bu, bizde oldum olası böyledir. kendinizde hiç bir şans göremez, elinizdeki kadroya hiç - ama hiç -güvenemezsiniz; halbuki takım sahaya çıkar ve dün fenerbahçe'nin birinci devrede oynadığı futbolu oynar... hayretler içinde kalırsınız.
takımınızın ilk 45 dakikada gösterdiği hem güzel futbol, hem çalışkan davranış size ümit verir, ümitlenir, hatta «maçı alıyoruz» diye kendi kendinize kararlar verirsiniz; halbuki takım, netice almak şöyle dursun en güvendiğiniz koruyucunun iki hatâsı ile 2-0 yenik duruma düşüverir.
bu, bizde her zaman böyle olmuştur. formsuz sandığınız zaman devlerle başa çıkmış, şampiyonuz dediğiniz zaman sonunculara yenilmişsinizdir.
çünkü bizde futbol dediğiniz san'atın standart bir ölçüsü yoktur. çünkü bizde futbolcu dediğiniz san'atkarın standart ölçüsü yoktur. ve işte bunun içindir ki bizde her maçta bilinen bir seviyeyi tutabilmiş futbolcu parmakla gösterilir.
ümit veren fenerbahçe
yabancı saha - ama ne saha - elbette ki almanya şampiyonlarını tereddüde sevk ediyordu. ama sahaya iyi sayılan, iyi çalışan, iyi top kullanan bir fenerbahçe on biri ile bu tereddüt elbette ki maç kaybetmek korkusuna dönecekti. nitekim döndü de... beraberlik onlar için maçtan evvel kabul edilmiş bir gaye idi. ama fenerbahçe «futbol» oynamağa başlayınca güç elde tutulur bir gaye oldu
bu beraberlik... ilk dakikalar mütemadiyen sağdan lefter yolu ile inmeğe çalışan takım inebiliyor, fakat sağaçığın her defasında çalımla geçmek istediği solbek tarafından durduruluşu oyunu o köşeye hapsediyordu. ve lefter kapının tokmağını çevirip açmak için uğraşmaktansa, orta yerden abanan bir adam gibi ille de kendisi geçmek için çabalıyor ve kendisinden cüssece iki defa büyük rakibinin çabuk hareketli bacaklarına mağlûp oluyordu. halbuki can'la beraber bir «ver -kaç» oltası hilpert'i mutlaka mağlûp ederdi.
buna mukabil sağ taraf tââ ismail'den itibaren rakip hatlar arasına civa gibi giriyordu. ama bu forvetin netice alması için, şerefi de bu kadar yorması icap etmezdi. havadan aşırılan toplara santrfor bıkmadan yorulmadan dalış yapıyor ve yakaladığı topları düzelltinceye kadar rahat kalan defans topu alıyordu.
fenerbahçe 45 dakika böyle oynadı. ve galiba bu takımın şanssızlığı, iki insaydın ileri doğru yuvarladıkları nefis pasların, alman defansı tarafından kesilişi idi. bu toplar iyi markajla filân değil, bizce daha çok şansta kesildi. önündeki beki geçemeyen lefter inadına rağmen gene de tecrübesinin verdiği bir içgüdü ile 15. ve 22. dakikalarda uzaktan attığı iki şütle netice aradı. bu şütlerden biri üst direğe çarparak auta gidiyor, diğeri iyi yer tutmuş olan kalecinin kucağında kalıyordu. 26. dakikada lefter - şeref kombinezonundan şerefin yapıştırdığı şüt de gene yukarıdan auta çıkıyordu.
yıkılan fenerbahçe
ikinci devreye bilinmez neden fenerbahçe, maçtan evvel beklediğimiz, ve ilk devrede tamamen aksini bulduğumuz bir hal ile başladı. o çalışan, o galibiyet hırsı ile besil takım durmuştu. hücumcuları ile, yardımcıları ile, müdafileri ile durmuştu takım... ve daha birinci dakika dolmadan orta sahanın boşluğundan fırlayan strehl., ceza sahasına kadar sokuldu ve sütünü patlattı. özcan olduğu yerde kıvrılıverip topu yerde bloke ederken mükemmeldi. ama, bundan yedi dakika sonra özer'in ceza sahası dışında yaptığı bir faulde, flachenceker'in frikikini seyrederken mükemmel olmak şöyle dursun, futbol hayatının en ciddi hatalarından birini yapıyordu. başının üzerinden geçen topa sıçramadı bile.. halbuki fiziği ve kendine güveni onun bugün lastik gibi olmasını icap ettirirdi. fenerbahçe böylece yıkılıyordu. hatâ özcan'ındı ama takımın devreye «durmuş» olarak başladığını da unutmamalıydık.
aradan bir dakika geçmeden sarı -lacivertli takımın maç üzerindeki iddiası tamamen kayboluverecekti. sola deplase olmuş olan sağaçık ortadan aşırılan topu iyi tâkip edip santrfora aktardı. strehl fırladı, sola doğru koşarken sağa doğru plase ettiği topu özcan kolları altından kaçırdı ve böylece ikinci gol maçın akıbetini ilân etti.
...ve yeniden şahlanış
maç gitmişti. türkiye şampiyonu kendi sahasında - hem de iyi oynadığı bir günde - almanya şampiyonuna iki farkla yenikti. geri kalan 35 dakika bu maçın neticesini zor değişirdi.
ümit yoktu... ama ne oldu bilinmez sarı - lacivertli takım yeniden ayaklandı. bastırdı. ezdi, eğdi, büktü. sıkıştırdı, dağıttı. eveledi, geveledi. nihayet ilk neticeyi biraz da kaleci wabra'nın ikramı ile can'ın ayağından kazandı.
hız kesilmedi. futbol oynamağa yeniden başlamış ve galibiyet ümidini
yeniden kazanmıştık. hilmi hızlı, can sanatkâr, lefter bilgili. şeref çalışkan, ergun şeytan hüviyetlerini kazanmışlardı. takım hücumda iken iki yan hafin rolü de inkâr edilmezdi.
ve... daha yirmi beş dakikamız böyle geçecek, fakat bu forvet galibiyeti değil beraberliği bile getirecek golü atamıyacaktı.
hakikat
bu bizde her zaman böyle olmuştur. ümitsizken, ümitlenir; ümitlenince yıkılıverirsiniz. çünkü bir ölçüler muvazenesi bir standart seviye yoktur. ya şahlanıp şahikalar yaratacak, yahut çöküp dağılacaksınız. çünkü dostlar: futbolu bilerek değil kabiliyetliniz ve heyecanımızla oynamaktayız.