bükreş'den sizlere son yazdığımda maçtan bir gece evvelki hâlimizi anlatmağa çalışmıştım. o gece yataklarında maç heyecanı ile kıvır kıvır kıvranan çocukların odalarını bir bir gezmiş, koskoca turgay'ın bile heyecanı ile başbaşa kalmak korkusu ile beni lafa tutup yanında alıkoymağa çalışmasını güç atlatmıştım.
yarının sonunda ise, sizlere şöyle sesleniyordum: «allah rahatlık versin hepinize, inşallah dönüşte utanmadan bakabiliriz yüzlerinize...»
şimdi artık işimiz bitmiş, heyecanımız dinmiş bulunuyor. tabii önümüzdeki pazara kadar. çok şükür bugün için yüzlerinize bakamayacak halde de değiliz. gel gelelilm bükreş'teki maçımızın bulgar hakemleri, eğer politika ile sporu birbirlerine karıştırmamış olsalardı bugün muhakak ki karşınızda daha yukarda olacaktı alınlarımız..
inanarak çalışmıştık
8.9.962 cumartesi günü bükreş'deki dinamo stadında son çalışmalarımızı bitirdik. bu daha ziyade bir taktik hazırlanışı idi. ilk önce sahanın bir köşesine çekilip çimlerin üzerine oturarak sarı -kırmızı piyonların yardımı ile çocuklara ertesi günkü oyun tarzımızı nazari olarak göstermeğe çalıştık. sonra, sahada ameli olarak konuştuklarımızın tatbikatına geçtik. evvela bizim defansın vazifeleri gösterildi. tarık, turgay, metin, ben, uğur, giya dinamonun forveti olduk. coşkun da dinamo'nun oyun kurucusu 5 numaralı sağhafını temsil ediyordu. karşımızdaki galatasaray defansı şöyle sıralandı: candemir, b. ahmet, suat, ergun, kadri. bu kuvvetli müdafaayı soliçimiz talât ile sağiçimiz mustafa büsbütün kuvvetlendirmeğe çalışacaklardı. şöyle ki, sahanın her tarafını dolaşan dinamonun santrforunu mustafa bıkıp usanmadan kontrol edecek, oyun kurucu 5 numaralarını da talat tesirsiz bırakacaktı. bu anlayış içinde ve her çeşit ihtimali düşünerek sahada uzun uzun çalıştık. sonra da sıra bizim forvetin, onların defansı karşısındaki vazifelerine geldi. taktiğimiz icabı çok zaman üç, bazen dört, pek seyrek olarak da beş kişi ile çalışacak olan bu hattımızda futbolcularımıza düşen vazifeler doğrusu pek ağırdı. hele, hem rakip solbeki ile solhafını kontrol edip, hem de forvetin ataklarına yetinmesi gereken tarık'ın vazifesi cidden güçtü. bir hayli süren taktik idmanımızda bütün futbolcuların verilen vazifelere inanıp adamakıllı benimsediklerini sevinerek gördük. içlerimiz ümitle dolu otelimize döndük. ne yapacağımızı biliyor, en mühimi de eğer bunları yaparsak ancak o zaman başarıya ulanaşağımıza hep beraber inanıyorduk.
büyük ahmet
maç gününün sabahı otelin büyük holünde toplanmış konuşuyoruz. dışarda şakır şakır yağmur yağıyordu. hemen hemen bütün futbolcular orada. maçtan konuşmuyoruz, fakat eminim ki, her başka şey konuşan hep maçı düşünüyor. büyük maç heyecanı sinsi bir beyin kenesi gibi futbolcuların kafasında. bu ara genç kaleci altay telaşla yanıma sokulup heyecanla konuşuyor. «baba, ahmet ağabey yukarda bayıldı, yatıyor.» yerimden fırlıyorum. coşkun da koşuyor. ahmet'in odasına dalıyoruz, zavallıcık sapsarı bir benizle yatağına uzanmış, kendinden geçmiş. kafilemizin kıymetli doktoru operatör ali uras izah ediyor: «biraz evvel doğuk algınlığına karşı penisilin yapmıştım ahmet'e, meğer alerjisi varmış penisiline karşı. müthiş bir reaksiyon gösterdi bünyesi. istifra etti ve ayakları, diz kapakları kaşıntılarla kızarıp şişti, ama merak etme. hemen ayağa kaldırırım onu ben.» sahiden de doktorumuz kolları sıvıyor, iğneler, ilaçlar... ahmet kendine gelir gibi oldu fakat gene de başını kaldıramıyor, durmadan uzanmak istiyor. çarnaçar kaçınılmaz uykusuna terkettik onu. aradan iki üç saat geçti, başucunda bekliyoruz. ahmet uyandı, şoyle bizleri bir süzdü, sonra yataktan fırlayıp banyoya giderek kafasını doğuk suyun altına bıraktı. bir müddet sonra yanımıza geldiğinde şöyle konuşuyordu: «hiç üzülmeyin, yalvarırım güvenin bana. dün hepimize teker teker vazifelerimizi verdiniz, bugün birimizin eksikliği düzeni bozar, sonunda ölsem de oynamak istiyorum bugün.» ahmet bu sözleri ile daima isminin önünde bulunan büyüklüğü, insan olarak da hak ediyordu.