halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
gerçekten o rüzgâr biraz daha hızlansa... ya da etrafımda kimse olmasa, beni tribünden alıp rahatça uçururdu o rüzgâr... topu ileri atıyordu bir futbolcu... top havaya çıkıyor ve rüzgârın etkisiyle yine o oyuncunun önüne düşüyordu. serbest irlanda'nın başkenti dublin'deydik. avrupa uluslar kupası için serbest irlanda ile oynuyorduk.
irlandalılar ne de olsa ingiliz liginin profesyonelleri... futbolu bizden iyi bildikleri, bizden iyi oynadıkları gerçek. öte yandan moskova zaferimizin üzerinden ancak bir ay geçmiş. oradaki sonucun bir rastlandı olmadığını göstermemiz gerek. deplasmandır, evsahibi avantajlıdır. yenilebiliriz de. fakat onurumuzla yenilmek lazım. oynayarak kaybetmek bir şey değil. uzun sözün kısası, "türkler bu muymuş?" dedirtmeyelim çabası içindeyiz.
korktuğumuza uğramadık. yenilmesine yenildik. fakat oynayarak... ezilmeden sadece evsahipligi avantajına boyun eğerek. irlanda gazeteleri ertesi gün "bu takımı 2-1 yenmek, başarı" diye yazdılar. bbc'nin futbol uzmanı haftalık yorumunda "türkiye centilmen bir takım, klas futbolcuları var" dedi. ve ekledi. "dublin'deki oyunlarını gördükten sonra, sovyetleri moskova'da 2-0 yenmelerinin rastlantı olmadığını anladık." dublin'de moskova tertibimizle çıkmıştık. kaptanımız şerefti. danimarkalı hakem sorensen'in yönettiği maçta, perde şanssız bir golle açılmıştı. bizler "gol elle atıldı" diye ne kadar söyledikçe de taraftarlık sanıldı. kaleci ali ise, günlerce "inanın elle attılar. karambolda topu elle içeri soktular" dedi durdu. danimarkalı hakem görememişti pozisyonu. oysa maçın üçte ikilik bölümünde iyi dayanmıştık. hele ikinci yarıda iyice aleyhimize esen, o sert rüzgâra karşın 60. dakikada bir serbest atışın getirdiği top, kalemiz önündeki karambolde ağlara giderken, çoğumuz topa son hamlenin elle yapıldığı görüşündeydik. o golün moral sarsıntısı, çok geçmeden bir ikincisini getirdi. sonra toparlandık ama zaman yoktu. ogün'ün attığı gol, şeref sayımız olarak kaldı. takımımız pekâlâ iyi oynamıştı. bbc'nin dublin temsilcisi mr. green, "şaşırdım" demişti. "türk futbolunu tanımıyormuşum, mükemmel oynadınız. kaleciniz çok iyi idi. birkaç klas futbolcunuz da dikkatimi çekti. unutmayın kî, bizim takım çıkardığımız en güçlü onbirdi."
dublin dönüşü londra'da dünya güzellik yarışması'nı izledim. adnan tahir ustamız vardı orada. bir de foto hüseyin kırcal, ingilizlerle, ingilizce konuşmadan her derdini anlatan, her dediğini, de yaptıran hüseyin kırcalı'nın bir gün dünya çapında bir fotoğraf yıldızı olacağını, daha londra da anlamıştım. kırcallı ile güzellik yarışması'nı izlerken ilginç anılarımız oldu. fakat benim için en ilginci kırcalı'nın çektiği fotoğrafları uçağa yetiştirmek için taksiyle havaalanına giderken, bindiğim taksinin bir yaya geçidinde ansızın durması ve o hızla benim, şoförle yolcu arasındaki kalın cama toslamamdı. kafam şişmiş, polisler hastneye kaldırmıştı. şükür bir şeyim yoktu. ilginçlerin ilginci ise, hastanede ingiliz doktorun "24 saat sonra beyin sarsıntısı, iç kanama gibi bir nedenle ölmezseniz, gelip buradaki raporu imzalayın" demesiydi. ölmedim, gidip imzaladım, ertesi gün raporu. hüseyin kırcalı ise, bu sırada benim fotoğrafımı çekmekle meşguldü. "tarihi belge olur" diye çektiğini söylüyordu resmimi.