beşiktaş fenerbahçe'yi gerilimli bir maçta penaltı golüyle yenmiş, ortalık karışmıştı.
maçtan iki gün sonra gazetelerde abdülkerim'in öfkesi önemli bir yer tutuyordu: "beşiktaş'la on defa oynasak onunda da yeneriz. mahalle takımı gibi oynuyorlar..." bu sözler, haliye, beşiktaşlıları çok kızdıracak, genel kaptan zekeriya alp kontra-veryansın edecekti: "futbolcumuz metin'in abdülkerim'le arkadaşlık etmesine izin vermeyeceğiz."
bu demecin spor sayfalarına geçtiği gün, alp'in haftalık olağan basın toplantısına katılan muhabirler, lafı abülkerim-metin konusuna getirecekler ve yine aynı sözleri işiteceklerdi: "abdülkerim gerek kültür açısından gerekse geldiği yer açısından durumu gözler önünde olan bir futbolcudur. metin ise, camiamızı temsil eden, üniversitede okuyan, kültürlü bir futbolcudur. kendisinden, yönetim kurulunun da tavsiyesiyle, abdülkerim'le olan arkadaşlığını..."
gazeteciler odadan çıktıklarında, antrenman sonrası duşa giden metin'le karşılaşacaklar ve alp'in sözlerini aktaracaklardı. metin, kendisine böyle bir açıklamada bulunulmadığını söylüyordu. ya bulunurlarsa? evet, ya bulunurlarsa? metin ciddileşiyordu: "yönetim kurulunun karışacağı konular vardır, karışmayacağı konular vardır. ne yapmış olursa olsun, abdülkerim benim çok yakın arkadaşımdır. profesyonel futbolcuyum ama arkadaşlarımı ben belirlerim."
metin duşunu alıyor, giyiniyor ve "içeri" çağırılıyordu. zekeriya alp ile oktay söl, biraz konuşmak istiyorlardı. görüşme on dakika sürecek ve gazeteciler odaya alınacaktı: "arkadaşlar, metin size bir açıklama yapacak" tamamdı işte metin nasihatlari dinlemiş, arkadaşlarını kendisinin belirleyemeyeceğine karar vermişti. asbaşkan oktay söl "anlat bakalım metin" diyor, karşıdan çekingen mırıltılar geliyordu: "ne anlatayım abi?" bu kez gazeteciler üsteliyor, dışarıdan söylediklerinin aynen geçerli olup olmadığı soruluyordu: "tabii, aynen geçerli, arkadaşlarımı ben belirlerim." oktay söl, yine araya giriyordu. "ama metin abdülkerim'e kızmış değil mi? biraz kırgın yani, kızmış, kızmış..." metin eziliyor, büzülüyor; ağzında "öyle konuşmasa daha iyidi" gibi şeyler geveliyor ama direniyordu: "abdülkerim benim arkadaşımdır!"
ertesi gün gazeteler "apo'ya çok kızdım" gibi başlıklar attılar. ardından olay unutuldu gitti. o günden bugüne, kimbilir kaç yüz futbolcudan kaç bin tane olmayacak şey istendi; ve kimbilir ne kadar küçük bir azınlık, yöneticilerin, gazetecilerin, camiadaki "fahri maydanoz"ların yüzüne karşı direnebildi: "profesyonelim ama köle değilim" diyebildi. metin o gün, "tamam abi, bir daha yüzünü gören ne olsun"a yatabilir, ardından abdülkerim'in kahvesine gazlayıp "kafaladım herifleri" türünden bir bitirim keyfi yaşayabilirdi. yapmadı, direnmeyi tercih etti.