yönetmen ertekin akpınar'ın senaryosunu da yazdığı ilk filmi melekler ve kumarbazlar, sakaryaspor'a gönül vermiş ana karakterleriyle dikkati çekiyordu. ertekin akpınar'dan bu kez goal okurlarına başrolde sakaryaspor'un olduğu bir hikaye anlatmasını istedik. ortaya taşrada filizlenmiş, yeşil siyah renklere bürünmüş, bitimsiz bir sevda hikayesi çıktı.
nurdan gürbilek eski defter dergilerin bir sayısında "taşra sıkıntısı" yazısında 'taşra'nın roman kahramanlarını anlatır. kısaca o yazısında zamanın çok ağır aktığı zamanlarda kahramanların iç dünyalarının ne kadar tutkulu ve saplantılı olduğunun tespitini yapar. gürbilek'e göre; taşra bir açmazdır, çıkışı olmayan biryol'dur. bütün sokakları hep en büyük ve herkesin bildiği caddelere çıkar. herkes, herkesi tanır. herkes herkesle arkadaş, düşman, dost ve sevgilidir orada... ama 'ortak hafıza'larında belirli kodları, simgeleri ve sembolleri vardır. işte onlara dokunulmaz taşra'da. sakaryaspor -en azından- benim kuşağımın en önemli dokunulmaz bir mevzi'sidir, yıkılmayacak tek kale'sidir... karşılıksız bir sevginin atardamarıdır: sakaryaspor...
80'liyılların ilk yarısı, tuna ve yenal'la beraber dört beş oyuncunun fenerbahçe'den transfer olduğu yıllardı. başkan tuncer tepe'ydi. amigo çarli'ydi. bizim gibi lisede okuyan çocukların sokaklarda saf tuttuğu yıllardı. kalede panter fuat, sağbek recai, sol bek küçük turgay, stoperde deli nezihi, liberoda imparator coşkun'un efsane olduğu yıllardan söz ediyorum. gazetelerde manşetler şöyle atılıyordu o yıllar: "tuna, sakarya'da harikalar yaratıyor." "maradona kazım bu hafta da boş geçmedi." tribünlerde, "ölüm nereden gelirse gelsin mezar taşıma sakaryaspor yazılacaksa öyle ölüm sefa gelsin hoş gelsin pankartları vardı...
lisede okuyordum. metin, balta bülent, selami, ahmet, ben, erdinç, oktay küçük bir grubumuz vardı. hafta içleri kupa maçına gitmek için okuldan kaçardık.
kocaman bembeyaz bir bez parçasına, elimizdeki boyalarla şu yazıyı yazmıştık: "sen yalan dünyadaki tek gerçeksin" diye...
adı aşk bu eziyetin!
şimdi sakaryaspor eski tabirle 3. ligde. kulübe haciz gelmiş. geçen günlerde gazetede bir haber: "kulübe haciz geldiğini öğrenen taraftar gece kulübe girip sadece türkiye kupası'nı kaçırdı" diye. fotoğraf gece çekilmiş. birkaç kişi elinde gece kulüpten aldıkları kupayla fotoğraf çekilmişler. fotoğrafın altında şu yazı yazıyor: "bu kupa bizim kimseye vermeyiz." bir sigara yaktım fotoğrafa bakarak şunu düşündüm, "offf be! ne büyük tutkuymuş bu" dedim kendi kendime. ve o kupanın nasıl alındığının hikayesini hatırladım: kupada final maçının ilk ayağı bizim sahamızda samsunspor'u 2-0 yeniyoruz. bir hafta sonra 35-40 kişi samsun'dayız. maçta 75.dakika 0-0. eski galatasaray'lı sinan bizim santraforumuz. bir kontratak sinan ayağını dokunuyor 1-0 öne geçiyoruz. sinan bizim türübünlere doğru koşuyor. bizim türübün hepimiz nasıl olduysa basamaklardan uçup hepimiz tel örgülere yapışıyoruz. çıldırmış gibiyiz. bağıranlar, ağlayanlar, kendi üstlerini yırtanlar. kupa artık bizim. herkes birbirine sarılıyor. bir gol yiyoruz maç 1-1. ama umurumuzda değil ki. hakem düdüğü çaldığında bütün futbolcular bize koşuyor. bulunduğumuz kale arkasının arkasından taşlar yağıyor kafalarımıza. futbolcular formalarını atıyor ama o ne? deli nezihi şortunu çıkarıp atıyor. yanımızda bulunan mahalleden metin abimiz, "çılgınlık bu" diyor. futbolculara sarılmamıza aramızdaki tel örgüler bile engel olamıyor. amigo çarli herkesin orasından sıyrılıp santraya doğru koşuyor. ve bizim tribüne üçlü çektiriyor: sakarya. sakarya. sakarya... taştan kafası varılanlar, ağlamaktan gözleri şişmiş insanlar, üstü başı yırtılan cefakâr sakaryaspor taraftarı... tribünler boşaltılıyor. bağırmaktan seslerimiz kısılmış. yumruklarımızı sıkmaktan tırnaklarımız avuç içlerine izler bırakmış.
hepimiz otobüsteyiz artık. bir beste yapıyoruz hemen: "seni mahşere kadar sevmeye yeminim var." onu söylüyoruz. yola çıkıyoruz. mutluluktan sarhoş olmuşuz. o da ne? şehir dışında birkaç otobüs gelen samsunspor taraftan önümüzü kesiyor. arabadan hepimizi indiriyorlar. hepimizi bir güzel dövüp tekrar bizi arabaya bindiriyorlar. acı yok! mutluluktan çıldırmışız. hepimiz biliyoruz ki, "adı aşktı bu eziyetin"...
ilk mola yerinde sakaryaspor otobüsünü bekliyoruz. elimizde bayraklar, flamalar. amigo çarli yol tarafından bağırıyor: 'geliyorlar..." el ele zincir yapıp arabanın etrafını çeviriyoruz. stoperimiz deli nezihi kupayla arabadan çıktığında deliriyoruz. zincir bozuluyor. herkes kupaya dokunmak istiyor. kupayı getiren golü atan santrfor sinan abiyi görüyorum. otobüsün basamaklarına oturmuş ağlıyor. yıllar önce bir trafik kazasında kaybettiğimiz büyük aykut sakin ve vakur görüntüsüyle otobüsün üstüne- çıkmış üçlü çektiriyor: "en büyük sakarya başka büyük yok."
sevdanın ligi olmaz!
aradan yıllar geçmiş. şimdi 3. ligdeydik. bir film çekmek istiyordum. deprem, sakaryaspor, arkadaşlıklar, geçmişin o vakur görüntüleri, 'ruh'tan değil 'vicdan'dan konuştuğumuz zamanlar. 'skor'u değil 'oyun'u, insanı değil 'forma'yı sevdiğim zamanı ölümsüz kıldığım zamanları dahası bir tutkunun insanın hayatına nasıl sindiğini anlatmak istiyordum. ilk filmim olacaktı. ve asla sakaryaspor'suz olamazdı. benim tarihime eşlik etmiş bir ve onunla büyümüştüm çünkü. sakaryaspor'suz bir film olamazdı, olmadı da; melekler ve kumarbazlar.
mitoloji bütün kahramanların geri dönüş hikâyelerini anlatır. kahramanın sonsuz yolculuğu kitabında campell bunu doğrular. bir an'lık küçük zafer onlar için kazanılmış büyükzaferlerdir. ama, kazananlar sonsuza kadar kazanmış olamazlar. zamanın sınavından geçen bütün ruh'lar bunu bilir.
geçen tribünlerde o tünelden çıkan 11 oyuncuyu görürken gözümden yaşlar döküldü. "sevdadan kaçılmaz" derken ağlıyordum. gazeteler yazıyor: "sakaryaspor son maçında ligde kaldı" diye. ben de melekler ve kumarbazlar filminin senaryosunu yazarken gecenin geç saatlerdeki sokaklarda dolaşırken spreyle bir duvar yazısı görmüştüm bu şehrin sokaklarında. şimdi onu söylüyorum kendi kendime: sevdanin ligi olmaz. *