bu sebeple fabbri, hemen uçağa atlamış ve soluğu tel-aviv'de almıştı. maçtan sonra orhan şeref apak: «fabbri'ye takımımızın işleyiş tarzı hakkında ters fikir vermek için burada hücum taktiğiyle oynadık, bologna'da ise müdafaaya kuvvet vereceğiz.» şeklinde konuşuyordu. hakikatte ters fikir veren, fabbri'den başkası değildi. italya tek seçicisi, türk gazetecilerine, «takımınız bizim için çok tehlikeli ve çetin» derken, israil gazetecilerine «en azından bir beraberlik kaçırdınız» sözüyle, türk takımını pek tehlikeli bulmadığını belirtmişti.
ya biz ne yapmıştık? italya da, avusturya ile viyanada oynamıştı. kısa zaman önce... o maçı görmek de, türk yetkilileri için bir fırsat sayılırdı. gerçekten, federasyonumuz o maça bir müşahit yollamıştı. ne var ki, italyayı viyanada seyreden müşahit doğan koloğlu, dönüşte istanbulda bırakılmıştı. federasyonların vazgeçilmez kaidesi, «seyahatlerin bölüşülmesi» olduğundan, koloğlu'na «tamam, denmişi, sen sıranı savdın, italya'ya da öbür üyeleri götürelim.»
böylesine garip bir zihniyet sonunda, italyanları görmüş, tanımış teknik adam kafileye alınmıyor, seyahat sırası gelen idareciler milli takımla birlikte yola çıkıyordu.
aslında, kafilede son sözü söyleyen, daima başkan apak'tı. dünyanın ileri hiçbir ülkesinde futbol federasyonu başkanı, bir antrenör, bir menecer gibi hareket etmez, mevkiinin bir şeref makamı olduunu takdir ederdi. ama apak, hem başkan, hem seçici, hem antrenör, hem menecer hem taktikçi, hâsılı her şeyi idi takımın... bu bakımdan kafileye aldığı diğer federasyon yetkilileri, sadece rakamı arttırmaktan başka rol oynamıyorlardı. halbuki milli takıma onbir kişilik ekibinden onunu veren bir klübün, antrenör veya menecerini de kafileye almak düşünülmeliydi. madem galatasaray en formda takımdı, madem şampiyonlar şampiyonasında başarı sağlamıştı ve madem bu takımdan 10 oyuncu alınmıştı. o halde bu takımın antrenörü veya meneceri de, kafilede bulunsa, faydalı olurdu. böyle bir düşüncenin, federasyon erkânının zihninden dahi geçmemiş olduğu, şüphesizdi.
bunlara gelinceye kadar, doktor yoktu kafilede, masör yoktu. sözcü yoktu. apak, başkanlık sıfatıyla sözcülüğü de kimseye bırakmıyordu. batılı ülkelerde milli takımın bir de sözcüsü bulunurdu. federasyon başkanı her dakika konuşmaktan, olur olmaz rahatsız edilmekten kurtulurdu böylece... ama doktor ve masör, hattâ dil bilmeyen antrenöre tercüman düşünmeyen bir kafile için, hakikaten «lüks» sayılırdı bu fikirler...
masör ihtiyacı ise, hepsinden önemliydi. antrenör spajiç, oyuncuların masaj yaptırmaları lüzumunu hatırlatıyor, ama derdini kmseye dinletemiyordu. nihayet ankara'dan bir masör istenmesine karar verildi. fakat italya'ya gidildiğinde bir sürprizle karşılaşılacak ve ankara'dan masör yerine müşahit gönderildiği görülecekti. bir yanlış anlama olmuştu galiba... aslında kafilenin doğru anlaşılabilecek tarafı aranmalıydı.
tekrar muhabere edilecek ve sonra, maça iki gün kala masör yola çıkarılacaktı.