siyah – beyaz’lılar bu suretle “nâmağlûp” unvanlarını muhafaza ederken, altay’dan 1-1’lik maçın revanşını da almış oldular.
cumartesi günü seyrettiğimiz altay, izmir'de galatasaray'ı yenen altay değilmiş... niçin açık konuşmamalı: dün şampiyon beşiktaş’ın karşısında bocalayıp duran altay da, cumartesi günü – açık farklı mağlûbiyete rağmen – galatasaray’a çetin bir rakip olan altay değildi.
yorulmuşlar mıydı? şüphesiz ki. evet...
bu sıcak havada, bir gün ara ile iki zorlu rakiple yapılan karşılaşma oynayanları değil. seyredenleri bile yormuştu. hele kapalı tribünde oturup pek hafif esen poyrazdan hiç nasip alamayan, tam karşıdan haziran güneşini yiyen seyirciler!..
halbuki beşiktaş takımı «taptâze» gibiydi. sür’atli, deplâsmanlı ve canlı «şampiyon takım» sıfatına yakışır bir bir oyun tutturdu. bütün hatlariyle oyun çıkararak hem taraftarlarını tatmin ettiler, hem de «beşiktaş türkiye’yi temsil edebilir mi?» diye düşünenleri…
altay'ın kısa süren kalkınışı
ilk yarım saati âdeta «mahkûm» geçiren, bu arada bir de gol yiyen altaylılar, devrenin son 15 dakikasında canlanmışlar ve beşiktaş kalesi önünde hatırı sayılır bir baskı kurmuşlardı. sağdan soldan attıkları kornerler neticesiz kalıyor, hücum hattı gol atmak şöyle dursun ümit bile vermiyordu.
bu baskı, takımın şuurlu bir sistemle kurduğu baskı değildi. beşiktaş'ın iki yan hafının lüzumsuz yere geri kalışlarından ileri gelmişti. ama «şampiyon takım» bu hatâyı ikinci devrede tekrar etmeyecek ve son kırk beş dakikayı daha «rahat» oynayacaktı.
çok gol kurtaran, hatâlı goller yiyen kaleci
beşiktaş’ın ilk yarım saatlik rakibi dağıtan sür’ati, bir çok gol pozisyonu temin etti. ama muhacimlerin kale ağzındaki tutumları çok defa topu erdoğan'a kaptırıyordu. şurası muhakkak ki kaleci erdoğan dün yediği üç gole rağmen takımının göze çarpan iyilerindendi. nasıl ki cumartesi günü de akın dört gol yediği halde «vazifesini yapmıştı.»
erdoğan, ilk devrede güneş'in, nazmi'nin, k. ahmed'in gole giden bir çok ataklarını cesur ve isabetli çıkışlarla «toplamış», hele bir defasında k. ahmed'in soldan gelen bir topa uçarak kafa atmasına kendisi de uçarak mâni olmuştu.
kurtarışlarına ikinci devrede de devam eden erdoğan, maalesef yediği gollerde hatâsız dcğildi. hele nazmi’nin attığı o nefis korneri iyi tâkip etmeyerek topun doğrudan doğruya kaleye girecek kadar yakın düşmesine seyirci kalması affedilmezdi. güneş’in müdahalesi olmasa, top gene de kaleye girecekti.
hakem: iki hatâ = tek yıldız
maçın hakemi muvahhit afir, göze batan, düşündüren ve üzen iki hatâ yaptı. başka hatâsı yok muydu? vardı ama mühimsenmeyebilirdi.
iki hatâdan birincisini, ilk golden biraz evvel yaptı: k. ahmet derinlemesine bir pas alıp müdafiler arasına dalmıştı. topa hâkimdi, hattâ hasımlarını geçip pozisyona da hâkim olmuştu. kargaşalıkta arkadan ayak koydular ve düştü! ceza sahasının çok içindeydi.
eğer bu hâdisede «kasit» varsa fauldü, tesâdüfen çarpıştılarsa hi çbir şey yoktu. ama herhalde bu hareketin «obstrüksiyon» la alâkası yoktu. fakat hakem çift vuruş verdi .
ikinci hatâyı 69 uncu dakikada yaptı: nazmi topla beraber kaçarak aut çizgisine 2 metre mesafeden orta yaptı. kale ağzında bitiveren coşkun sert bir vuruşla ağları buldu. hakem ofsayt verdi. evvelâ kale çizgisi üzerinde altaylı oyuncu vardı. sâniyen coşkun, topu sürüp ortalayan nazmi’den daha gerideydi.
hakem iki hatâ yaptı ama biri penaltıya, biri gole mal olan hatâlardı.
sıcak
maç bittiği zaman saat yediyi geçmişti ama sıcak devam ediyordu. doğrusu bu sıcakta beşiktaşlıların gösterdiği arzu ve sür’at bize ümit verdi.