bulgar hakemlerin bize antipatileri daha maç başlamadan belli oluverdi.
coşkun maç topumuzu kabul ettirmek için hakem odasına gitmişti. topumuz dünya kupası maçları için resmen kabul edilmiş hollanda yapışı nefis bir toptu.
buna rağmen coşkun hakemlerin yanından üzgün ve sinirli olarak döndü ve bana aynen şunları söyledi: «gündüz ağabey yandık galiba. hakemler topumuza bakmadılar bile. tahta gibi romen topunu seçiverdiler. allah vere de yalnız bununla kalsa. zira davranışlarını hiç de beğenmedim.» tabii bunları çocuklara duyurmadan kulağıma fısıldamıştı... maç başladı... dakikalar ilerliyor... aşkolsun çocuklara... binlerce aşkolsun vazifelerini sanki nazari dersimizin piyonları kadar hatâsız yapıyorlar. kalemizin önünde öylesine iyi kapanıp, hücuma geçtik mi öylesine mükemmel açılıyorlar ki, kale arkasında coşkunla benim gözlerimiz doluyor. dinamolular şaşırdılar. bir türlü oyuna giremiyor, ısınamıyorlar. içlerimize şövle bir inanç yerleşiverdi, «bugün bunlar bize gol atamazlar.» nitekim kalemize şut bile attırmıyor çocuklar. ölü topları, ortaları ise turgay kaplan gibi çıkıp kapıyor... haa! az kaldı unutuyordum. daha oyunun beşinci dakikasında tarık ayağındaki topla şimşek gibi ilerliyerek iki kişiyi geçip metine yuvarladı! metin güzel bir dönüşle bomboş kalıverdi ve şutunu patlattı. fakat top direğin hemen dibinden kurşun gibi geçti gitti. hemen biraz sonra gene metin onsekize daldı şutunu çekecekken iki dinamolu kafa kol yıkıverdiler çocukcağızı yere. neyse hakem penaltı verir artık diye bekliyoruz. fakat hiç oralı olmadı bulgarcık .
bu haksızlık karşısında takımımız şahlanıyor. ve talât'ın şutları dinamo kalecisini bir hayli terletiyor. devre tamamiyle pasif hale getirilen dinamoluların sahada süklüm püklüm dolaşışlarıyla bitiyor.
onbirimiz
ikinci devre gene aynı hikaye... ve derken metin topu kaptı bir kişiyi geçti, geçti değil de daha doğrusu nefis bir bel çalımı ile yerlere yaıtdı. birini daha atladı, birini daha. aaa! bu bizim eski metin. pek sevdiği, vurmak füzelerini sallamak için tercih ettiği o sol taraftaki rampa yerine doğru da gidiyor. acaba sahiden eski metinimiz mi derken topa patlatıyor. top uzak direğin yanındaki ağları havalandırıyor. kala arkasında coşkunla öpüşüyoruz. turgay da dayanamayıp kalesinden koşup yanımıza geliyor. bu sefer üçümüz kucaklaşıyoruz. oyun devam ediyor. takımda vazifesini yapmayan futbolcu yok. dinamonun en korkunç oyuncusu sağaçık karşısında hasta b. ahmet bile insanüstü bir direnme ile takımına faydalı oluyor.
turgay kalesinde kendisinden son derece emin candemirin karşısındaki solaçık bunalıp solbek yerine kadar kaçtı. suatın fevkalade garantili, faydalı, oyunu, çıkardığı uzun toplar açılan galatasaray şemsiyesinin demir telleri gibi. ergun arkada çelikten bir kilit sanki. kadri... o da bugün cidden eski büyük futbolcu kadri... mustafa ile talata gelince. allah analarına, babalarına, türk futboluna bağışlasın onları... o ne akıl almaz mücadele. o ne nefes... o ne ciğer...
solda uğur her top alışta yıldırım gibi dinamı kalesine iniyor. oraları allak bullak ediyor. metin, hani o formsuz, ortalarda mücadeleden kaçınarak dolaşan metin, o da görülecek bir metindi o gün. bir sağda, bir solda, bir bizim kalenin önünde, ele avuca sığmıyor. peki ya tarığın hakkını nasıl ödemeli. olağan üstü bir gayretle bir bakıyorsunuz solbekin peşinde, bir bakıyorsunuz solhafın arkasına takılmış ve bir de bakıyorsunuz ki dinamo kalesinin önünde bitivermiş. laf arasında şunu da söylemeliyim ki o maçın bu büyük görünmez kahramanının hakkını yıldız tablolarında maalesef vermemişler bazı arkadaşlar. bence tarığın hakkı su götürmez şekilde dört yıldızdı. herhalde ona verilen ağır vazifeyi bilmediklerinden oalcak...