berlin’de ummadığımız bir yenilgi aldık. önceki geceden beri “bu yenilgiyi almamalı mıydık” , yoksa “bu yenilgiyi aslında ummalı mıydık” ikilemi içinde gidip geliyorum. neyse ki önümüzde koskoca 7 müsabaka duruyor, ikincilik için en ciddi rakibimiz belçika’yı mağlup ettik, almanya’yla da rövanş oynayacağız. öyleyse galiba berlin’den dersler çıkarıp yola inanarak devam etmemiz gerek.
mesut dersi
herhalde cuma gecesinin en güzel dersiydi “mesut özil”… zonguldaklı harika çocuk, 22 yaşında ne kadar olgun olunabileceğini gösterdi, alman takımına liderlik yapmayı hak ettiğini bir kez daha ispat etti. demek ki artık bu oyuncularla ilgili kararları alırken “bize gönderilen mektuplar var”dan fazlasını söylememiz lazım. “löw, mesut’u kaç kez oynatacak ki” yanlışına da bir daha düşmememiz.
ilkay, oğuzhan ya da taner de almanya/hollanda formasını seçebilirler, onların başarılarıyla da gurur duyarız, hiç şüpheleri olmasın. ama yeter ki, bir daha almanya formalı bir türk oyuncu çıkıp, “hiçbir türk yetkili beni izlemedi ki!” demesin.
capello dersi
tabii ulusal takıma yeni oyuncular kazandırmak için onları daha fazla izlemek, hocalarla daha fazla temas kurmak lazım. sabah spor, hiddink’in (beşi istanbul’da) toplam sadece 6 maç izlediği haberini yapmıştı. okurumuz akgün özsoy’dan da capello’nun bir haftada neredeyse o sayıda maç izlediği detayı geldi: fabio capello, geçen hafta cumartesi gününü bolton-tottenham, m.united-sunderland, pazarı arsenal-blackburn, chelsea-liverpool, pazartesiyi de villa-m.city maçlarını izleyerek geçirmiş.
yani capello’nun bir hafta sonunda izlediği takım sayısı 10… hiddink’inse sezon başından beri izlediği toplam süper lig ekibi sayısı 7!
kura dersi
şunu da kabul etmek lazım, karşımızda dünyanın belki de en iyi iki milli takımından biri vardı. grubumuz kolay bir grup değil… milenyumda büyük turnuva yarı finali görmüş iki takımı bir araya getiren sadece iki gruptan biri (diğeri de hollanda-çek cumhuriyeti’ni eşleştiren 9. grup).
öyleyse artık bu elemelere birinci torbadan girmek (ve bir daha almanya’yla bu aşamada eşleşmemek) için daha kararlı olmak lazım. fıfa sıralamasında daha üstlere tırmanabilmek için özel maçlarda daha kuvvetli rakipler yenmemiz gerek. romanya güzel bir adımdı, devamı umarım amsterdam’da gelir.
maınz dersi
kasım’da hollanda’yla oynayacağımız hazırlık maçı tabii bizim için başka önemler de arz ediyor, bu müsabakanın türkiye’2014 kadrosunu kurmak için ilk adım olacağı inancını da taşıyoruz. kadroda yeni bursalılar olacağını umut ediyoruz mesela. aynen alman sporseverlerin bundesliga lideri mainzlılar’ın ulusal takıma alınmasını beklediği gibi…
löw, türkiye maçı öncesi yaptığı basın toplantısında mainzlılar’ı yakından izlediklerini, ekim’i atlattıktan sonra bu futbolculara (özellikle 20’likler holtby ve schürrle’ye) şans vereceğini açıkça ifade etti. ben hiddink’ten ya da ekibinden bursalılar ile ilgili böyle bir açıklama duyduğumu doğrusu anımsayamıyorum.
olgunluk dersi
löw’ün, 20’likler holtby ve schürrle’ye şans vereceğine kamuoyunun inancı tam, çünkü zaten cuma gecesi türkiye önüne çıkardığı kadroda o jenerasyondan adamlar var: kroos 1990, müller, badstuber ve marin 1989, mesut 1988’li… kulübede boateng (1988) var, sakatlanmasaydı grosskreutz (1988) da olacaktı.
bizim ulusal takım kadrosuna alınıp alınmamasını halen tartıştığımız genç(!) volkan şen’se 7 temmuz 1987 doğumlu… cuma geceki 11’imizde de 1 ocak 1988’den daha sonra doğmuş tek oyuncu nuri şahin’di.
pasaport dersi
gerçi en azından nuri şahin cuma gecesi sahaya ilk 11’de çıktı diye seviniyoruz, ama bu tercihin berlin’e özgü olduğuna dair de endişelerimiz var. ilerideki 5 adamımızdan dördünün almanya doğumlu olması; bunlardan özer, nuri ve halil’in kazakistan-belçika maçlarında aldığı toplam dakika sayısının 11’le sınırlı kalması şüphe uyandıran detaylar…
hiddink’ten beklediğimiz almanya’ya karşı almanya, avusturya’ya karşı avusturya doğumlularla oynayıp “günlük ekstra motivasyon beklentisi” içinde olması değil, pasaportlara bakmaksızın istikrarlı/adaletli bir kadro yapması.
sinan dersi
hiddink’in, almanya önüne almanya doğumlularla çıkmasının yanına bir de şu detayı ekleyin: sadece 1 ay önce türkiye-belçika maçında yedek kulübesinde oturan belçika ligi oyuncusu sinan bolat, bugün almanya-azerbaycan kadrosunda 4 kaleci içinde yok!
sinan henüz ay-yıldızlı formayla resmi bir dakika oynamadığı için belçika takımında yer alma şansına da sahip… eğer hiddink sinan’dan uzun vadede faydalanmayı düşünmüyor, onu sadece belçika maçlarına saklıyorsa(!), bu genç oyuncuya büyük bir haksızlık yapılıyor demektir.
kimlik dersi
hiddink’in rakibe göre uygulamalar yapması tabii ki anlaşılabilir, hatta desteklenebilir bir yöntem… ancak bu maçta umutlarını nuri’ye bağlayıp, sonra (aurelio çıkınca) o adamı hiç alışık olmadığı mesut markajıyla görevlendirmek, biraz bizim kimliğimizle çelişen bir uygulama oldu.
aynen sabri-hamit kozunu, rakibin lahm-müller kanadını durdurmak için ters çizgide heba etmek gibi… bu hareketle hem sahadaki tek resmi skorerimiz hamit’i kilitledik, hem de aldığımız önlem hiçbir işe yaramadı: almanya’nın iki golü solumuzdan geldi. hem de birincide ortayı lahm yaptı, kafayı müller vurdu.
boy dersi
belki küçük bir detay, ama üstünde düşünmeye değer: müller’in kafasında onu bozmaya çalışan adam 174 santimlik gökhan gönül’dü. sahaya 175 santimin altında 4 oyuncuyla (gökhan, sabri, emre, özer’le) çıktık. sol bekte ismail’in yerine tercih edilen sabri de, selefinden 7 santim kısaydı.
ekol dersi
berlin’den alınacak en büyük dersse galiba şu meşhur “ekol meselesi” … hiddink’i getirirken yaptığımız en büyük yanlışlardan biri buydu: kamuoyu söz birliği etmiş, hollandalı hoca’nın bize bir futbol ekolü tanımlamasını istiyordu.
almanya’da yaşananları gördük, biz kimliğimizin dışına çıkıp başka bir futbol oynayamıyoruz. biz ofansif düşünceli bir takımız. bizim çocukları bağlasan durmuyorlar. bizim -beğeniriz ya da beğenmeyiz- bir futbol ekolümüz var: beraberlikten memnun olmuyoruz, hep galibiyet aramak istiyoruz. yenilgiyi kabullenen bir ekip değiliz, mücadeleciyiz, hırslıyız, kolay vazgeçmiyoruz… (avrupalıların deyimiyle) türkler otobüse binmeden maç kazanılmış sayılmıyor.
bizim bir futbol ekolümüz var. hiddink’in yapması gereken de bize yeni bir ekol tanımlamak değil, bu anlayışımızı ehilleştirmek, bilinçli hale getirmek ve mümkünse geliştirmek.