* zürich şehrinde spor çevreleri anlaşılmaz bir sükunet içinde. sanki iki gün sonra bu şehrin futbol takımı önemli bir maça değil, hafif bir lig maçına çıkacak. acaba, diyor insan bunlar şampiyon kulüpler turnuvasını hiç mi önemsemiyorlar? bir futbol takımı için elbet de ilk iş memleketinde şampiyon olmaktır. olmuşlar işte... şu halde bu turnuvada da iyi bir derece için ümitlenmek hakları değil mi?
* biraz içlerine girip ruh hallerini anlamağa çalışınca mesele hemen anlaşılıyor. aslında önem vermedikleri turnuva değil bizim galatasaray. oysa galatasarayı geçen yıl milano'da bile böyle önemsiz görmemişlerdi.
* bu derecede kendine güvenlerinin sebebi ne olsa gerek, diye düşününce takımın bu yıl da isviçre liginde lider durumunda oluşu akla geliyor. hakikaten hem lig de bale cheux-de fonds, young boys gibi takımların üstünde lider durumundalar hem de son aylarda sadece iki defa yenilmişler: biri lig maçında basel'e karşı 2-1, diğeri bu turnuvada irlandanın dundaik takımına 2-1...
* rakiplerimizin bu yukarıdan bakışlarına bizim çocuklar şaşırdılar desem yeridir. o kadar ki, kızmak, sinirlenmek söyle dursun, «bunlar deli mi ne?» diye düşünmeğe başladılar. maç kazanmak başka, bir maçı kazanacağından bu kadar emin olmak başka şeydir.
* hareketimizden önce istanbul'a gelen haberlerde zürich takımının rappan'ın sürgü sistemi reddettiği, kapalı bir defans takımı olarak değil, açık bir oyunu seven takım olarak tanındıkları bildiriliyordu. halbuki buraya gelince öğrendik ki, rappan, zürich'in iki defansını isviçre milli takımında «sürgü»nün kilitleri olarak kullanıyormuş: leimgruber ve brodmann.
* paris'te parc de prince'de oynanan isviçre - fransa maçını televizyonda seyrederken bu iki defans adamından lemgruber'i ve zürich'in forvetteki ası meyer'i doya doya seyrettik. milli takımda brodmann yoktu. zürich'in golcüsü alman asıllı stürmer de yoktu tabii...
* parc de prince bir «göl -saha» idi. ve isviçreliler ev sahibi fransızları sadece fizik üstünlükleri ile adeta çökerttiler. televizyonda seyredilen bu maç bugünkü isviçre futbolu hakkında bize oldukça iyi bir fikir verdi. ve, neden açık konuşmamalı, çocuklar bu kaya gibi adamları görünce kolay bir maç olmayacağına karar verdiler, bizim maçın.
* meyer çabukluğu, mücadeciliği, fırsat buldukça orta sahaya yıldırım gibi kayışları ile ele avuca sığmaz bir forvet... defansın temel direği olan leimgruber ise sert sağlam ve iyi bir kesici. zürich takımının -milli takımda yedek olan- diğer defans adamı brodmann'le birlikte gerilerde oldukça büyük bir koz olsalar gerek. leimgruber ve brodmann'ın birbirlerine çok benzedikleri, hattâ çabuk hareket edememek bakımından kusurlarının bile benzediği söyleniyor. bir defa geçildiler mi donüp yeniden kademelenmek gücü pek azmış ikisinin de... brodmann'ın isviçre'de topa en iyi vuran adam olarak tanındığını da ilâve etmeliyiz.
* bizim çocuklar isviçre -fransa maçında takımın en iyisi olarak iki zürich'liyi seçtiler. hele meyer için söz birliği etmiş gibiydiler. 21 yaşındaki bu civa gibi adamın defansımızın başına bela olacağı şimdiden söylenebilir.
* isviçrelilerin parc de prince'deki göl sahadaki başarıları, buradaki yağmurlu havaya bakılırla zürich için de bir fana olacak.
* böylece işin nerelinden bakılırsa bakılsın bu maç bizim çocuklar için oldukça zor olacak. ama, elbette onların bizi bu kadar hafif görmeleri de sonradan pişman olmamalarını garanti altına alamaz.
* biraz da g. saray'dan bahsedelim. kafile. «zürich anlaşması»nın imzalandığı dolder otelinde kalıyor. isviçre'deki ismi «kralların oteli...». otelin şaşasından çocuklar alıştığımız şakalara veda ettiler.
* yenal ile zürich antrenörü maurer ahbap çıktılar.. iki eski futbolcu 1930 senesinin karlı bir gününde karşı karşıya oynamışlar. yenal lozan'ın, maurer ise servet takımının kalecisiymiş. yenal rakip takımın hocasına «karlı bir gündü. zor maçtı, fakat neticeyi hatırlayamıyorum.» dedi. ikisi de müşterek bir hatıra yakalamış olmaktan memnundu...
* gündüz kılıç'a, italyan'lardan sonra, isviçreli gazeteciler de «diplomat» adını taktılar. kılıç, basın mensuplarının idman sırasındaki suallerine öylesine kurnazca cevaplar verdi ki, diplomatların ancak becerebileceği işti...