tanıl bora'nın takımdan ayrı düz koşu kitabında yer alan "nasıl gençlerli oldum" yazısından;
"o saltanatlı yılın ardından, takımın sıradanlaştığı sezonlar geldi. oligarşik bir takımla oynadığımızda, hele hele fenerbahçe çıkageldiğinde takım yine azıyor, bir şahsiyet gösteriyordu. ama sair maçlar çok defa kasavet yüklüydü. geleneksel bir "küçük takım" avuncuyla teselli buluyorduk: bütün büyük takımlarda, bizim yetiştirip sattığımız oyuncular vardı: kemalettin, ergün, sonra tarık, mosheou, sonra rahim, ali eren... bu avunç ve övünce dünyanın bütün takımlarından daha fazla bizim hakkımız vardı hakikaten: çok iyi oyuncu keşfediyor, yetiştiriyor, iyi paralarla iddialı takımlara satıyorduk. çok iyi oyuncu satıyorduk! iddiamız buydu. karşılığında? kulübün kasası doluydu, tesisler yükseliyordu. onun dışında, ne uzayıp ne kısalmaya azmetmiş gibiydik.
taraftarı kemale erdiren, trajedilerdir. şampiyonluklarda, zaferlerde, galibiyetlerde taraftarlığın nimeti vardır. külfet: mağlubiyetler, rezaletler, küme düşme endişesi, belki bunlardan da kötüsü ne uzayıp ne kısalmanın ehemmiyetsizliği, manâsızlığıdır. ufunetini takımın ve hayatın ve eş-dostun üstüne boca etmeden bunlarla başetmeyi öğrenmek, hiçbir iddiası olmayan maçlara duygusal yatırımlar yapabilmek, olgunlaştırıcıdır. ruhu terbiye eder.
umut içinde bir oyuncunun yetişmesini, hayal kırıklığı içinde yetenekli bir oyuncunun vasatlaşmasını, sinir içinde bir kifayetsizin yıllarca kadroda tutuluşunu izleye izleye kâmil taraftar olursunuz. 1997-98 arasındaki o sefil sezonlar, müthiş olgunlaştırıcıydı. 1980'lerin sonundan 1990'ların başına uzanan süreçte de aynı sıkıntı vardı gerçi - ama 1997-98'de acı çok daha büyüktü: çünkü şimdi yarım değil tam taraftardım, çünkü artık cefayı bir küçük cemaatle paylaşıyor, içimizi ince ince kıyıyorduk... çünkü artık bu takımın "başka bir şey" olma potansiyeli vardı ve bu potansiyeli gerçekleştiremeyip 10 yıl öncesinin ehemmiyetsizliğine rücu etmesi trajedinin ta kendisiydi.
bu kasavetli sezonlarda, sahada kendimizi hemdert hissettiğimiz -hissetmek istediğimiz- bir oyuncu vardı: erkan sözeri. takıma abilik yapan bir emektar daha vardı, kaptan metin diyadin - fakat erkan'ın yeri başka. onun ciddiyetine, oyun aklına, futbolunu yıldan yıla geliştirmesine kurban oluyorduk. takımın şahsiyetini, oyun iştahını, direncini, "başka türlü bir şey olma" potansiyelini temsil ediyordu gözümüzde. trabzonspor'u avni aker'de 5-4 yendiğimiz rüya maçtan dönüşte onunla yediğimiz öğle yemeği, güzel bir hatıramızdır.
1998/99'daki müthiş çıkışımızın (ali sami yen'deki 2-0'ın krallığı bir ay sürdü, bir ay!) arkasından gelen zelilâne pörsüme; 1999/2000'deki serseme çevirip hislerimizi öldüren grafik (çıkış-iniş-çıkış-galatasaray karşısında 6-0'lık hezimet-tekrar çıkış-5.'lik), ulaştığımız olgunluğu pekiştirdi. "yeni binyılda" kulüp tesisleşme hamlesini bitirip "iddialı olma", şampiyonluk hedefleme aşamasına geldiğini ilan etti ama bunun gereklerinden henüz uzağız.
ne olur? pekâlâ yukarılara tutunabiliriz orta vâdede. ehemmiyetsizleşmeyi çok daha trajik bir şekilde de yaşayabiliriz. hepsi olabilir. takımımdan herşeyi bekliyorum ve hep orada olacağım.
1998 senesinin kuru-soğuk bir kış günü, tribündeki grupçuğumuzun çekirdeğine 1997'de katılmış bulunan bir kıymetli arkadaşımın vasıtasıyla, kıdemli genel kaptan zeki ünaldı'nın şaşmaz oto sanayiideki mekânına gittim ve gençlerbirliği'ne üye yazıldım. 2999 numaralı kulüp üyesiyim. beş arkadaşım daha kulübe üye oldular; ikisine aracılık ederek, tebliğ yapma vazifemi yerine getirmenin huzurunu yaşadım.
memleketimiz tribünlerinin yıllardır unutmadığı bir sempatik slogan var: "sen şampiyon olmasan da... kupaları almasan da... seviyoruz işte... var mı diyeceğin!" ne yazık ki pek az zaman can-ı gönülden söylenen bu slogan, sanki bizim nâdan kulübümüz için yaratılmış gibi. evet, taraftarlık karşılıksız, akıldışı, bazen saçma bir bağlılık, bir tutkudur. fakat bunca karşılıksız, bunca akıldışı, bunca tenha olanını zor bulursunuz! gençlerbirliği size bir cazibe sunmaz, çığırtkanlık yapmaz - emekle seveceksiniz. bu küçük mezhebe dahil olduktan sonra gelen, asla bir mazhoizmle açıklanamayacak o neşeyi, o heyecanı bilemezsiniz! gençlerbirlikli olmak hakikaten de bir ayrıcalıktır! sen-ben-bizimoğlanlık tribünümüzün bu sene denediği, takımımızın az sayıdaki özgün tezahüratının çoğu gibi naif bir slogan var: "yaşama sevincim gençlerbirliğim..." aynen öyle işte!"