bu yazı serisini feriköyün asil hatırşinas, kadribilir, sporsever semtlilerine, idarecilerine ve futbolcularına ithaf ediyorum.
söz vermişlerdi
2
nihayet beni kulübün büyükleriyle, futbolcuların toplandığı salona davet ettiler. feriköy takımını senelerce ayakta tutup, sonunda milli lige kadar getirmeye muvaffak olanların başında gelenlerden umumi kaptan hüseyin arık birkaç mültefit cümleyle beni bulunanlara tanıttı. kulübün büyüklerine saygı vazifemi yaptıktan ve futbolcuların yeni ve hiç tanımadığım talebelerimin bir bir isimlerini öğrenip ellerini sıktıktan sonra onlara şunları söylediğimi hatırlıyorum: «bugün sizler ve ben feriköy kulübüyle gerdeğe giriyoruz sayılır. nasıl ki bir erkek evlendikten sonra karısının köyünden oluverirse bizlerin de köyümüz feriköy artık.
bütün bir mevsim köyümüzün şerefi, saadeti ve muvaffakiyeti için elele verip çalışmak üzere birbirimize namus sözü vermeliyiz bugün... ben size bütün varlığımla feriköy için çalışmaya söz veriyorum. nasıl sizlerde söz veriyor musunuz çocuklar?» futbolcuların hepsi birden ayağa fırladılar ve heyecanla bakırdılar: «söz veriyoruz hocam!» bu candan söz verişleri beni de adamakıllı heyecanlandırdı.
«haydi öyleyse çocuklar» dedim. «hemen eşofmanlarınızı giyip renklerinizi yükseltmek için seve seve idmanlarımıza başlıyalım» sözlerimi bitirince teker teker futbolcuların yüzlerine baktım. hepsinin gözlerinde inanç vardı birden benimde içim inançla doldu. bu futbolcular kös dinlemiş, fazla bilmiş, donuk bakışlı kendini beğenmiş, dejenere sporcular değillerdi. böyle sporcular gibi insanı bezdirmezler, bilâkis şevklendirirler. soyunma odasına koştum ve neşe içinde yepyeni eşofmanımı giyip, düdüğümü boynuma takarak sahaya fırladım. sahayı dolduran binlerce feriköylü taraftar dualar mırıldanıyorlar, kurbanlar kesiyorlardı.
samimî çevre
artık benim için pek tatlı bir hayat başlamıştı. antrenman günlerimi adeta iple çekip erkenden kulübe koşuyordum. soyunma odalarına, duşlara, malzemeye filan bir göz attıktan sonra bahçeye iskemleyi atıp semtin ileri gelenleriyle sohbete girişiyorduk... öğle yemeklerimizi de orada hep beraber yiyorduk. idare heyeti âzalarının çoğu da oradaydılar. apartman mustafa, hüseyin, fehmi, süleyman, hüsnü ve semtin meşhurları can baba, kadri ağabey, avni şenbulut, iskender ağabey, turan usta, aslan, izzet, tarzan mustafa, acem, m. ali, erdoğan, hasan, aleko, ismail ersin, necati karakaya, orhan ve daha birçok hasta taraftar... bu insanları her idmanla göre göre artık okadar alışmıştım ki kendilerine: «futbolcuların antrenman devam defterine sizi içinde isimlerinizi yazdım, bir antrenmana gelmezseniz ceza keserim» diyerek takılıyordum bu arada kulübün babacan ikinci reisi kadri tunalılar ise her zaman yardıma hazır, iyi kalpliligi, ve pratik fikirleriyle arasıra görünüp etrafa güven ve maneviyat dağıtıp kayboluyordu. kulübün idare âmiri zeki usta da tatlı sohbetlerimizi, tavşan kanı, demli nefis çayları, okkalı köpüklü kahveleriyle büsbütün keyiflendiriyordu.