yeşilköy'den lefkoşa'ya uçarken, futbolcular maçı düşünecek halde değildiler. hele, 10 galatasaraylı, tek kelime ile «bitkin» di. nasıl bitkin olmazlardı ki, polonyada ağır derece soğukta maç yapmış, sonra uzun bir uçak yolculuğu ile yurda dönmüş ve aradan bir gün bile geçmeden yeniden uçağa binmişlerdi. şimdi de uçaktan iner inmez gene maça çıkacaklardı.
kafile, kınrısta gerçekten büyük ilgi ile karşılandı. kıbrıslı türk kardeşlerimiz olsun, milli takımı misafir eden türk tugayı mensuptan olsun, candan bir samimiyetle kucaklarını açmışlardı. türkiye'nin şöhretli futbolcularını aralarında görmeyi çoktandır istiyorlardı ve böyle bir daveti kabul zamanı çok kötü seçilmişti. takımımızın, israil ve hele italya ile yapacağı maçların önemi belirtilir ve kınrıstaki dostluk teması, bir süre sonraya bırakılırdı. bu yola gidilmemizi.
yetkililer ise «lefkoşa maçının, iyi bir hazırlık fırsatı» olduğu kanaatindeydi. bu kanaatin yanlışlığını anlamak için. yorgunluktan bitmiş futbolcuların yüzüne bir defacık bakmak kâfi idi.
kıbrıstaki maç, hakikaten dostane geçti. ama bu, milli takımı kurmak yetkisine sahip kimseler için, sanıldığı kadar istifadeli olmadı. takımın aksak ve eksik taraflarını gereği gibi göremedikleri farkedildi. maçı seyre gelen israil gazetecileri ise, nezaket sınırını aşmamağa çalışarak «müdafaanız herhalde başka zaman daha iyi oynar, oyuncular yorgun galiba» demekle yetindiler. halbuki, müdafaamız bu, pek hafif rakibi karşısında bile aksıyordu ve bu akşama gözden kolay kolay kaçacak gibi değildi.
teknik adamlarımız ise, gözlerindeki pembe gözlüğün gerisinden, ileriyi çok tatlı görüyorlardı: «takımda değişiklik mi? müdafaa aksıyor mu? yok canım, lefkoşa'daki bu antrenman maçıyla hüküm verilir miydi?»
bu, önemsiz sanılan dostluk karşılaşmasının ilerde kopacak fırtınanın öncüsü olduğu şüphe götürmez bir hakikatti. ve idareciler bu hakikati görmeğe yanaşmıyorlardı.
kafile, lefkoşa'dan tel - avive uçarken, futbolcularımızda bir «maç bıkkınlığı» müşahede edilmekteydi. çoğu «maç» lâfı bile etmek istemiyor, italya karşılaşması hatırlatıldığı zaman da korktukları dikkati çekiyordu. bir futbolcumuz «bu italya maçına dinlenerek ve hiç maç yapmadan gitseydik daha iyi olurdu» diyerek, büyük hakikata parmak basmıştı.
evet, israil'le olan maçımız da bir özel milli temastı. italya ile resmi bir kupa maçı yapacağımız düşünülerek, israil karşılaşmasının tarihi daha ileri bırakılabilir, hiç değilse italya dönüşü oynanırdı bu maç ...ama federasyon selahiyetillerine göre, bunun üzerinde durmak lüzumsuzdu. takım maç yaptıkça açılırdı. kafile ile birlikte bulunan bizler ise, takımın fazla açılacağından korkuyorduk.
takım tel-avive geldikten sonra, masaj ihtiyacı iyice meydana çıktı. yirminci asırda medeni bir memleketi temsil eden futbol kafilesinde masör yoktu! buna bir batılı futbol adamını inandırmak, cidden güçtü. kafile hem doktorsuz, hem masörsüzdü. bir de tercümansız... antrenör spajiç yugoslavdı ve türkçe bilmiyordu. futbolcular ise türktü ve sırpça bilmiyordu onlar da. oyuncularla antrenör arasındaki tarzan dili ve işaret yardımıyla yapılabilen anlaşmanın mahzuru, ilerde, italya'da daha çıplak şekilde ortaya çıkacaktı.
milli takımın havası da bir garipti, idarecilerin bâzısı lüzumsuz derecede sert, bâzısı ise lüzumundan fazla yumuşak davranınca, futbolcular da garip bir manzaraya bürünmüş, ortaya bir disiplinsizlik örneği çıkmıştı. her geçen gün, milli takımın huzuru biraz daha bozuluyor ve bologna bozgununun sebepleri, yavaş yavaş hazırlanıyordu. ama yetkililer hâla farkında değildi bunun...
israil milli maçını 20 kazanmak, idarecileri ziyadesiyle memnun etmişti, istanbulda güç belâ, penaltı golü ile yenebildiğimiz bir rakibi, kendi sahasında, kendi seyircisi önünde net sonuçla yenmek. ilk bakışta, memnunluk uyandırırdı. ancak, bunu «italya için son ve büyük deneme» kabul edince, takımdaki aksaklıkları da derhal düzeltmek gerekirdi. bu şekliyle faydalı olabilirdi tel-aviv maçı.
takım hiç de iyi oynamamış, ama iki fırsatın değerlendirilmesiyle sahadan galip ayrılmıştı. ikinci yarıda antrenör mandi'nin fizikman kuvvetli dağbek shmulevitz'i ileri alarak kurduğu tertip, kalemiz için çok tehlikeli olmuş ve israil takımı hakikaten muhtemel bir beraberliği kaçırmıştı. eğer bu devre kaleye geçen özcan, gerçekten mükemmel kurtarışlar yapmamış olsa. 2-0'dan 2-2 ye düşmemiz, hiç de sürpriz sayılmazdı.
idareciler, özellikle başkan apak «italya karşısında müdafaa oynayacağımızı» sık sık tekrarlıyordu. fakat tel - aviv maçında, iki yan hafın ortayı bastırmadığını. insaytlarin gereği gibi çalışamadığını, beklerin açıklar üzerinde gerekli baskıyı kuramadığını görünce, italya'daki «müdafaa taktiği»nden endişelenmeğe başlamıştık.
daha büyük endişemiz ise, maçı fabbri'nln seyretmesiydi. italya milli takımının antrenör ve tek seçicisi olan bu kurt futbol adamı, avrupa milletler kupası'nın en büyük bir prestij çarpışması olduğunu iyi biliyordu. türk futbolunu yeteri kadar tanımadığı için de, kupadaki ekibinden hayli çekiniyordu. ama türklerin tel-aviv'de hem de bir milli maç oynıyacaklarını öğrenince, sevinci hudutsuz olmuştu. böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmezdi. rakibini, bir milli maç havasında görecek. tanıyacaktı.