ahmet çiğdem'in takımdan ayrı düz koşu kitabında yayınlanan "yarın yine borçlarım olacak, ama bu akşam kral benim" 'oyun' üzerine 'demarke' düşünceler başlıklı yazısından;
giga popescu'nun, david seaman'ın koruduğu kalenin sağ alt köşesine bütün gücüyle vurduğu topun gol olmasından sonra yüzünü, ruh halini ve tepkilerini en çok merak ettiğim insan, futbol üzerine en güzel kitabı, "fever pitch"i yazan nick hornby'ydi. hornby'nin, arsenal'in bir türk takımına, galatasaray'a yeniliyor olmasına üzüldüğünü, bunu kendisine mesele ettiğini sanmıyorum. zira arsenal'in tarihinde daha karanlık sayfaların da mevcut olduğunu biliyorum. george graham'li birkaç yılı dışarda tutarsak, arsene wnger gelinceye kadar sıkıcı ve büyüklük sanrısına kapılmış bir londra rakımı olarak hayatını orta sıralardaki istikrara adamış bir takımdı arsenal.
hornby'yi o gece sabaha kadar ağlatan şey, eminim, martin keown'ın claudio taffarel'in burnunun dibinden vurduğu topun kaleye değil de tribünlere gitmesi ya da patrick veira'nın penaltısının direkten dönmesiyle yüzünde beliren "bu maçı nasıl kaybettik" ifadesiydi. futbolun en iyisinden bu ve benzeri ifadelerden okumayı öneren hornby, fever pitch'de futbolu ve futbola taraf olan herkesi anlamamıza yardımcı olacak bir ayrım yapar. futbolu sevmekle, futbol üzerinde düşünmek farklı şeylerdir. bu ayırımın, futbolun konuşulmasında, tartışılmasında önemli bir işlevi vardır. futbolu sevenler ve futbol üzerine düşünenler birbirleriyle uzlaşmaz karşıtlıklar içerisinde olmayabilirler ama birbirlerinin tepkilerini anlamaya, hoşgörmeye ve bağışlamaya nadiren eğilimli olurlar. ancak oyunun kutsallığının korunması konusunda her iki kanatta da türdeş istekler vardır ve bu isteklerin yarattığı irade birliğinin, futbola egemen olmaya başlayan tecimsel atağı engellemek amacında buluşacaklarını ümit edebiliriz.
not: sonradan nick hornby, tony adams'la yaptığı bir mülakatta son yılların en iyi kadrosuna sahip arsenal'in galatasaray'a yenilmesinini acı olduğu konusunda hemfikirdir.