98-99 sezonu diyince aklıma dersane geliyor. o sezon pazar günleri 13.10'da dersanem bittikten sonra bir depar metro, ardından, bir koşu maç ve kan ter içinde 20. dakikalarında yerimi alabildiğim gecekondu tribünü... tabi bu çaba çoğu zaman zevksiz maçlarla son buluyor. ya da şöyle mi demek lazım, benim maça yetişmek için gösterdiğim çabayı futbolcularımız sahada göstermeyince ortaya zevksiz bir maç çıkıyor. halbuki o sezon ne umutlarla başlamış, ilk yedi haftada alınan 6 haftalık galibiyet serisinden sonra şampiyonluk bile konuşulmaya başlanmıştı. tabi böyle olmadı, ardından gelen düşüş ve isteksizlik, hatırladığım en kötü ikinci yarılardan birini yaşıyorduk.
yine bir maç günü, pazar öğlen dersane çıkışında bir depar, metro, metrodan stada depar, bilet bulabilme kaosu derken 20 dakikasında içerideyim,rakip ç.dardanel... dardanel kötü durumda, biz ise top oynamıyoruz. arada phiri'nin güzel hareketleri o kadar… hakan biçici’nin ne zaman eskisi gibi oynayacağını mırıldayan dudaklar, geremi’nin rahatlığının tribünlekilere batması derken 90 dakika neredeyse pozisyonsuz geçiliyor. derken 90. dakikada bir penaltı kazanıyoruz. kötü oynanan bir günün sonunda tatlı niyetine 3 puan, oh ne güzel. hepimiz pür dikkat izliyoruz, geremi geliyor ve rahat hareketlerle topu dışarı gönderiyor. maç 0-0 sonuçlanırken, can sıkıntısı ile “hay anasını bari eve gidip ders çalışsaydım” mırıldanmalarıyla stat terk ediliyor, o sezon bir çok maçta olduğu gibi…