perşembe akşamı / saat: 20.00-24.00 - maltepe’deki lokal
perşembe akşamı parma’da yoğun bir şekilde yağan kar altında gençlerbirliği’nin parma’yı sürklase ederek 1-0 yendiği uefa kupası maçını maltepe’deki lokalde alkaralar ile birlikte izleyip golü ve galibiyeti kucaklaşarak kutladıktan sonra, bizim emre’nin babası beni eve bırakırken heyecan ve neşe içinde konuştu: “takımın uçağı parma’dan direkman konya’ya inecekmiş halamın oğlu. yani takımı ankara’da karşılayamayacağız senin anlayacağın! ben diyorum ki biz de takımı konya’da karşılayalım ve kutlayalım anasını satayım! hem bizim için de bir değişiklik olur. biliyorsun çok uzun bir süreden beri hiç deplasmanda maç seyretmedik. üstelik bu deplasman da o kadar uzak değil… git-gel, konya yolu altı saat… ayrıca hürriyet’ten serdar uluer ve barbaros muratoğlu’nun davetlisiyiz. yani altımızda arabamız da var. evet usta, ne diyorsun bu hususta?..”
ne diyebilirdim ki!... bizimki işi ayarlamış, her şeyi planlamış. bana sadece arabaya binip konya’ya gitmek kalıyor ki o da benim için neredeyse bir çocuk oyuncağı. fakat hemen üzerine atladığımı göstermenin bir görgüsüzlük olacağını düşündüğümden bu teklifi prensip olarak benimsediğimi deklare ettikten sonra sözlerimi şöyle sürdürdüm: “tamam teyzemin oğlu. madem ki bir deplasman maçı gezisi programı hazırlanmış ve biz de bu programa davet edilmeye layık görülmüşüz, tabii ki bize de bu programa uymak ve bu davete icabet etmek düşer. bunu bir görev addederim. ayrıca altımızda arabamızın olacağını da ifade ettin ki bu da bizim için önemli bir avantaj teşkil ediyor. özellikle yolculuklarda çay ve ihtiyaç molalarını zaman ve mekan kavramı olmaksızın karşılayabilmek her yolcuya nasip olabilecek bir ayrıcalık değildir. bu bile böyle bir daveti reddetme lüksüne sahip olmadığımızın bir kanıtıdır. şu hususu da samimiyetle ifade etmek isterim ki bu davet beni çok duygulandırdı ve ben bu yolculuğun bize unutulmaz anlar ve keyifler yaşatacağını şimdiden müjdeleyebilirim!…”
gerçekten de bu tekliften çok duygulanmış ve coşmuştum. heyecanımı ve duygularımı ifade edebilecek kelimeleri bulmakta zorluk çekerek sözlerime “kaldı ki…” diye devam etmeye çalışıyordum ki emre’nin babası uyardı: “yaa, babadostu çok uzattın be!... tamam dedin ya. ille de neden tamam dediğini uzun uzun izah etmek ve bu konuda bir söylev çekmek zorunda mısın? tamam dedin, bitti işte! lokalde maç seyredelim, kızılay meydanında oluşturduğumuz yedi kişilik dev bir taraftar topluluğu ile meşale yakarak galibiyeti kutlayalım falan derken bak saat gecenin on ikisi olmuş. yarın sabah erkenden dükkanı açacaksın. ben de daha seni bıraktıktan sonra eve gidip yatacağım. beni de biraz düşünmen lazım usta. şimdi kes usturayı da arabadan inip yavaş yavaş eve doğru uza bakalım. yolculuğun ayrıntılarını sonra konuşuruz. hadi iyi geceler!...”
bizimkinin bu tavrına canım sıkılmıştı ama belli etmeyip bunu bir kenara yazdım. nasıl olsa o da bir gün böyle uzun bir söylev çekmeye kalkardı. o zaman ben de rahat bir şekilde intikamımı alır, huzura kavuşurdum…
cuma sabahı / saat: 08.00 – kahvaltıda tartışma
sabah evde, dükkana yetişmenin telaşı içinde kahvaltı ederken, bizim hanım hafta sonu programımızı şimdiden bağlamak için bir zarf attı: “bu hafta sonu sinemaya gidelim mi? güzel filmler var…” lokmamı yutmaya çalışarak: “bu hafta sonu gidemeyiz, program dolu. sen hazırlan, gidebileceğimiz filmleri araştır, önümüzdeki hafta gideriz” diye cevap verdim. “niye?” diye üsteledi: “yarın gidelim işte!” çok kesin bir şekilde “yarın gidemeyiz” dedim: “biliyorsun, cumartesi anneler günü. ondan sonra berbere gidip traş olacağız. çünkü pazar günü…” hemen araya girdi: “ne varmış pazar günü?” sakin bir şekilde önüme bakıp gülümseyerek: “hiiç canım… konya’ya maça gideceğiz de!…” diyebildim. “yine mi maç?” diye sitem etti: “bir gün de sinemaya, tiyatroya gidelim be usta!” hemen savunma durumuna geçtim: “gideriz, gideriz meraklanma!... hem daha geçen hafta vizontele’ye gittik ya, ne çabuk unuttun! üstünden biraz zaman geçsin de öncelikle bu filmi özümleyelim, hazmedelim öyle değil mi?” bir yanlışımı yakalamış gibi atıldı: “geç en haftaymış, ne geçen haftası, neredeyse bir ay oluyor beyefendi!...” ben de durur muyum: “geçen gün milliyet gazetesindeki serin duruş köşesinde okudum. nevada’da yapılan bir araştırmada, türk ailelerinin yılda ortalama olarak bir defa sinemaya gittiği ortaya çıkmış. bu demektir ki biz 2004 yılı ortalamasını daha şimdiden tutturmuş durumdayız. bundan sonra her gittiğimiz sinema bizim bu ortalamanın üzerine çıktığımızın açık bir delili olacak. bilmem anlatabiliyor muyum?” yüzünü astı: “işine gelmeyince nevada araştırmaları öyle değil mi? yaa git usta, işe geç kalıyorsun!... hadi sana güle güle, hadi, hadi!...”
böylece konya yolculuğundan hiçbir taviz vermemiş olmanın da yüklediği pozitif enerjiyle dükkanı açmak üzere telaş içinde yola koyuldum…
pazar günü / saat: 09.00-19.00 - git-gel konya yolu altı saat
pazar günü tatlı, serin bir havada konya yolunda yaptığımız güzel bir yolculuk… kulu’da verdiğimiz çay ve ihtiyaç molası… otobüsteki gençlerbirliği taraftarları ile atkı sallayarak selamlaşma… konya’ya varış… taka restoran’da yediğimiz akçaabat köftesi ve etli ekmek… stadda kale arkasına giriş ve bize ayrılan tribünde oluşturduğumuz 150 kişilik dev bir taraftar topluluğu ile takımı bağrımıza basış… cumali başkan, doğan başkan, coşkun yurteri ve sevgili “badalgiller” ile karşılaşmamız… çok rüzgarlı bir havada, takımın yedeğe çekilen ali tandoğan, skoko, deniz ve youla ile cezalı olan el saka’dan yoksun olarak çıktığı maçta daha 3. dakikada yediği golle yenik duruma düşmesi… parma yolculuğunun yorgunluğu, futbolcuların aklının parma maçında olması, kadrodaki eksiklik, ligdeki motivasyon yetersizliği ve buna karşılık taraftarlarının müthiş desteğini arkasına alan konyaspor’un ve özellikle de altan’ın güzel bir oyun ortaya koyması sonucu kalemizde gördüğümüz dört gol ile kale direklerimizden dönen iki şut… ayrıca yaşadığımız çok sayıdaki gol tehlikesi… ikinci yarıda 3-0 yenik durumdayken penaltıdan attığımız şeref golü (rüzgarlı havada gözüme toz kaçtığı için pozisyonu iyi göremediğimden ve konyaspor taraftarlarının şiddetli tezahüratından dolayı hakem ile futbolcular arasındaki konuşmaları duyamadığımdan aktaramıyorum. bunun için özür dilerim)… devre arasında yanımızdaki tribünde bulunan konyasporlu genç bir taraftar ile atkılarımızı değiştirirken her iki tribünden gelen şiddetli alkışlar… o genç konyaspor taraftarının bana ankara’daki parma maçına gençlerbirliği’ni desteklemek üzere gelmek istediğini söylemesi… konyaspor taraftarlarının parma maçı için lehimizde yaptıkları tezahürat ve aramızda oluşan dostluk ortamı… her iki takım taraftarlarının zaman zaman “türkiye, türkiye!... anadolu, anadolu!...” diye birlikte tezahürat yapmaları… karşılıklı çekilen “yeşil-beyaz” ve “kırmızı-siyah…” konyaspor ve gençlerbirliği taraftarları arasında değiştirilen atkılar, formalar… pozisyona göre yaptıkları müthiş ve etkili tezahüratlarla takımlarını mükemmel bir şekilde destekleyen konyaspor taraftarları… farklı ve ağır bir yenilgiye üzülmekten çok, sporun centilmenlik, dostluk ve kardeşlik olduğunu bir kez daha görüp mutlu olarak ve çarşamba günü ankara’da oynayacağımız maçı düşünerek umutla konya’dan ayrılmamız… güzel bir yolculuk sonrası ankara’ya varış… gidiş üç saat… geliş üç saat… git-gel, konya yolu altı saat… işte farklı mağlup olduğumuz bir maçın kısa özeti… haaa, bir de unutmadan, maçtan önce, devre arasında ve maçtan sonra stad hoparlöründen yükselen güzel, neşeli ve insanı oynamaya davet eden hareketli konya türküleri…