bu yazı serisini feriköyün asil hatırşinas, kadribilir, sporsever semtlilerine, idarecilerine ve futbolcularına ithaf ediyorum.
kıyı'daki insan
1
1959 senesinin sıcak bir yaz günü suadiye plajının kumları üzerine uzanmış hareketsiz ve düşüncesiz güneşlenmiyordum. iki senedir zaten içim bomboştu. sırf allışkanlıkta geziyor, dolaşıyor, konuşuyor, hattâ gülüyordum amma, zerre kadar içimden gelmiyordu bütün bunlar.
çünkü senelerce vücudumun hakiki dinamosu olmuş, onu harekete getirmiş spor aşkını iki yıl önce âdeta zorla söküp çıkarmışlardı içimden. ben de ihanete uğramış bir aşık misâli küsüp âvare âvare dolaşan, unutmak için çalışan, insanlardan kaçışan bir münzevi olmuştum artık. iste böyle bomboş içimle dışımı kumlara sermiş yatarken güneşimin gölgelendiğini hissettim birdenbire. doğrulup baktım. evden haber yollamışlar. misafirlerim gelmiş. kalktım ve eve yollandım.
4 misafir var
salonda üçü tanıdık, birisi ise yabancı dört kişi karşıladı beni. tanıdıklar gazeteci arkadaşlardan necati karakaya, ismail erçin ve eski sporculardan münirdi. tanımadığımı ise tanıttılar. feriköy kulübü idarecilerinden bay süleyman yanar imiş... biraz hoş beşten sonra asıl söylemek istediklerini söyleyiverdiler. benmi feriköyün antrenorlüğüne istiyorlardı. kendilerinden ertesi güne kadar düşünmek için müsaade istedim. halbuki o güne kadar birçok kulüplerden almış olduğum teklifleri hemen ve kati olarak reddetmiştim. bu sefer içimden «hayır» demek gelmediğine göre bunda bir hayır vardı herhalde...
tanımadığım feriköy
doğma büyüme bir istanbul çocuğuydum. fakat doğrusunu isterseniz. feriköy semtinin ancak şöyle böyle yerini kestirebiliyordum. hele milli lige yeni katılma hakkını kazanan feriköy gençlik kulübü, idarecileri ve bilhassa futbolcuları hakkında hiç, amma hiç bir bilgim yoktu. misafirler gittikten sonra tekliflerini aileme açtım. o açış tarzımdan beni teklifi kabule pek meyyal bulmuş olacak ki «gündüz» dedi «gene içindeki kara sevda depreşti galiba. ben seni herkesten iyi bilirim. allah hayırlı etsin. onlar da bu vatanın çocukları değil mi? bu mütevazı kulüple uğraşman beni de sevindirir...» artık kararımı vermiştim. tanımadığım, tamamiyle yabancısı olduğum bu kulübü var kuvvetimle çalıştıracak, kendimi zor bir imtihana sokacak, sonunda ya spor hayatımı büsbütün kapatacak, ya da hayatımda yegâne sevdiğim bu işe yeni baştan sarılacaktım, ertesi günü tekrar gelen idarecilere tekliflerini memnuniyetle kabul ettiğimi bildirdim. bir kaç gün sonra beni kulübe götürmek için gelip evimden alacaklarını söyleyip gittiler.
bir köyün kucağında
o gün enikonu heyecanlıydım. seneler sonu unutamadığınız eski bir sevgiliye tekrar kavuşmak kolay mı?... ya sukutu hayale uğrarsam. eskisi gibi bulamazsam onu. ya da o beni yıpranmış, yorulmuş, bozulmuş buluverirse.. giyinmiş, kuşanmış bu evhamlarla ürpererek bekleyip duruyordum. nihayet kapının önünde bir otomobil durdu.
arabayı eski ahbap münir kullanıyordu. içeriden de birisi çıkıp selâmladı beni. feriköyün koyu taraftarlarından izzetmiş...
yola çıktık ve konuşa konuşa üsküdar'a varıp arabalı vapura bindik. vapur kabataşa yaklaşınacaya kadar herşey pek normaldi. fakat iskeleye rampa ederken bir kıyamettir koptu. rıhtımda yüzlerce insan, ellerinde bayraklar, flamalar, dövizler bizi karşılıyorlardı. vapurdan çıkınca bir insan seli arabamızı sardı. buketler, kucaklaşmalar, el sıkmalar. bu içten karşılanış, kucaklanış karşısında ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırmıştım. yalnız gözlerimin dolduğunu, rengimin solduğunu ve sesimin boğulduğunu hissediyordum. feriköy renkleriyle süslü yüzlerce araba klaksonlarını çala çala bizi takip ediyorlardı. böylece pangaltıya kadar geldik ve kurtuluşa doğru saptık. otomobildekiler «işte köyümüze geldik artık» diyorlardı. caddenin sağındaki solundaki dükkanlardan ve evlerden dışarı fırlayanlar kervanımızı alkışlıyor, çiçekler atıyorlardı. nihayet bir kat üzerine yaplmış, feriköy kulübünün mütevazı binası önünde durdu kafilemiz. kendi kendime: «allah beni bu samimi bu sevimli köylülere mahçup etmesin» diye dualar mırıldanarak ve «bismillah» deyip ilk sağ ayağımı atarak kulübe girdim.
sahaya dönüş
ilk antrenman gününü hiç unutmayacağım. o gün kulübün temelini atmış, harcını elleriyle sıvamış «kurucularla ve yeni talebelerimle tanışıp görüştükten sonra ilk idmana çıkmaya hazırlanıyorduk. kaç gündür soyunma odalarını yeni baştan tanzim ettirmiş, duşları tamir ettirmiş, içine 5, 6 futbolcunun girebileceği büyük bir banyo yaptırmış, antrenman malzemelerini titizlikle hazırlatmış ve g. sarayda iken yanımızda çalışmış olan tecrübeli malzemeci cin ali'yi de malzemeci olarak vazifelendirmiştim. ayrıca kulübün emrinde çalışacak masör zekiyle de anlaşmıştım. kısacası herşeyimiz tamam, tertemiz ve gıcır gıcırdı... bu arada sayın idare heyeti azaları bir dediğimi iki etmemişler ve kulüp müdürü emektar, çalışkan hüsnü arkadaşım da bir noksan kalmasın diye didinip durmuştu. dekor tastamam ve pırıl pırıldı amma bakalım ilk perde nasıl geçecekti. bunu benden fazla ufak ve pek bakımsız idman sahamızın etrafını çepçevre saran coşkun taraftarların merak ettiğini de pek iyi biliyordum.