garip bir müdafaa taktiği ile oynatılan takımımız italyanların karşısında ancak 15 dakika dayanabildi
bologna, stadio communale... telefon başında istanbulu bekliyorum... bekliyor ve düşünüyorum: avrupalı, futbol meraklılarının ağzında artık türk futbolu, ispanyayı dünya kupasından eleyen, macaristan'ı, almanya'ya çekoslavakya'yı ve daha birçoklarını şurada burada yenen bir takım olarak anılmayacak. artık avrupalılar için türk millî takımı, italyanlardan yarım düzine gol yiyen herhangi bir takımdır...
evet, bologna'da kelimenin tam manasiyle bozguna uğradık. italya milli takımına 6-0 gibi korkunç bir sonuçla yenilmenin dışında, futbol olarak da hiçbir şey gösteremedik.
türk futbolu için «2 aralık 1962» her yönden kara bir gün oldu.
italya'da italyanları yenmek zordu. bütüna vantajlar rakipteydi. ve yabancı sahada oynayan bir takımın, sahadan mağlûp çıkması da futbol ölçüleri içinde normal sayılırdı. ama yarım düzine gol yemek, oyun olarak da ortaya bir şey koyamamak... bu kadarı fazlaydı işte!..
italyan gazeteleri olsun, futbolcuları olsun, günlerdir «maçı açık farkla kazanacaklarını» söylüyor ve takımımızı küçümsüyorlardı. böylesi, ne büyük konuşan rakipler önünde prestijimizi korumak ve ytenilsek bile, makul bir skoru sağlamak zorundaydık. aksine, görülmemiş derecede kötü oynayan milli takımımız, sahadan inanılmayacak bir netice ile, 6-0 mağlûp ayrıldı.
ilk 15 dakika
bologna'nın cıommunale stadını dolduran kırk beş bini aşkın seyirci, daha maç saatinden önce tezahürata başlamıtı. italyan milli takımında bologna'lı beş futbolcunun yer alması bologna halkını coşturan sebepler arasındaydı. havanın çok soğuk olmasına rağmen, seyirciler takımlarını teşçi etmek için bütün tribünleri doldurmuşlardı.
maça metin ve şenol hariç, herkesi kale ağzına toplayarak başladık. ilk dakikalarda ne pahasına olursa olsun oyunu rolantiye almağa yavaşlatmağa hatta durdurmaya çalışıyorduk. bütün oyuncuların kendi kalemiz önüne çekilmesiyle, italyanların gol atmasını önleyeceğimizi sanmak elbet de hata idi. futbolcularımız «ilk 15 dakika» çok dikkatli olmaları bildirilmiş, bu müddet içinde gol yemediğimiz takdirde, hücuma geçmek için açılabileceğimiz düşünülmüştü.
ne çare ki, taktik sadece 15 dakika başarılı olabildi ve maçın tam 15. dakikasında meşin yuvarlağı ilk defa kalemizde gördük orlando gerilerden söktü, fırladı. naci topu kesip taca atabilirdi, yapamadı. orlando'da kaldı top. o da getirip riveraya bıraktı. rivera şimşek gibi dalıp patlattı şutunu ve topu ağlardan çıkardık.
bu golden sonra italyanlar hücumlarını arasına fasıla vermediler. 11 oyuncumuzdan dokuzu kale korumakla görevli idi. ilk hareket, derhal kalemize kadar iniyordu. şimdi, tehlikeler birbirini kovalamağa başlamıştı. aradan her biri asır kadar uzun 10 dakika geçti. topu kapan sormani adetâ yürür gibi rahat daldı, ortaya nacinin burnunun dibinden ortasını yaptı. orlando kaleye üç metre mesafede yakaladı topu ve patlattı: bu ikinci goldü. çıkış yapıp, topu almayan özcanın hatâsı büyüktü. kalecimiz bundan sonra da bu çıkış yapmamak hatasını birkaç defa tekrar edecekti. aradan altı dakika daha geçecek ve sağaçıkta şahane bir oyun çıkartan orlando golleri üçe çıkartacaktı.
orlando artık büsbütün açılmış karşısında kimse yokmuş gibi rahat. mekik gibi çalışıyordu. ahmet'in arkadaşlarına uzatmak istediği bir topu gerilerden gelen maldini kapmış, ilerleyip ortasını yapmıştı topu çok iyi takip eden orlando yeniden içeri attı topu. durum şimdi 3-0 olmuştu...
ne oluyoruz?
futbolcularımız taktiği filin unutmuşlardı. hani unutmasalar da, bir şey değişmiyecekti. çünkü «müdafaa taktiği» maçın üçte birlik kısmında üç gol yedirmiş ve bu düşüncemizin yanlışlığını ortaya sermişti. üçüncü golden bir dakika sonra santrfor sormani yakaladığı topla daldı ve seri şutunu çekti. tribünlerş dolduran italyan seyircilerin «gol» diye ayağa fırladığı sırada, top direğe çarparak dönüyor ve kalemiz dördüncü golden koruyordu.
ama dördüncü gol, mukadderdi. hem de orlando'nun ayağından... milli takımda ilk defa yer alan orlando, silindir gibi önüne geleni ezip geçiyor ve hemen gole gidiyordu. maçın 37. dakikasında da böyle oldu. top orlando'nun ayağından filelerimizi buldu.
arada, bazı oyuncularımızın sertlik denemesine başvurması da, faydayerine zarar getiriyor, italyanlar boyuna faul atışı yapıyordu. seyirciden ilk küfürü işte bu sırada yedik: kadri, riverayı tırpanlamıştı. devre futbolcularımızın ne olduğunu anlayamadıkları bir sırada 4-0 aleyhimize kapandı.
tekrar oyun ve tekrar gol
ikinci yarıya takımımız başka bir haleti ruhiye içinde çıkacağı sanılıyordu. 4-0 lık durum, oyuncularımızı kamçılamış olmalıydı. yetkililer, böyle bir bozgunun nereye kadar gideceğini hesaplamış ve ona göre talimat vermiş bulunmalıydı. yani ne olacaktı sanki? fark zaten dörde çıkmamış mıydı?
fakat oyunun ikinci devresi başladığı anda değişen hiçbir şey olmadığı anda, değişen hiçbir şey olmadığı görüldü. takımımız tam bir başı bozukluk içinde dağınık bir manzara gösteriyor, italyanlar ise günlerdir bütük konuşmakta ne kadar haklı olduklarını ispat etmenin rahatlığıyla oynuyorlardı.
ve bu devre de, golle başladı. ikinci yarının daha üçüncü dakikası dolmamıştı ki, gene orlanda sağaçıktan daldı, pasını sola aktardı ve soliç rivera da mükemmel bir harekette topu ağlarımıza yolladı. beşinci golü de yemiştik.
bir de penaltı!...
takımımız bu golden sonra, sanki ağır bir yükten kurtulmuşcasına açık oynamağa başladı bu şekil, dışardan «takımız hu devre birinciye nispetle daha düzgün oynadığı» şeklinde bir yanlış görünüşe yol açmaktan başka fayda sağlamayacaktı. çünkü oyunun bu durumu almasında, bizim lüzumsuz - lüzumsuz ne kelime, sadece zararlı - «müdafaa taktiği» nden vazgeçerek hücuma kalkmamız kadar, italyanların da başka bir taktik tatbik etmelerinin tesiri büyüktü. italyan müdafaası bu defa. oyuncularımızı kendilerine çekiyor ve sonra âni «kontratak» larla kalemizde tehlike yaratacak topları ileri uzatıyordu. aslında sağbek maldini'nin de bizzat hücuma geçtiği ve bir sağiç, bir sağaçık gibi kalemize yanaştığı anlar az değildi
işte bu kontrataklardan birinde 66. dakikada sağiç bulgarelli birden ceza sahasına dalıyor, fakat ahmet'in müdahalesiyle kadri'nin kucağına düşüyordu. belçikalı hakem de italyanların gol sayısını arttırmasından zevklenmiş olmalı ki, «penaltı» kararını vermekte gecikmedi. çoklarınca «ağır ceza» olarak karşılanan bu penaltı kararı, gerçekten münakaşaya değerdi.
ve belki de, üzerinde kesinlik olmamasından, top fileleri bulmadı. santrfor sormani, topu pek yüksekten dışarı atarak penaltıyı kullanamadı. maçtan önce «muhakkak iki gol atacağını» söyleyen sormani, hakikaten kalmezide iki tehlike yaratmış ama çektiği şutlardan birincisinde ilk devre top direğe çarpmış, ikinci yarıdaki bu penaltıda da topu dışarı yollamıştı.
kapanış golü
maçın 75. dakikasından sonra beş dakika müddetle forvetlerimiz italya kalesi önünde dolaştı durdu. ancak, yakalanan fırsatlardan ilkinde metin, iki italyan müdafiinin faulü ile durduruldu. bir diğerdinde maldini, suat'ın ortasını önledi. diğer iki fırsatı ise, tarık ve şenol harcadılar. böylece «şeref golü» şansımız da yok oldu, gitti.
maçın «5-0» biteceği sanılıyordu. italyanlar, gol atmaktan, futbolcularımız da gol yemekten yorulmuşlardı sanki... ve bir anda orlandı göründü kalemiz yakınında... dört oyuncumuzun arasından sıyrıldı. topu bir kere daha ağlara gönderdi: bu, italyanın altıncı, orlando'nun da dördüncü golüydü.
«bologna bozgunu» nihayet bulmuştu: türk milli futbol takımı, italyaya 6-0 yenilerek sahadan ayrılıyordu.