evet, salı sabahı kargalar daha kahvaltılarını etmeden bizimki erkenden alkaralar.com’da bir topik açmış, tüm alkaralar’ı kapalı’ya davet ediyordu. bu davet sitede büyük yankı ve heyecan yarattı ve tabii ki cevaplar da anında gelmekte gecikmedi. program kesinleşmişti. akşam kapalı’da konuşlanacaktık…
salı – akşam 19.10
müşterilerle uğraşmaktan zamanın nasıl geçtiğini fark edememişim. “hadi usta, maça geç kalıyoruz. maçı stadda seyredeceğiz, televizyonda değil. sallanma yahu!..” emre’nin babası’nın bu sözleri üzerine telaşla toparlandım ve dükkanı kapattığımız gibi soluğu stadın önünde aldık…
salı – akşam 19.40
otoparkçı, elindeki bir koçan biletle gişenin önüne çıkmış, stada gelen arabaları kesiyordu. tam gişenin önüne gelmiştik ki bizimki arabayı durdurmadan sol elini hafifçe kaldırıp başıyla otoparkçıya literatürde “merhaba dostum” anlamına gelen bir selam çaktı! otoparkçı anında esas duruşunu gösterdi ve sol eliyle ileri doğru “geçiniz” anlamına gelen bir işaret yaptı. o anda çok duygulandım ve her zaman olduğu gibi bizim teyzeoğlu ile bir kez daha gurur duydum ama -sizden sır çıkmaz- şımarmasın diye belli etmemeye çalıştım. “bu 19 mayıs stadı’ndaki elemanlar seni iyi tanıyorlar herhalde usta.. bayağı karizma yapmışsın yani!” diye bir zarf attım. gülerek: “yok gardaşım, ne onlar beni tanır ne de ben onları. ama girişte bu yöntem her zaman işe yarar. önemli adam vaziyetleri senin anlayacağın!…” diye karşılık verince bizimkinin bir meziyetini daha öğrenmiş oldum: “önemli adam vaziyetleri…” herkese tavsiye ederim…
gişenin önünde alkaralar’ın oluşturduğu muhteşem kuyrukta sevgili doktor arkadaşımız ateş şendil, kardeşi ve yiğit ile kısa bir sohbet ettik ve hiç zorlanmadan biletlerimizi alıp kulübümüze biraz olsun maddi katkıda bulunduktan ve o sırada bilet almaya gitmekte olan anka ile de ayaküstü bir sohbet daha yapıp birbirimize iyi şanslar diledikten sonra neşe içinde kapalı’ya girdik. burada daha önce gelip tribünü doldurmuş olan alkaralar tarafından “oooo!... emre’nin babası ile polatlılı da buradalarmış!...” nidalarıyla karşılanıp hasret giderdik ve bizden sonra gelen alkaralar ile birlikte 150 kişilik muhteşem bir taraftar topluluğu oluşturduk.
salı – akşam 20.00
ve orta hakemliğini metin aydoğan, yancılıklarını da binali kartal ile ömer faruk yeşil’in yaptığı telafisi olmayan gençlerbirliği-denizlispor kupa maçı başladı. maç kaç kaç başladı diye soracak olursanız onu da hemen notlarıma bakarak söyleyeyim: bakıyorum; evet, maç 0-0 başladı arkadaşlar.
maçın başlamasıyla birlikte kapalı’da kulakları sağır edercesine müthiş bir tezahürata başladık ve özellikle önümüzdeki yancıyı yakın markaja alıp oyuna katkı sağlamaya çalıştık. yancıyı yanlış bayrak çektiğinde uygun bir dille uyararak, doğru bayrak çektiğinde de “bravo yancı!” diye alkışlayarak yeterince motive ettik. sahada var güçleriyle mücadele eden futbolcularımızı da güzel hareketlerinde alkışlayarak, sık sık “bravo goçum!... hadi aslanım!... bas goçum!..” nidalarıyla ve “gençler şak şak şak!... gençler şak şak şak!...” tezahüratlarıyla destekleyerek kendilerini tamamen oyuna vermelerine yardımcı olduk. bir ara, mütemadiyen istanbul şarkılarından oluşan repertuarını sunmakta olan maraton ile de karşılıklı olarak “kırmızı-siyah” çekerek güzel bir tablo oluşturduk. hele bir de serkan ve veysel’in golleriyle de ilk yarıda 2-0 öne geçince zevkten dört köşe olduk ve maç tadından yenmez hale geldi. üstelik bir de fazla bağırıp efor harcamaktan şekerimiz düşmüşken atılan gollerden sonra eskiden çikolata atan amcanın yaptığı gibi aşağıdan üstümüze gofret yağmaya başlamasın mı! bu gofretlerden birisi de benim kucağıma düşmesin mi! böylece emre'nin babası ile gofreti paylaşarak afiyetle mideye indirip şekerimizi biraz olsun dengelemiş olduk. atana ve attırana teşekkürler... devre arası olduğunda bazı arkadaşlar soyunma odasına gitmekte olan futbolcuları alkışlarken biz de emre’nin babası ile birlikte neşe içinde bir şarkıya başlamıştık bile:
domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı!... gençler ankara’nın yıldızı yıldızı!... çadırımın üstüne şıp dedi damladı!... gençler denizli’ye salladı salladı!...
teknik analiz
teknik bir analiz yapacak olursak, telafisi olmayan bu maçın tam bir taktik mücadelesi içinde geçtiğini söylemeye gerek yok herhalde. goller gelinceye kadar: ersun hoca: 3-5-2, giray hoca: 3-5-2; ersun hoca: 3-4-3, giray hoca: 4-4-2; ersun hoca: 3-3-4, giray hoca: 5-4-1; ersun hoca: 2-3-5, giray hoca: 5-5-0. gollerden sonra: giray hoca: 3-4-3, ersun hoca: 3-5-2; giray hoca: 3-3-4, ersun hoca: 4-4-2. vesaire… vesaire…
sonuç olarak bizim çocuklar maçı ilk yarıda attıkları iki golle 2-0 kazanıp yarı finale yükselerek emre’nin babası’nın tespitlerinde ne kadar isabetli ve haklı olduğunu kanıtladılar. maçın sonlarında, hamdi bey, haremindeki 25 tavuk ile mutlu bir hayat sürerken kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılıp faili meçhul bir cinayete kurban giden bir horozun hüzünlü hikayesini ve sahibinin feryadını anlatan “horozumu kaçırdılar” türküsünü o kendine has üslubuyla söylemeye başlamıştı:
horozumu kaçırdılar… damdan dama uçurdular… suyuna da pilav pişirdiler… geh bili bili bili bili bi… bili de çilli de horozum kayboldu!…
kural hatası
maçta, benden başka kimsenin dikkatini çekmeyen bir olaya değinmeden geçemeyeceğim ki bu olay hakem metin aydoğan’ın 66. dakikada yaptığı kural hatası ve maçın geri kalan 24 dakikasının da bu kural hatası ile oynanmasıdır.
evet arkadaşlar, 66. dakikada tam bizim önümüzde, köşe gönderine yakın bir yerde denizlisporlu bir futbolcu filip’e çok sert ve kasti bir hareket yaptı. saha bir anda karıştı. gençlerbirliği ve denizlispor’un bütün futbolcuları ile orta hakem ve yancı hızla olay mahalline doğru seğirttiler. pardon, olay zaten yancının önünde olduğu için o olay mahalline doğru seğirtmedi. bu yanlışı düzeltir, özür dilerim. evet, nerede kalmıştık? olay mahalline doğru seğirttiler. orta hakem, yancı ve iki takımın bütün futbolcuları köşe gönderinin önüne gelince saha bir an için o tarafa doğru devrilir gibi oldu ama bereket versin, bu maç için gecekondu tribünü’ne seyirci alınmaması ve maraton’da oturan seyircilerin ağırlığının dengeyi sağlaması muhtemel bir faciayı önledi. biz de bu arada var gücümüzle yancıya seslenerek kendisini orta hakemi uyarması için uyarmaya çalışıyorduk. bu çabalarımız semeresini verdi ve yancı orta hakemi uyardı. hakem ortalığı yatıştırdıktan sonra gayet sakin bir şekilde ve hiç tereddüt etmeden, tekme atan denizlisporlu futbolcuya kırmızı kartını gösterdi. bu arada denizlispor teknik direktörü giray bulak hoca ve yedek futbolcuları da olay mahalline ulaşmış, söz almaya çalışıyorlardı ki hakem bir kırmızı da giray hoca’ya çekti. ben giray hoca’nın lucescu gibi sızlanmasına dayanamayıp ayıp etmemesi konusunda tribünden kendisini uyarmaya çalıştım ama o kadar kızgındı ki beni görmediği gibi duymadı da… işte o anda orta hakem, yancı, hocalar, futbolcular ve seyirciler arasında geçen konuşmalardan bazı enstantaneler:
filip: (yerde ayağını tutup kıvranarak) aaaah!... ma jambe!... ma jambe!...
hakem: hişt!... hey!... ne oluyor orda?
filip: (denizlisporlu futbolculardan birisini göstererek) il a frappe ma jambe. aaaah!...
hakem: ne diyorsun bilader? (yancıya dönerek) ne diyor bu yahu, sen anladın mı?
yancı: valla hocam, gavurca söylüyor. ben de anlayamadım. “bacağım, bacağım” diyor gibi geldi bana. çünkü gördüğünüz gibi bacağını tutuyor. tekme yedi ya ondan herhalde…
timuçin: yaa, bırak hocam yaa!... ne tekmesi, ikili mücadelede tekme mi olur yaa!...”
hakem: vay anasını!... demek tekme yedi haa!...
levent: (olduğu yerde zıplayarak) hocam tekme falan yok yaa!... artislik yapıyor yaa!...
kaptan ümit: (ayağa kalkıp denizlisporlulara dalmaya çalışan filip’i tutarak uzaklaştırıyor) gel buraya, gel buraya!... viens ici, viens ici!...
ersen martin: yaa hocam, ikili mücadelede olur böyle şeyler. zaten bir şey yok!...
serhat: tekme falan yok hocam yaa!...
süleymanou: hoca, yok tekme, ben gördü olayı kaleden, girdi birbirine, oldu yumak. yok bir şey!... artis, artis!...
kapalı’daki seyirciler: gençler şak şak şak!... gençler şak şak şak!...
ersun hoca: giraycığım heyecanlanma, sakin ol lütfen!.. hakem gereğini yapar…
giray hoca: (olay mahalline koşarak geldiği için nefes nefese) hakem bey, biz kulübeden gördük olayı. temiz bir pozisyon. bir şey yok…
hakem: siz karışmayın beyefendi, bu sizi hiç ilgilendirmez. teknik alanı ihlal ettiğinizin farkında mısınız? lütfen kulübenize gidin!... aksi takdirde müeyyide uygularım. siz de ayrılın bakalım artık beyler. gel bilader şöyle, tam karşıma!... sana, filip’e kasti tekme attığın için -ki buna değerli yan hakem arkadaşım da şahittir- futbol kurallarının ve federasyonumuzun bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı-koca ilan, pardon (maç notları ile aynı gün gittiğim nikahta aldığım notlar karışmış, özür dilerim) bu kırmızı kartı sana göstermek zorundayım. bu kırmızı kart tamamen futbolun kurallarını uygulamak için gösterilmiştir ve hiçbir art niyet yoktur!...
giray hoca: bırak hoca yaa! hem bana karışma diyorsun hem de hiç acımadan cart diye çocuğa kırmızıyı çekiyorsun. bu kadar kolay mı kırmızı çekmek? nedir bu hakemlerden çektiğimiz yaa!... sana diyorum ki bu pozisyon temiz, kırmızı kartlık değil. neden inanmıyorsun yaa? haklısın ersun, gördüğün gibi hakem gerçekten gereğini yaptı!...
hakem: lütfen kulübenize gidin beyefendi, bu size son ihtarımdır!...
hakem: o zaman size de şu elimde gördüğünüz kırmızı kartı üzülerek göstermek zorundayım, sayın bulak. bunu siz istediniz!...
anonsör(yabancı dili kuvvetli olmayanlar için çevireyim:anons yapan görevli anlamına gelmekte olup, kıta avrupası ingilizcesinde “anonsman” olarak anılır): 66. dakikada kırmızı kart gören denizlisporlu futbolcu 7 numaralı timuçin!...
işte burası çok önemli… anonsör, yaptığı anonsta kırmızı kartı gören futbolcunun 7 numaralı timuçin olduğunu söyledi. işin doğrusu ben de o karışık ortamda kimin kırmızı kart gördüğünü tam olarak anlayamadığım için anonsör’e inandım. fakat bir ara bizim emre’nin babası: “görüyor musun babadostu, şu timuçin’i? çok çalışıyor yahu!...” deyince içime bir kurt düştü. hay aksi! ortada ilginç bir durum vardı. hakemin kırmızı çektiği timuçin sahada… ne hakem ve seyirciler bunun farkında… ne de polis farkında (nur içinde yat cem karaca)… bizim emre’nin babası, tanıl bora, ahmet çiğdem, coşkun yurteri, hamdi nerkiz, ateş şendil, barış karacasu, bülent atlas gibi futbol bilgisine sonuna kadar güvendiğim şahsiyetler de hiçbir şey olmamış gibi maçı seyrediyorlardı. oysa bu çok açık bir kural hatasıydı ve maçın tekrarlanması gerekiyordu. benim neşem kaçmıştı ama bunu orada söyleyip kimsenin neşesini kaçıramazdım. buna hakkım yoktu. nasıl olsa fenerbahçe-rizespor maçında hakem ali aydın’ın, daha önce sarı kart görmüş olan rizesporlu victoria’ya bir sarı kart daha gösterip arkasından kırmızı kart göstermeyerek yaptığı kural hatasında olduğu gibi acı gerçek maçtan sonra ortaya çıkacaktı! bu duygu ve düşünceler içinde üzüntümü kimseye göstermeden seviniyormuş gibi yaparak arkadaşlarla galibiyeti kutlayıp eve geldim ve televizyonun karşısına geçerek kural hatası ile ilgili haberi endişe içinde beklemeye başladım. maç özetlerini seyrederken bir de ne göreyim: kırmızı kartı gören futbolcu timuçin değil, 60 numaralı serhat!... hay bin kunduz!... evet, ortada bir kural hatası yoktu. anonsör yaptığı yanlış anonsla maçtan aldığım bütün zevki berbat etmişti. ben bu anonsörden şikayetçiyim arkadaşlar ama bu şikayetimi resmiyete döküp ekmeğiyle oynamak da istemiyorum. fakat bundan sonraki anonsları doğru yapması için kendisini buradan şiddetle uyarıyorum!...
dip not (*)
emre’nin babası’nın söylediği “tamam usta, yeter bu kadar ustura. kalk, kapat dükkanı da gidelim artık tesislara!...” cümlesindeki “tesislara” kelimesi “tesislere” anlamına gelmektedir ve kafiye olması bakımından özellikle öyle kullanılmış olup herhangi bir yanlışlık bulunmamaktadır. lütfen düzeltilmesi için ısrar etmeyiniz!...