türk - yunan ilişkileri doğduğumdan beri spor yaşamım dahil kendine özgü ilginç bir kıskanç rekabet ivmesi geliştirdi. hiçbir zaman iki ülke tavırlarını hoş görülü objektif bir karşılaştırma ile yorumlayamadı. büyükbabam 1914 - 1918 savaşı sonrası istanbul'un işgalinde beyoğlu'nda yunan kökenli dükkancıların nasıl yerlere kadar bayraklarını astıklarını, elinizle yol açmak için yaptığınız hareketlerin bile "bayrağa hakaret" tepkisi gördüğünü anlatır, bize de "sakın ha mavi - beyaz çizgili gömlek giymeyin" derdi.
ben aynı şekilde 1970'lerde gümülcine'den geçerken 10 - 12 yaşında top oynayan çocuklarla sohbet ettiğimde nasıl galatasaray'ı, fenerbahçe'yi, beşiktaş'ı merak ettiklerini, hiç seyretmediklerini, neden bu kadar yakınken takımların sık sık gelmediklerini sordular. her biri de bu görmedikleri takımların formaları ile koşuyor, yanı sıra yunan liglerini de taraf tutarak kovalıyorlardı. tıpkı istanbul'daki rumlar gibi. galatasaray bir kez nasılsa selanik'te benim de katıldığım üç veya dört maç oynadı. 1955 - 60'lı yıllardı. bastırılmış bir özlem patlaması yaşadık. sonuç mühim değil. yenilmedik ama, çok tekme yedik. son maçta oynadığımız top "herhalde yarım porsiyondu."
ama bu maçların en ilginci 24 nisan 1948'de atina'da milli maçta gerçekleşti. 1937'den beri 11 yıl yunanlılar'la oynamamıştık. lefter o gün öyle bir futbol sergiledi ki... bir gol attı, şükrü ve k.fikret'e de "al at" der gibi iki golün pasını verdi. bu başarısının altında yunan milli sağbeki moratis'in beceriksizce yediği çalımlar yatıyordu. lefter ayrıca kaleci lavinyas'ı da çalımladı. nitekim moratis öyle dağıldı ki, golden sonra lefter'i santraya kadar dövmek için kovaladı. olay orada bitmedi. meşhur atina'ya hakim akropolis mabetinden bir yunanlı, yenilgiye dayanamayıp atlayarak intihar etti.