insanın kendini öldürmeyi başardığını söylüyor. yeryüzünde intihar eğilimlerinin arttığı gözlenirken ağır baskı altında kalan sporculann, bilhassa da file bekçiliği gibi oyun içinde aşın sorumluluk yüklenen futbolcuların bu gerçeklikten etkilenmemesi işten bile değil.
enke'nin kimi açıkta, kimi karanlıkta olan sorunları olduğu aşikâr. biz sadece bu sorunların onun içinde yaşadığı fırtınalarla birleşince ne kadar ağırlaştığı hakkında bir tahmin yürütebiliyoruz, sorunların bu denli ağır olabileceğim öngöremeyen genç bir insan, çevresinden de yeterli desteği göremeyince olsa olsa her şeyi içine atar ve ölüme koşar diye düşünüyoruz.
onu tasvip etmesek bile bu talihsiz ve yanlış yola her an benzeri yeni isimlerin sapabileceği gerçeği asla unutulmamalı bence. özellikle de sporcuların yakın çevresi gözlerim dört açmalı. evet, enke olayı kesinlikle gösterdi ki belirli safhalar geçildikten sonra istediğiniz kadar çırpının, yardımcı olmak için ne yaparsanız yapın nafile; muhatabınıza ulaşamıyorsunuz!