tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "baba beni de maça götürsene" başlıklı yazısından;
maça çocuk götürmek bir büyük sevap, tribün folkloründe çocuk bir neşe kaynağı, çocuk için maç bir sirktir. yeni sezonda tribünlerde çocuk olabilecek mi?
yakın yıllardan, çocuklu maç manzaraları var belleğimden çıkmayan... 2001-02 sezonu, avni aker: beşiktaş 5. golü attığında yakılıp yıkılmaya başlayan tribünlerin ortasında, dehşet içinde onu kaçıracağı yer arayan babasının göğsüne bastırdığı çocuk... 2003 ağustos'unda, ankara tsyd finalinde ankaragücü tribünlerinden atılan taşla alnı yarılmış, polislerin karga tulumba ambulansa koşturduğu oğlancık... 2004-05 sezonu, inönü stadı'nda, bir arbadenin ortasında kalmış, babasının kucağında ağlayan çocukcağız... 2005 ilkbaharında, diyarbakır'da fenerbahçe tribünlerine yapılan mancınık saldırısından sahanın ortasına sığınan seyirciler arasında, babasının kollarında ağlayan kızcağız...
futbol ortamımızdaki sevimsizliğin, vandalizmin en hazin manzarılarıdır bunlar. höykürür ve tepişirken, 'arada' çocukların da olduğunu, onların başına bir şey gelebileceğini, onların çok çok korkabileceğini, onların ağlayabileceğini umursamamak, büyük bir medeniyet kaybına işaret eder.
çocukların maça götürülemez hale gelmesi, sadece medeniyet adına değil, futbol folklörü adına, abi-baba-amca-dayı makulesi adına ve bizzat çocuklar adında da büyük bir kayıptır...