ligimizde her zaman büyüklerin kazandığı malumunuz. peki kupada da mı böyle olmak zorunda? her ülkede sürprizleriyle anılan kupa mücadelesinin bizdeki versiyonunda beklenmedik bir şampiyon çıkması pek mümkün olmuyor. "bakalım bu kez olacak mı?"diye izmir'de, erciyesspor taraftarlarıyla birlikteydik...
-ozan şişli
futbol ne enteresan bir oyun değil mi? bundan altı ay önce soğuk bir kayseri gününde oynanan kayserispor-kayseri erciyesspor fortis türkiye kupası maçında tribünlerde otururken, bu karşılaşmanın mavi-siyahlı takımın bu sezon izleyeceğim tek türkiye kupası maçı olmayacağını, erciyesspor'un izmir'in insanı rahatlatan bir bahar akşamında oynanacak final karşılaşmasındaki taraflardan biri olacağını söyleseler bir futbol ulemalığı örneği gösterip güler geçerdim. .ama öyle olmuyor, ona öyle demiyorlar işte! o bahar akşamı gelip çattı ve ben erciyesspor tribünlerinde çevremdeki az sayıdaki kayseriliyle birlikte son kerteye kadar gelen küçük çaplı bir futbol mucizesinin yaşanıp yaşanamayacağını merak etmekteyim. öncesinde sabah saatlerine dönelim...
maç günü izmir'e indikten sonra serdar erbaşı'nı arıyorum. serdar bey aylar önce kayseri'deki futbol ortamını ve halkın iki takımı birden desteklemesini incelediğimiz "iki takım tek yürek" (sayı:9, aralık 2006) konusunun ardından, bana bir mail gönderip, biraz sonra okuyacağınız kasist (istanbul'da yaşayan kayserierciyes spor taraftar grubu) grubundan bahsetmişti. mailinde kayseri takımlarından birinin bir istanbul deplasmanını birlikte seyretmemizi, yaşadıkları sıkıntıların haber değeri taşıdığına inandığını ifade etmişti. kayseri erciyesspor'un fortis türkiye kupası'nda finale çıkmasının ardından serdar bey'e, "artık birlikte maç izleme nin zamanı geldi" maili atmıştım. izmir'e iner inmez kendisini aramamın nedeni bu. beni karşılayacak, birlikte maça özel pankart hazırlayacağız ve karşılaşmayı beraber izleyeceğiz. bir nevi paket tur programı gibi anlayacağınız. serdar bey de rehberim. işin ilginci serdar bey gerçekten de izmir'de benim için evsahibi konumunda çünkü işi nedeniyle altı aydır izmir'de bulunmakta.
serdar erbaşı bir inşaat mühendisi. kayseri'de doğup büyüdükten sonra üniversiteyi istanbul'da okumuş, çalışma hayatına da orada atılmış. artık istanbullu oluşu kayserispor aşkını engelleyememiş. üç büyük takımdan biriyle ilgilenmek yerine memleketinin takımlarına destek vermeye devam etmiş. yaklaşık iki yıl önce internet forumlarında istanbul'daki kayserililer'i organize etmeye çalışmış. ilk toplantıya sadece beş kişi gelmiş ama bu küçük topluluk davaya çok sadık olduğu için kasist her geçen büyümeye başlamış.
derin sohbetimizin bir noktasında oturduğumuz mekandan kalkıyoruz. çünkü havaalanından bir diğer kasist kurucu üyesini almalıyız. samet maç için nişanlısı aysun'la birlikte istanbul'dan gelmekte. serdar bey, samet'i "pankarttan sorumlu devlet bakanı" olarak tanıtıyor. pankart çalışmalarında aktif rol oynayan samet, pankartların stada sokulması esnasında polisleri ikna etmeye çalışan, tanıdık polislerden yardım almaya çalışan kişi konumunda. gerçi serdar bey, samet'e takılmaktan da geri durmuyor. kayserispor'un galatasaray'ı konuk ettiği son maça özel bir pankart hazırlamak istemiş serdar bey. son günlerin popüler reklamına gönderme yaparak gökhan ünal, mehmet topuz ve bülent bölükbaşı'nın resimlerinin yanınaa "paranın satın alamayacağı şeyler vardır" sloganını yazmış ve mastercard logosonu iliştirmiş. kayseri halkının başarılı oyuncularına devamlı sulanan istanbul takımlarına, özellikle galatasaray yönetiminin gökhan ve mehmet transferiyle ilgili iddialı açıklamalarına tepki mahiyetinde hazırlanmış pankart. serdar bey pankartı otogardan yolcu etmiş ama emaneti kayseri'de karşılayan samet, pankartı maçta açmayı başaramamış! hatayı daha boş olan kale arkası tribüne değil de her zaman kalabalık olan tarafa girerek yapmış. "çekirdekçi" diye tabir ettikleri kayseri taraftarı her daim sahayla haşır neşir olmak istediği için birkaç saniye karanlıkta kalmayı kabul etmemiş ve pankart tribünde açılamamış, polis de tribünlerin önündeki tellere takılmasına izin vermemiş.
sametleri aldıktan sonra pankart yapmaya gidiyoruz. "aslında artık iş kolaylaştı, dijital baskıyla istediğiniz pankartı kısa süre içerisinde yaptırabiliyorsunuz ama kendi yaptığınızın keyfi başka" diyor serdar bey. bu kez de tam 16 metrelik bir pankart hazırlayacağız. yine mesaj kaygısı var! serdar bey son zamanlarda bazı firmaların reklamlarda "dört büyüklere sponsor olmaktan gurur duyuyoruz" şeklinde böbürlenmelerine içerlemiş durumda. onlara oluk oluk para akarken diğer takımlara üvey evlat muamelesi yapılan bu düzeni eleştiren pankartında "4 büyüklere (?) destek = türk futboluna köstek (!!!)" yazacak. çalışmalar başlıyor. şablonlar kesiliyor, bezin üzerine yerleştiriliyor ve sprey boyayla boyanıyor. az kişi olunmasına karşın hızlı bir çalışma gerçekleştiriliyor, bir saat içinde pankartımız hazır.
yoldaki konumuz pankartın içeri alınıp alınmayacağı... "prosedüre" ve "bürokrasiye" hakim samet'e göre bir sorun yok, pankart sakıncalı bir içerik teşkil etmiyor. ama serdar bey endişeli, "inşallah sokabiliriz" diyor. daha önceden çok canı yandığı için yine sıkıntı yaşamaktan korkuyor. geçmiş maçlarda pankartları stada sokarken görevli polisin yazanları telsizle bir yetkiliye ilettiği ve karşı tarafın kararını beklediği anlardaki komiklikleri gülümseyerek anlatıyorlar. özellikle polislerin ne örgütü olduğunu anlamaya çalıştıkları kasist'i sorguladıkları kısımlar çok eğlenceli...
maç günü gazetelerde beşiktaş taraftarına "sanayi" tarafındaki kale arkasının, erciyes taraftarına ise "mersinli" tarafındaki kale arkasının ayrıldığı yazıyordu. her gazetede rastladığım bu bilgiye, "bunun haber değeri bu kadar mı büyük?" diye burun kıvırmıştım ama stada vardığımızda bu bilginin çok yararlı olduğunu gördüm. izmir atatürk stadı'nın çevresinde dolaşmak emin olun ciddi bir sportif faaliyet anlamını taşıyor.
çok geniş bir alam yürümek zorundasınız. stadın çevresindeki köşe başlarında erciyes ve beşiktaşlıların girişleri tabelalarla gösterilmiş durumda ama herhalde insanların böyle bir hizmete alışkın olmadıklarından olacak yolunu şaşıranların sayısı hiç de az değil.
içeri dertli giriyoruz çünkü pankartımız biraz önce içeri alınmadı. giriş kapısına geldikten sonra diğer kayserili taraftarlarla buluşmuştuk. ağırlık kayseri'den iki otobüs halinde gelen taraftar grubunda. grubun lideri hakan pazm'la konuşmaya başlıyoruz. onlar da biraz önce bir pankartı sokamamışlar içeri. abd bayrağından esinlenerek hazırlanmış olan, yıldızların sarı, kırmızı, mavi ve siyah renklere boyanmış olduğu "united nations of kayseri" pankartını sakıncalı bulmuş polis. malum hassas bir dönemden geçiyoruz, amerikan bayrağı kafaları karıştırmış olabilir diye pek üzerinde durmuyoruz. arkadaşlarıyla birlikte içeri girmek üzere yanımızdan ayrılan hakan'ın biraz sonra bize doğru seslendiğini duyuyoruz. az önce muhatap olduğu polise, "arkadaşların da bir pankartı var" demiş', görevli malum bez parçasını görmek istiyor. pankart açılıyor, mesajımız telsizle "dört büyüklere destek parantez soru işareti parantez eşittir..." şeklinde aktarılıyor, karşı taraftaki -daha sonra il emniyet müdürü olduğunu öğreneceğimiz- şahıs yazılanlardan pek haz etmiyor ve bizim pankarta da izin çıkmıyor.
serdar bey bu olay üzerine telefonla erciyesspor kulübü başkanı ziya eren'e ulaşarak derdini anlatıyor, içeri girdikten sonra da pankartımızı almayan polisle konuşmaya başlıyoruz. polis bir şey yapamayacağını, emrin büyük yerden geldiğini söylüyor. bu arada ziya eren'le yeniden bağlantı kuruluyor, o da içeride bir polise konuyu aktarmış, telefonlar bizim polisle onun polise veriliyor ama bizim polis telefona verilen polisin rütbesinden memnun değil, emrin geldiği yerin ne denli büyük olduğunu açıklıyor, ziya eren'in yardımını istediği polis de "emir demiri keser" moduna geçiyor. polisin keyfi bir uygulamasıyla karşı kar-şıyayız. aslında bu pankartı içeriye almama meselesini daha önceden, bu sayıda keyifli bir yazısını okuma imkanınızın olduğu özgür dirim özkan'la konuşmuştuk. gençlerbirliği taraftarı olan dirim, bir akademisyen olduğu için bu tür keyfi tutumlar karşısında, "tutanak tutalım o zaman"la başlayıp polise haklarını bildiğini hissettiren bir vatandaş olarak kolay lokma olmadığını göstererek pankartlarını içeriye soktuğundan bahsetmişti ama bizim ekip şu dakika o denli uğraşmak istemiyor. haksızlığa tepkiliyim, içeri alınmayacak bir pankart değil ama uğraşacak takatim yok, maç da başlamak üzere. zaten mesleki açıdan değerlendirdiğimizde bana daha çok malzeme çıkıyor pankartın içeriye girmemesiyle...
tribünlerdeki yerimizi aldığımızda izmir atatürk stadı kale arkası tribünlerinin sahaya ne kadar uzak olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. olimpiyat için uygun bir yer olabilir ama bu şartlarıyla emin olun futbol için ziyadesiyle kötü bir stat. yakın taraftaki yarı sahada sorun yok ama diğer yan sahada, özellikle kale önünde olanları anlayabilmek için dürbüne ihtiyaç var.
erciyesspor taraftarlarının tribünlerdeki durumu pek iç açıcı değil. gerçi beşiktaş tribünlerinde de stadın 60 bin kişilik olmasından dolayı geniş boşluklar var ama statta ciddi sayıda beşiktaşlı bulunmakta. kayserililer ise açık tribünde beş yüz kişi ya var ya yoklar. gerçi kale arkası tribünüyle şeref tribünü arasında kalan ve "maraton tribünü" diye adlandırılan yerde daha fazla sayıda kayserili vardı ama oradaki yaklaşık bin kişinin standart çekirdekçi kayseri taraftan olduğu kısa süre içerisinde anlaşıldı. bu "çekirdekçi taraftar" konusunu biraz açmak lazım. tezahüratın gücüne inanan her takım taraftan, maç boyunca destek vermek yerine çekirdek çitleyen izleyicilerden yakınır ama kayserililer bu konudan çok muzdarip. iç saha maçlarında tribünlerin neredeyse tamamen dolmasına karşın, ki bu da 15 binin üzerinde bir taraftar anlamına gelir, kısıtlı anlar dışında takıma büyük destek verilmediğinden yalanıyor ateşli kayserililer.
serdar bey, çekirdekçi kayseri taraftarının her şehirde olduğunu ilginç bir anekdotla aktarıyor. kasist olarak istanbul'daki maçlarda her seferinde daha kalabalık olmaya çalışıyorlarmış. bir keresinde bu kararlı gruba katılan bir grup gençle tribünde buluşup sohbete başladıktan kısa süre sonra patlamış mısır kartonu büyüklüğünde bir poşet çekirdek uzatarak, "abi almaz mısın?" diye sorduklarını anlatıyor gülümseyerek. beklenmedik bu tablo karşısında yanıt kısa ve net olmuş: "biz tribünde çekirdeğe karşıyız."
biraz önce anlattığım gibi zaten çok az olan erciyes taraftan bir de bölünmüşlük ve çekirdek sorunuyla karşı karşıya. yine de kayseri'den gelen taraftar grubu gayretli. gerçi stadın büyüklüğünü görünce yaptıkları tezahüratın sahaya ulaştığı konusunda ciddi kuşkular var ama takım, "erciyes buraya" tezahüratına karşılık verince boşluğa haykınlmadığı görülüyor. fakat beşiktaşlılar'ın tezahüratları karşısında etkinlik yaratmak kolay değil. maça gelen çarşı grubu bulunduğu kale arkası tribünde liderliği eline almış özellikle maraton tribünüyle birlikte takımlarına destek veriyor. gerçi beşiktaş kale arkası "siyah" diye başlayıp, maratondan "beyaz"ı beklediği anda erciyes taraftarları oyunbozanlık yapıp araya "mavi"yi sıkıştırmaya çalışıyorlar ama desibel nedeniyle olsa gerek beşiktaşlılar bundan çok rahatsızlık duymuyor.
erciyes'in özellikle maçın başındaki iyi oyunu erciyes seyircisini de şevke getiriyor, ilk yarı boyunca performans fena değil. ama ikinci yan sessiz tribünlerle başlıyor. kayseri'den gelen grup her maçta alışıldığı üzere ikinci yarı dağılıyor, herkes bir tarafta maçı sessizce izliyor. yan tribündeki çekirdekçilerin desteğini alamadıklarından olsa gerek kendileri çekirdekçi moduna geçiyorlar. ikinci yan erciyesspor'un temposu da düşük olunca sessizlik uzun sürüyor. üzerindeki galatasaray formasıyla (kayserispor ürünleri satılan bir mağazada 3 yaşındaki bir çocuğa göre forma bulunamadığı için renkdaş takım yardıma yetişmiş) maç boyunca sahayla ilgisiz bir o yana bir bu yana koşturan serdar be/in kızı nisa da, çevresindeki çekirdekçilere özenip çekirdek istiyor!
erciyes taraftannın uykusu 77. dakikaya kadar sürüyor. bu dakikada bir anda ortaya çıkan bir davul eşliğinde birleşen genç grup takımlarını yeniden desteklemeye başlıyor. tabir-i caizse son 15 dakika "tempo" yapıyorlar! maçın normal süresi golsüz sona erdikten sonra iyice havaya giren gençler yandaki tribünü güç birlikteliğine davet ediyor. ama yan tribün pek istekli değil. kale arkasındakiler voltranı oluşturmak için aşağıya doğru inip iki tribünün birleşme noktasına yaklaşıyor ama davete az sayıda kişi icabet ediyor yan tribünden. aslında pek de haksız sayılmazlar. gelecekleri yer bulundukları tribünün diğer ucu olsa da sahayı görüş anlamında ciddi dezavantajlı hale geleceklerinin farkındalar, rahatlarını bozmuyorlar. bu işe kale arkasındakilerden çok, çağrıya kulak verip bizim tarafa yanaşan küçük topluluk kızıyor. konformist tribündaşlarına dönüp, "uyuyan taraftar istemiyoruz" diye bağınyorlar.
golsüz eşitliğin uzatmalarda da bozulmayacağı düşünülüyor ama erciyes savunmasının bir anlık paylaşım hatasında -televizyondaki tekrarlarda daha net anlaşıldığı üzere- akıl dolu bir pas atan serdar kurtuluş'un asistinde bobo'nun golü beşiktaş'ı öne geçiriyor. golün beklenmedik bir anda, göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşen, tribünde kilerin, "nasıl oldu bu ya?" dediği türden bir sayı olduğunu belirteyim. golden sonra umudunu yitiren erciyes taraftarı o ana kadar kendi çapında sürdürdükleri desteği bırakırken, güç birleştirmek için güzel koltuklarından kopup gelen yan tribündeki grup da yerine geri dönüyor, beraberlik gelmiyor, kupa beşiktaş'a gidiyor... erciyes lehine olan tartışmalı iki penaltı pozisyonu üzerine birşeyler söylemenin anlamı yok herhalde, yalnızca şunu belirteyim, insanların bazen kendilerini boşa kürek çekiyormuş gibi hissetmeleri ne acı değil mi?
neticede, kupada bile sürprize aç olan futbol ortamımızda bu durumun sürmeye devam ettiğini izmir'den bildiriyorum! türkiye kupası'nı "sürpriz" bir takım olarak en son 2001-02 sezonunda kocaelispor kazanmıştı. kocaelispor'dan önceki sürpriz ekip ise ta 1987-88 sezonundaki sakaryaspor'du. 2002'den sonra gençlerbirliği art arda iki kez final oynamış ama her ikisinde de trabzonspor'a kaybetmişti. körfez ekibinin başarısının ardından beşinci sezonda da yine büyüklerimizden biri müzesine götürdü türkiye kupası'nı. yenilginin bir hayli yıprattığı serdar bey'le vedalaşıyoruz. ülkedeki herkesin kendini büyüklerden birini tutmak zorunda hissettiği şimdiki sistemi kırabilmek, herkesin kendi şehrinin takımıyla barışık yaşayabilmesi için böyle don kişotlara o kadar ihtiyacımız var ki!