halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
aslında bolu'da bir kazaya daha uğruyordum. bir başka biçim kaza...
maçı anlatırken, spiker kulübesinin kapısı açıldı. bir elimle kapıyı örtmeye çalışıyordum öbür elimle girmek isteyen gence işaret ediyorum. "aman çıkın" gibilerden bir işaret.. tabii konuşmamı da kesmeden sürdürüyorum mikrofonda.. gözlerim bir sahada, bir kabine girmeye çalışan gençte... uzandı bana doğru "sağol halit ağabey" dedi, "yaşşa.. ağzına sağlık.. ne güzel anlatıyorsun."
başımla teşekkür ediyorum. maç yayınıyla ilgili sözler dışında bir şey söyleyecek halde değilim ki... sait çelebi usta olsa, "bakın şimdi kapıdan bir genç girdi... ooo hoş geldiniz, safalar getirdiniz," der, rahat rahat kurtarırdı durumu... ama benim için böyle bir şans yok... dakat genç oralı değil... başımla teşekküre razı olmadı, daha sokulmak istiyor. yanımdaki teknisyen arkadaş da, her an kontrol altında tutmak zorunda olduğu aygıtları bırakıp kalkamıyor. içeri zorla giren genç birden önümüzdeki mikrofona hamle yaptı. ve başladı bağırmaya: "anlat be halit ağabey, anlat! şu.. hakemi de anlat. şu..." derken, iki elimle mikrofona kapandım. örttüm üstünü... kendim de kapandım mikrofona... varsın yayın aksasın, sözler kesilsin. fakat o gencin sözleri de duyulmasın.
çünkü veryansın ediyor, tüm hakemlere kızgınlığını o gün bizim masum mikrofonu alet ederek bütün memlekete duyurmaya çalışıyor. beni o durumda gören teknisyen arkadaşım da kontrol ettiği düğmeleri filan bırakıp fırladı. genci kolundan tuttuğu gibi çıkardı kabinden...
bir gün o genç bu satırları okursa, herhalde şimdi epey yaslanmış olacağı için, "ne yapalım, cahillikten yapmışız. gençtik o zaman." der sanırım.