bir bakıma, 6-0'ın hesaplaşmasıydı bu... 11 futbolcunun sahada uğradığı bozgun, futbol işlerinin 1 numaralı mesul makam sahibinin omuzlarına yklenmişti ve bu mesul adam da, şimdi basın mensuplarıyla karşı karşıya idi. hakikaten önemle ve merakla beklenen bir basın toplantısındaydık. gazeteciler, mithatpaşa stadının küçük bir odasına sığmayacak kadar büyük kalabalıkla toplantıda hazırdılar. soruları ise, daha da çoktu. ve az sonra, 27 mayıs ertesi sorgularının dahi bu kadar terletici olmadığı yolunda yapılan nükteye hak vermek gerekirdi.
apak, yorgundu. uzun, yorucu ve üzücü, seyahatten bir akşam önce dönmüş ve işte ayağının tozu ile basının karşısına çıkmıştı. ama, söze başladığı zaman, ilk şikayetinin de «basın»'dan olduğunu söylüyordu. galiba 6-0'lık bozgun, dönüp dolaşacak ve basının üstüne yıkılacaktı. apak, gazetecilerin, demeçlerini tahrif ettiklerini ileri sürüyor, öte yandan da gazetelerin «maçı kazanacaksınız» tarzında neşriyatla milli takım oyuncularına büyüklük kompleksi aşıladığını lddia ediyordu. ama, toplantıdaki gazeteciler, bu fikirşekilde yayınlarını hatırlamadılar. belki de uzun müddettir italya'da bulunan apak, italyan gazetelerinin yayınlarıyla bizdeki neşriyatı karıştırmıştı. ve en önemlisi, başkan, demecini tahrif eden varsa, gazete adı bildirmeliydi. nitekim apak da, bu hatasını farketti ve «bir kısım basın» tabiribib politikadan sonra da geçmesine imkan yarattı.
basın suçluydu bir kere... apak'a göre tabii... bir de, futbolcular... hiç, ama hiç oynamamışlardı. apak «bâsın gazetelerin de yazdığı gibi» derken, basının doğru neşriyatını istemeden kabul zorunda kalmış oluyor, yahut da kendi beyanatı dışında gazetelerin daima doğruyu yazdığını, sadece onun sözlerini değiştirmiş olduğunu kabul ediyordu. toplantının havası, elektrikliydi. fakat apak, «müdafaa taktiği» ni basın toplantısında bologna maçından daha başarılı tatbik etti ve gazetecilerin ilk hücumundan çabuk sıyrıldı. bu defa ilk 15 dakika golsüz bitmişti.
apak, sözlerinin yanlış aksettirileceğinden endişeli görünüyordu. bu sebeple, eski harfli notlarını daktiloya geçirterek basın mensuplarına aktarmayı tercih etti. daktiloda, başkanın notlarını yazmak vazifesi, teknik komiteden turhan barlas'a düşmüştü. barlas'ın bu teknik hizmetiyle notlar tape edilirken, sorular devam ediyordu. «müdafaa taktiği» mi? apak «biz müdafaa taktiği oynadığımız için değil, futbolcularımız müdafaa taktiğini bırakıp da gelişi güzel oynadıkları için yenildik» diyordu. ve hemen «otoritelere» çatıyordu. görüldüğü gibi, 6-0'ı basın, futbolcular derken otoriteler de onlarla işbirliği edip hazırlamışlardı. maçtan önce hiç konuşmayıp maçtan sonra tenkid edenleri «otorit » kabul etmediğini söyleyen başkan, «bu şahısların bir kısmı federasyon devrilsin de, yenisinde vazife alıyım, diye düşünüyor. bir kısmı da idarecilikte muvaffak olamamış şahıslardır» diyordu. simdi «hücum taktiği» ne geçmişti apak...
bir gazeteci söz aldı: «madem reform düşünülüyor, o halde geçmişin hatalarını iyi tahlil edip ileriyi emniyete alalım. biz soralım, siz söyleyin. hataların neden doğduğunu bilelim. her şeyden siz mesul olamazsınız. başkalarının hatâlarını yahut gerçek sebepleri öğrenelim» dedi. doktorsuz, masörsüz nasıl yola çıkıldığını sordu. apak, masör götürmenin âdet olmadığını söyledikten sonra italya'ya gelen masörü de kendisinin çağırdığını bildirdi. demek ki «masör zaruretti» ni o da kabul ediyordu.
bir başka gazeteci, mesleğin tecrübelisi bir spor, yazarı, biraz da şahsi konuşarak «iklim değişikliği»nin sporcuları ne hale getirdiğini öne sürdü, bu konuda yazılan bir kitabın okunması gerektiğini söyledi. apak, gene «hücum» daydı. sinirlenmek, bu babayani başkana hiç de yakışmıyordu. ama, tecrübeli gazetecinin sual şekli de, apak'ı sinirlendirecek ölçüdeydi. fırtına büyüdü. gazeteci, apak'ın lisan bilmediğinden, apak da gazetecinin futbol bilmediğinden bahsettiler. diğer basın mensupları ise, bilmeleri gereken hususların bunlar olmadığı kanaatindeydi.
teknik komite üyesi doğan koloğlu, bir köşede «gazeteci» sıfatıyla not alıyordu. nihayet, o da sual konusu oluverdi: «viyana'da italyanları seyreden koloğlu, niçin italya'ya götürülmemişti?» işte, apak, bu çok yerinde soruya, pek yersiz cevap verdi: «onu da başka seyahate götürürüz...» türkleri israil'de seyreden fabbri'nin takımı, italyanları viyana'da seyredip de istanbul'da bırakılan üyenin mensubu olduğu federasyonun takımını, işte bu zihniyet farkıyla 6-0 yenmişti galiba...
«4-2-4» bize uymazdı. apak, böyle söylüyordu. «4-2-4» için iyi bir santrfor ve süratli iki açık lazımdı. bizde de bunlar yoktu. evet, apak aynen «türkiye'de santrfor yok ki» diyordu. sonra birden hatırlamış olmalı, «metib'i harcayamayız bu işte» diyerek tamamladı. hiç değilse, bir santrforun varlığını kabul etmişti. şenol'un aslında santrfor olmadığını bu arada ilave ediyordu.
toplantı, gene yumuşamıştı. apak, gazetelerin toplantıya «kasıtlı» geldiklerini sanmak, vahmindeydi. ama gazeteciler, oraya «kelle istemeğe değil, başkan'a yardımcı olmağa gelmişlerdi» apak, gene kelime oyunu yaptı: «ben yardım istemiyorum. türk sporu istiyor bu yardımı...» türk sporunun yardıma muhtaç olduğu gerçeğini kabul etmek de, apak hesabına iyi bir nottu.
gazeteciler tarafından sorularn suallerden biri de şöyleydi: milli takımımızın kaldığı otelde maçtan evvel sabaha kadar, kumar oynanmış. kaybedenlerin morali bozulmuş, uykusuz kalmışlar. bu durum, oradaki üniversitelilerden birinin dikkatini çekmiş ve bir federasyon azasına haber verince, «biz oynatıyoruz. italya maçının heyecanını unutsunlar» cevabını almış, doğru mudur?» apak, buna şu cevabı verdi: «kağıt oynandığı doğruydu. fakat, hiçbir zaman kumar halini almamıştı. vakit geçsin diye ben bile pişpirik öğrendim.»
zaman zaman elektriklenen, zaman zaman sert tartışmalarla sahne olan ve nihayet bir dertleşme şeklini alan basın toplantısı bitmişti. apak, basının hsnüyetine inandığını söyledi. basın apak'a yardıma hazır olduğunu ifadeye çalıştı. gazetciler teker teker federasyon başkanının elini sıkarak veda ettiler... ne var ki, basın mensupları italya hazimeti bahsinde pek tatmin olmuş sayılmazlardı. gerçi apak bir takım sorular cevaplandırmıştı. ama, kendi mes'ul olmadığı bâzı hususlarda da mes'uliyeti üzerine alması cesaretti. hâsılı, bu da bundan evvelki mağlûbiyet sonrası basın toplantılarının bir benzeri olmaktan öteye geçmedi. sabahsızlık, futbol tekniğimizin eksikliği, rakip takımların üstünlüğü, mevzuat güçlükleri. dertler, aynı dertlerdi... kimbilir, daha kaç sene aynı şeyleri dinleyecek, yazacaj ve yeniden üzülecektik. netice: bozguna uğramış bir takımın bir numaralı mes'ul adamı için 6-0'ı izah etmek gerçekten güçtü. ve belki de apak sadece bu noktadan mazur görülebilirdi.