mithatpaşa'da oynanan balkan kupası maçında: fenerbahçe, dinamoyu 1-0 yendi
bir final havası içinde geçen müsabakanın yegâne golünü 2, devrede kadri fevkalâde kafa şutu ile attı
zaman zaman tehlikeli akınlar yapan arnavutluk 2. si karşısında f. bahçe son 30 dakikada canlandı
kahraman bapçum
sadece dünkü maçı seyreden ve arnavutluk'taki futbol hakkında hiçbir peşin hükmü olmayan bir kimse rahatça iddiayı ileri sürebilir: arnavutluk futbolu türk futbolünden daha iydir...
bu, dünkü maçta dinamo takımı fenerbahçeden iyi oynadı demek değildir tabii... hattâ golden sonraki yarım saat içinde sarı - lacivertli takım rakibinden oldukça üstün bile görünmüştü. bu arada biraz şanslı olsalar farkı ikiye, üçe de çıkarabilirlerdi.
ama sahadaki iki takımın futbol anlayışları, futbol kondisyonları, yetişme tarzları, fizik kabiliyetleri birbirinden çok farklı idi... bu fark daha sahaya çıkınca görülüyordu. bir taraf artık sporun alfabesi demek olan «ısınma» hareketini ciddi ciddi yaparken, diğer taraf - yani bizimkiler - yetiştiricisinden yedek futbolcusuna kadar bildiğimiz kayıtsızlık içinde idiler.
bir taraf rakibine en fazla ezildiği zamanlarda bile «futbol» u belirli bir yolda oynarken, diğer taraf rakibini ezdiği anlarda bile şahısların doğuştan getirdiği kabiliyetlerine güveniyordu.
ve heyhat!.. fenerbahçenin dünkü rakibi ingiltere, rusya. isveç, brezilya futbolunu değil arnavutluk futbolunu temsil ediyordu. kapalı tribünün orta yerinde ise şöyle bir döviz vardı: «türk futbolunun güvenilir temsilcisi fenerbahçe».
asıl karşılaşanlar
evet sahada iki ekol vardı: bir tarafta «ha babam» ekolünün yıpratıcı, kahredici yorgunluğuna dayanabilmek için kendilerini helâk edercesine didinen cefakeş türk çocukları... diğer tarafta «futbolu bütün tarafları ile bir bilim diye kabul eden» ekolün fevkalâde olmayan, sıradan temsilcileri. neticede, bizim kiler bütün meziyeti futbolu, futbol gibi oynamaktan ibaret olan takım az daha yenemeyeceklerdi.
oyun
maçın ilk devresi fenerbahçeliler için hiç de ümit verici değildi. ümitsizliğin temeli forvetten doğuyordu gerilerden aktarılan toplar şuursuz sanılacak bir ısrarla mutlaka soldan uzatılıyor ve hilmi adetâ şuurlu bu inatla ya toptan takip etmiyor, ya da aldığı topları derhal rakibe veriyordu. halbuki sağda mikro ve lefter fevkalade olmasalar bile bu şeyler yapacak gibiydiler. ama gel gör ki, sağ geride ozer'in ısrarlı faulleri, arkasındaki atilla'yı da bozuyordu. ve böylece fenerbahçe şerefin tek başına yapacağı ataklara kalıyordu şeref de allah için çalıştı durdu. çalıştı ama bir makine değildi, yoruldu tabii...
esasen misafir takım da yukarıda dediğimiz gibi «futbol» oynamasına rağmen öyle rahat netice alacak bir klâsa sahip değildi. oyunun ilk şutunu lefterin verdiği bir pasla mikronun çektiği düşünülürse.. ilk kırkbeş dakikanın en ilgi çekici olayları 27. dakikada nikola'nın pası ile dalıveren dinamo sağ hafı hüseyin'in çektiği şutun üst direğe vurup geri gelişi ve 43 üncü dakikada topu orta çizgide alan şerefin sağ açık yerinden şimşek gibi fırlayıp bütün defansı geçtikten sonra patlattığı şutun dimitri tarafından karşılanması idi.
ve gol...
ikinci devrede hilmi'nin yerine oyuna giren ergun daha randımanlı çalışıyor. ilk devrede daha çalışkan olan lefter ve kadri yorulan şerefin yükünü hafifletiyorlardı. nihayet 56. dakikada lefter, özerden aldığı bir topla olduğu yerde dönüp karşısındaki müdafii ekarte ederek bekletmeden ortasını yaptı. kalenin tam ortasına doğru süzülerek inen topa kadri ve şeref birlikte daldılar. kadri startını daha çabuk almıştı. sokuldu, kalecinin şaşkın bakışları arasında uçarak topun altına girdi. havada kafayı vurdu. bu kafayı vurduktan sonra bu kaleci için yapacak fazla bir şey yoktu.. top ağların üst kısmını aşağıdan yukarı doğru kaldırıyor ve kadri boylu boyunca yerde yatıyordu.
bu golden sonra fenerbahçe biraz daha canlandı. 30. dakikada lefterin, 35. dakikada şerefin solaçık yerinden kaçarak attıkları şutlerden birincisi avuta gidiyor. ikincisini kaleci kornere çıkarıyordu. üç dakika sonra mehdi'nin frikikini üner kornere attı, fakat 41. dakikada kornerden gelen topa santrforun yapıştırdığı şuta müdahale edemedi. üst direğe çarpan top geri geldi ve müdafaa tarafından uzaklaştırıldı. maçın bitmesine iki dakika kala mikro'nun lefter'e onun da şerefe aktardığı topu şeref nefis bir vole ile kaleye gönderdi. aut.
asıl sonuç
fenerbahçe bir hakiki kupa maçı gibi oynanan bu maçı kazanmıştı. bu, canını dişine takarak mücadele eden fenerbahçenin hakkı idi. ama sadece dünkü maçı seyredip, arnavutluk futbolu hakkında peşin hükmü olmayan bir kimse rahatça şunu söyleyecektir. arnavutlukta futbol türkiye'dekinden daha iyidir.